Sanatta yanlılık
Lukacs’a göre edebiyatın özsel belirtilerinden biri yanlılıktır; bir estetik ve tarihsel bilgidir bu, edebiyatın özü üzerine kuramsalbir saptamadır. Lukács’ın yanlılık anlayışı, onun edebiyat kuramında, en belirleyici kavramlardandır. Edebiyatın özsel belirtisi, toplumsal süreçlere tarafsız kalmamasında, bir taraf tutmasındadır. Sanatın taraf tutması, dar anlamda bir siyasal yönelim ya da güncel bir ideolojik aidiyet değil, gerçeklikle kurduğu bağın zorunlu sonucudur. Gerçekliği tüm karmaşıklığı ve çelişkileriyle kavramak isteyen sanat, kendiliğinden bir yanlılık içerir zaten.
GERÇEKLİK VE TARİHSEL KAVRAYIŞ
Gerçekliği bütünselliği içinde ve tarihsel olarak doğru kavramak, edebiyatın özüdür Lukács’a göre. Yanlılık da bu noktada ortaya çıkar işte: Sanatçı, sınıfsal konumu farketmeksizin, tarihsel gelişmenin hangi yöne aktığını kavrayarak konumlanmalıdır. Bu, bozmaz sanatın nesnelliğini; tersine, gerçeğin özünü kavramanın önkoşulunu hazırlar. Çünkü gerçeklik, sınıf savaşımıyla örülüdür. Nesnel gerçekliğin temel dokusunu belirleyen, sınıfsal çatışma ve tarihsel ilerlemenin yönüdür. Sanat, bağımsız olamaz bu çatışmadan; ama onun nesnelliği kavrama derecesini belirleyen,hangi yanlılığı seçtiğidir.
Sanat, nesnel gerçekliği yalnızca doğru tarihsel yanlılık üzerinden verebilir, sık sık vurguladığı gibi Lukacs’ın. Tarafsız olduğunu söyleyen sanatçı, aslında, hâkim sınıf ideolojisinin yanlısıdır. Onu, yeniden üretir bilinçsizce. Bu nedenle asıl mesele, bilinçsiz ve edilgin bir yanlılıktan çıkabilmek ve bilinçli, tarihsel olarak kavranmış bir yanlılığa geçebilmektir.Bilinçsiz yanlılığa göre bilince çıkarılmış bir yanlılık daha derinlikli bir edebiyat anlayışıdır çünkü. İşte bu, sanatın toplumsal rolünü de tanımlar: Tarihin akışını anlamlandıran ve görünür kılan kişidirsanatçı.
HEGEMONYA, SANAT, ESTETİK
Gramsci de benzer bir noktadan hareket etmiş, hegemonyanın kurulduğu alanlar içine edebiyat ve kültürü de eklemiştir. Başlı başına sanatın hegemonya ile ilişkisi bile onun tarafsız olamayacağının göstergesidir. O yüzden Gramsci’de yoktur, apolitik sanat diye bir şey. Kültürün her biçimi, ister yüksek sanat olsun ister popüler edebiyat, bağımsız değildir toplumsal iktidar ilişkilerinden. Gramsci’nin “ulusal-popüler” vurgusu da buradan gelir: Halkın deneyimlerini, çelişkilerini yansıtmayan, yalnızca bireysel duygulara sıkışan edebiyat, estetik açıdan da eksiktir.
Sıradan propaganda ile karıştırılmamalı ama yanlılık, kaba ideolojik yönlendirme sanılmamalı. Çünkü edebiyatın sanatsal değeri, karakterlerin bütünlüğünden, toplumsal bağlamın derinliğinden ve estetik formdan gelir. Yuri Mihayloviç Lotman’ın da dediği gibi belli bir dünya modeli, sanatın dilinde verildiği zaman sanat olur. Ama bu estetik, yanlı olmadan kurulamaz. Bir estetik tasarım, kopuksa tarihsel süreçten, yalnızca yüzeysel bir biçim oyununa indirgenmiş demektir. Oysa yanlılık, estetiğe içerik kazandırır; tarihsel bir yön verir, ona.
VARLIĞINI YAPITA FEDA ETMEK
Lukács’ın, Balzac örneğini sık vermesi, boşuna değil bu bağlamda ve anlamlı: Balzac aristokrasiye bağlı vegerici siyasal görüşlere sahipti ama romanlarında Fransa’da yükselen burjuvazinin yaşamını, toplumsal dönüşümünü o kadar güçlü ve nesnel anlattı ki, tarihsel olarak devrimci bir işlev gördü yapıtları. Balzac’ın kişisel politik inancı aristokrasiye bağlı kalsa da yapıtının içsel mantığı tarihsel doğruluğu açığa çıkardı. Sanatçının öznel ideolojisi ile yapıtının tarihsel işlevi arasındaki bu gerilim, Lukacs’ın teorisinin güçlü göstergesidir.
Öyleyse Lukacs’ın yaklaşımında belirleyici olan sanatçının kendi sınıfına sadakati değil, tarihsel süreci nesnel kavrayabilmesi ve bütünlüklü bir tarihsel perspektif getirmesi. Sanatçının ideolojik tercihi, Balzac gibiaristokrasiden yana olabilir;yapıtı tarihsel süreci nesnel yansıtıyorsa o doğru yanlılık sergiliyor demektir. Çünkü Marx’ın da söylediği gibi yapıt asla bir araç değil, öz-amaçtır; yazar kendi varlığını feda etmiştir yapıtının varlığına. Bu feda, gerçeğin kendisini, sanatın merkezine koymasından başka nedir?
YANLILIĞIN DAMITILMIŞ BİÇİMİ
Lukács’ın Balzac üzerinden yaptığı yorum aslında tam da bu bağlama oturur. Balzac romanlarıyla kendi ideolojik tercihini “feda ederek” tarihsel hakikati göstermiştir. Yani öznel yanlılıkla değil, tarihsel doğrulukla ölçülen bir yanlılık ortaya çıkmıştır. Edebiyatın yanlılık anlayışının en damıtılmış biçimidir bu: Sanatçının öznel niyetlerini aşan ama tarihsel sürecin nesnel yönelişini açığa çıkaran… bir yanlılık. Büyük sanat yapıtlarını kalıcı kılan da bu değil midir?
Sonuçta Lukacs’ın edebiyatta yanlılık teorisi, dar ideolojik telkinle ilgili değildir; tarihsel doğruluğun estetik biçimde yakalanmasıyla ilgilidir. Kendi sınıfsal konumunu aşarak sanatçı, tarihsel gelişmenin yönünü nesnel olarak kavrayarak, sanatını gerçek anlamına kavuşturur. Gramsci’nin hegemonya düşüncesiyle birleştiğinde bu, sanatın apolitik olamayacağını anlatır; Lotman’ın estetik modeliyle kesiştiğinde sanat dili olmadan sanat olmayacağını gösterir.
Sanat, ancak tarihsel hakikatin yanlılığını üstlendiği bir estetikle, kendi özüne sadık kalır.