10 Mayıs 2024 Cuma
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Salgınla mücadele savaş mantığıyla yürütülmeli

Oktay Ekşi

Oktay Ekşi

Eski Yazar

A+ A-
MUSTAFA İLKER YÜCEL
  • Koronavirüs'e karşı mücadelenin genel seyrini nasıl görüyorsunuz?

Koronavirüs Çin’in ilk iddialarında ifade edildiği gibi 23 Ocak’ta değil Aralık 2019’da görüldü. Çin ilk bir ayı aşkın zaman içinde gerçeğin ne kadar vahim olduğunu fark edemedi. Belki de Vuhan eyaletindeki sağlık personeli seslerini Beijing’e yani merkezi hükümete duyuramadılar. Ama 23 Ocak’ta durum merkezi hükümet tarafından da kavranınca Çin hem durumu Dünya Sağlık Örgütü'ne bildirdi hem de çok hızlı bir tepki göstererek Vuhan’da 50-60 milyon insanı karantina altına aldı. Nitekim hem bu hem de öteki (acilen geçici hastaneler kurmak, sıtma için kullanılan bir ilacı devreye sokmak, Vuhan’a ulaşımı kesmek, karantina altına alınan yerlerin ihtiyacını karşılayacak örgütlenmeyi hızla gerçekleştirmek, yeterli tıbbî alet, malzeme vs.'yi hastalık bölgesine götürmek gibi) tedbirleri uygulayarak salgının üstesinden geldi.

Bu salgınla mücadelede başarıya ulaşan Japonya, Güney Kore, Hong Kong ve Singapur’da farklı yöntemler uygulansa da hepsinin ortak stratejisi salgına karşı mücadeleyi “savaş mantığıyla yürütmek”ten ibaret idi.

Nitekim bu “savaş mantığı” stratejisinde geç kalan ülkeler halen kitlesel sayıda hasta ve çok sayıda ölüm olayı ile boğuşuyorlar.

Türkiye’ye gelince, Sanıyorum sadece benim değil, genel kamuoyunun da kanaati şöyle:

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, olay ilk duyulur duyulmaz son derece dinamik davrandı ve hem bakanlığında örgütlenme hem de kamuoyunu uyarma açısından kendine düşenleri yaptı.

Ancak ipin ucunu kısa bir süre sonra Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a teslim etmeye mecbur kalınca tedbirlerde bir gevşeme ve “tutarsız kararlar” dönemi başladı. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan kendisiyle Ukrayna’ya giden gazetecilerden birinin uçakta "Sizin virüslere karşı özel bir önleminiz var mı?" sorusuna, "Korunmak için ben her sabah bir kaşık dut pekmezi yerim" diye yanıt verdi.

Cumhurbaşkanı gerçi 21 Mart tarihinde “sosyal medya” hesabından yaptığı açıklamada “Bu virüsle tüm gücümüzle mücadele ediyoruz” dediyse de o günlerde veya ondan az önce Umre için Suudi Arabistan’a gidip yurdumuza dönen binlerce (bazılarına göre 26, bazılarına göre 80 bin) insanımızın herhangi bir önlem alınmadan yurdumuza dağılmasına ses çıkarmadı.

Oysa Türkiye, yurt dışından gelen herkese o tarihlerden önce önlem uyguluyor, herkesi önce termal kameradan geçiriyor ve kuşkulu kişileri derhal karantinaya alıyordu.

Nitekim şimdi yurdun her tarafından gelen “koronalı hasta” haberleri ve ölenlerle ilgili sayılar paylaşılıyor. Daha da vahimi bu yüzden salgının baş edilemez boyutlara ulaşacağı endişesi yayılıyor.

Endişe yayılırken başta televizyonlara çıkan Tıp Profesörleri olmak üzere pek çok kesim “daha radikal tedbirler alınmasını, örneğin İngiltere’de uygulandığı gibi sokağa çıkma yasağı” konulmasını talep ediyor ama bu talepler ya Cumhurbaşkanı Erdoğan’a erişemiyor veya bir kulağından girip ötekinden çıkıyor.

Bu nedenle Türkiye’nin önümüzdeki birkaç ay içinde çok büyük bir felaketle karşılaşmasından endişeliyim.

  • Sosyal medyada Türk milletini aşağılayan paylaşımlara, büyüklerimizi hor gören yazılara rastlıyoruz maalesef. Türk milletinin belirgin özelliklerini nasıl tanımlarsınız?

Halka hiçbir ayrım yapmadan “aşağılık, ahlaksız, düzenbaz, aç gözlü, güvenilmez” türü sıfatları uygun görenler kanımca kendi aşağılıklarından başka hiçbir şeyi teşhir etmezler. Bu düşüncelerini sosyal medyada veya başka bir platformda dile getirmeleri de hiçbir şeyi değiştirmez.

Şunu açıkça söylemek isterim:

Halk içinde, onu aşağılayanların verdiği örnekler de vardır. Ama geneli itibariyle halk “dürüst, namuslu ve güvenilir” kişilerden oluşur. Sadece Türkiye’de değil, kanımca tüm dünyada da durum böyledir.

  • Geçen hafta hangi kitabı okudunuz, ne dinlediniz, ne izlediniz?

Sadece geçen hafta değil, son iki haftadır hiç kitap okumadım. Daha doğrusu şu anda yazmakta olduğum kitabın malzemeleri olan “İLETİŞİM ve BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ” konulu kitapları bitireli iki hafta oldu. Şimdi o konuyla ilgili bir kitap çalışması yapıyorum. O sırada da müzik dinliyorum. Neleri dinlediğime gelince (parçaların isimlerini yazmak uzun bir liste olur) Chaikovsky’nin, Mozart’ın, Bethooven’in eserlerini ve Maria Callas’ın söylediği opera aryalarını dinliyorum. Neyse ki evde “hapis” hayatı geçirdiğim bu günlerde dinleyecek daha pek çok CD’im var.

İzlediklerime gelince:

Türk kanallarından Türk Haber, Halk Tv, Tele 1, Ulusal Tv’yi ve yabancı kanallardan BBC World, DW English, Al Jazeera International, France 24 TV’deki haber yayınlarını izliyorum.