12 Mayıs 2024 Pazar
İstanbul 10°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

S-400 kararı Türkiye'nin kaderini tayin edecek

Oktay Ekşi

Oktay Ekşi

Eski Yazar

A+ A-

M. İLKER YÜCEL

1) ABD Savunma Bakanı'nın Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar'a yolladığı mektupta kullanılan dil diplomatik teamüllere uygun mu? Türkiye bu mektuptan sonra ne yapmalı?

Mektupta ben bir arkadaşa yazılmış gibi bir üslup gördüm. O bakımdan “diplomatik teamüllere” uygun olmadığı söylenebilir ama, aynı zamanda ifadelerdeki kararlılığın artık son derece belirgin olduğu söylenebilir. Bu Türkiye gibi ABD’nin de “blöf” yapmadığı anlamına gelir ki, asıl önemli olan nokta kanımca o’dur.

Daha önce bir sorunuza yanıt verirken de söylemiştim:

Ben Türkiye’nin S-400’leri almakta haklı olduğunu düşünenlerdenim. Çünkü ABD Türkiye’nin aynı amaçla almak istediği “Patriot” savunma sistemlerini satmayı reddettikten sonra bu S-400’ler konusu ortaya çıktı.

Burada Türkiye’nin “patriot”ları almak isterken “teknoloji transferi” şartını da koyduğunu, ABD’nin satışa bir de o nedenle izin vermediğini göz önünde tutmamız lâzım. Çünkü S-400’lerin alımı söz konusu olduğunda Türkiye’nin Rusya’dan da “teknoloji transferi” isteğinde bulunduğu ve bunun kabul edildiği basına yansımıştı. Ancak S-400’lerin teslimi yaklaştıkça o konu gündemden düştü. Bundan s-400’lerin de “teknoloji transferi” koşulu olmadan alındığı sonucu doğar. Kanımca bu bahiste Türkiye’nin elini zayıflatan tek unsur budur.

Ancak artık ok yaydan çıkmıştır. S-400’ler Ağustos başında teslim edilecektir.

Buna rağmen, görüştüğüm deneyimli diplomatlarımız tüm bunlara rağmen Türkiye’nin S-400’leri almaktan bir aşamada vazgeçeceğine inandıklarını söylediler. Gerekçeleri de “S-400’leri alırsak ABD’nin uygulayacağı ambargo sonunda

Türkiye ekonomisinin kısa sürede çökeceği” yolundaki gözlemleri…

ABD zaten dünya üzerindeki nüfuzunu, “dediklerimi yapmazsanız sizi ekonomik olarak batırırız” tehdidiyle yürütüyor. Bunu başta İran olmak üzere çeşitli ülkelerle ilişkilerinde görüyoruz.

Bu taktirde “Türkiye ne yapmalı?” sorusunun yanıtı ne olabilir?

Türkiye uzun vadede kaderini tayin edecek bir kararı almak durumundadır: Ya karşı karşıya bulunduğu “ekonomik çöküntü” riskini üstlenecek, bu bağlamda Rusya ve İran gibi devletlerle yapacağı işbirliğiyle selamete çıkıp çıkamayacağına karar verecek veya ABD’nin tehdidine boyun eğip, önce S-400’ü alma meselesini sulandıracak, sonra da bu işten vazgeçecektir.

Mektuptan anladığımıza göre Türkiye’nin önünde 31 Temmuz 2019’a kadar vakit vardır.

Halk deyimiyle söylemem gerekirse “dananın kuyruğu” 1 Ağustos günü kopacaktır.

2) Bitlis Belediyesi'nin şehrin girişine “Said-i Nursi'nin şehrine hoşgeldiniz” tabelası asma kararını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bitlis Belediye seçimini AKP adayı Nesrullah Tanglay kazandığına göre bu sorunun asıl muhatabı kanımca AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan olmalı. Erdoğan üstelik Cumhurbaşkanı sıfatını da taşıdığına göre, başında bulunduğu devletin bir Belediye Başkanının, “laik Cumhuriyet düşmanı” birinin adını yüceltmesine herhalde bir tepkisi olmak gerekir.
Ama sorunuzu ben de yanıtlamaya çalışayım:

Said Nursî, kendisini “din alimi” olarak tanıyanların saygı duyduğu bir isimdir ama Cumhuriyet’e karşı eylemleri yüzünden sık sık yargılanmış; hapis ve sürgün cezaları almıştır. Başta “Milli Mücadele”yi destekler gibi görünmüş ancak kısa bir süre sonra Mustafa Kemal Paşaya karşı olmuş, ölümüne kadar da bu tutumunu sürdürmüştür. O nedenle Türkiye Cumhuriyeti’nin hiçbir resmi kurumunun ona borcu yoktur. Bu gerçek ortada iken Bitlis Belediyesi'nin Said Nursi’yi yüceltmesi, düpedüz münasebetsizliktir.

3) Hafta içi Ordu'da VIP krizi yaşandı, görüntülerde hakaretlerin havada uçuştuğu duyuluyor. Siz deneyimli bir siyasetçi olarak bu görüntüleri nasıl yorumluyorsunuz?

Olayın bence birkaç yönü var:

Ekrem İmamoğlu Ordu-Giresun Havalimanının VIP salonuna “Ben seçilmiş İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıyım” diyerek girmeye çalışmış olsa, Valiliğin VIP salonlarıyla ilgili Genelgeyi gerekçe göstererek “Giremezsiniz” demesi – bunun şık olmayacağı gerçeği bir yana- düşünülebilirdi. Buna rağmen İmamoğlu’nun ısrarı onu küçük düşürürdü.

Oysa ortada CHP Ordu Milletvekili Seyit Torun’la birlikte VIP Salonuna girme durumu var. Yıllardır VIP salonu kullanan biri sıfatıyla söyleyeyim:
Oradan geçen milletvekilinin yanındaki konuk(lar) da VIP’e girer ve “VIP” muamelesi görürler.

Durum bu iken İmamoğlu’nun engellenmesi düpedüz ayıptır.

O sırada İmamoğlu Vali’ye hakaret etti mi, etmedi mi, bilemiyoruz. Çünkü ikisi de aynı güçle iddia ediliyor. Eğer hakaretamiz bir söz söylediyse ayıp İmamoğlu’na aittir ama söylemediği halde bu iddia ileri sürülüyorsa ayıbın faili Vali’dir.