03 Mayıs 2024 Cuma
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ve gemi gidemiyor

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

“Komünist Manifesto”da Marx ve Engels, yalnızca “Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir” demekle yetinmezler, sömürülen işçi sınıfının bu sömürüden kurtulması için burjuvazinin iktidarına son vermesi, siyasal iktidarı ele geçirmesi ve üretim araçlarını kamulaştırması gerektiğinden de söz ederler. Manifesto’nun özü budur.

Tümüyle bu perspektiften bakıldığında, Ruben Östlund’un “Hüzün Üçgeni” (Triangle of Sadness) filminin de özü bu şekilde beliriyor. Hatta bir zamanlar Claude Chabrol’un, kendi imzasını taşıyan “Seremoni”yi (1995) tanımladığı gibi, “Son Marksist film” demek bile mümkün “Hüzün Üçgeni”ne. Ama daha çok “Marksist bir şaka” olarak!

İsveçli yönetmen Östlund’un, 2017’nin Cannes Film Festivali’nde “Kare” (The Square) ile kazandığı Altın Palmiye’nin yanına bir yenisini koyduğu son filmi, bugünden itibaren sinema salonlarımızda küçük çaplı bir “sınıf mücadelesi” rüzgârı estirmeye başlıyor. Toplam süresi iki buçuk saat olan ve üç bölümden oluşan film, alaycı politik eleştirileriyle bir anlamda “Kare”yle başlayan yolculuğu sürdürüyor, burjuvazinin otopsisini yapmaya devam ediyor.

SINIF MÜCADELESİ VE YAŞAM MÜCADELESİ

Son bölümün biraz uzun ve yorucu tutulması dışında, gayet enerjik, akıcı, kara mizahın egemen olduğu, absürdün sularına da yelken açan “Hüzün Üçgeni”, modellik yapan genç çiftin lüks bir yat gezisine katılmalarıyla başlayan olayları anlatıyor. İlk bölümde bu çifti tanıyor, tartışmalarını izliyor, özellikle çıktıkları bir yemekte hesabı kimin ödeyeceği konusundaki kıvrak didişmelerine tanıklık ediyoruz. İkinci bölüm, dev yattaki ultra zengin konuklar ile çalışanların ilişkilerine odaklı. Üçüncü ve son bölümde ise Fellini’nin “Ve Gemi Gidiyor”unun tersine, geminin artık gidemediği koşullarda, ıssız adada yaşananlar aktarılıyor.

Türedi yeni zenginler ile geleneksel zenginlerin bulunduğu, yaşlı başlı silah tüccarlarından Rus oligarklara ve gübreci milyarderlere açılan yelpazede kanın, paranın gücünün ve şatafatın egemen olduğu, kamarasında Enternasyonal Marşı dinleyen sarhoş bir kaptanın “idaresizliğindeki” lüks yatta çalışanlar arasındaki hiyerarşi de ayakların baş olmasına, yani iktidarın el değiştirmesine kadar uzanıyor. Sınıf mücadelesinin yaşam mücadelesiyle iç içe geçtiği büyük bir kriz anında, burjuvazinin iktidarına son veriliyor. Ateş yakabilmek gibi yetenekleri sayesinde, söz artık yatın tuvalet temizleyicisi göçmen kadında. Ama tıpkı Paris Komünü gibi kısa süren bir devrimci durum bu!

KÜÇÜK BİR HÜZÜN NOKTASI

Östlund’un, yat-gemi metaforuyla dünyayı (en azından beyazperdede) yalnızca yorumlamakla yetinmediği, değiştirmeye çalıştığı da söylenebilir. Artık kapitalistlerin bile kapitalizmi eleştirmeye başladığı şu dönemde, sade suya tirit bir kapitalizmden yaka silkme gösterisinden ötesine geçmeyi başaran yönetmen, özellikle ikinci bölümde Marco Ferreri’nin “Büyük Tıkınma” (La Grande Bouffe, 1973) filmine açık göndermelerle radikal söylemini yoğunlaştırıyor.

Harika oyuncu Woody Harrelson’ın sarhoş kaptan rolünde her zamanki gibi göz okşadığı, başrollerdeki Harris Dickinson ve Charlbi Dean’ın büyük uyum içinde devleştikleri “Hüzün Üçgeni”nin en hüzünlü yönü ise güzeller güzeli Charlbi Dean’ın geçen 29 Ağustos’ta 32 yaşındayken, nedeni tam açıklanmayan biçimde aniden ölmesi hiç kuşku yok ki. 2010’dan beri kamera karşısında yer alan genç aktristin tam da kariyerinin en önemli rolünü üstlenmişken yaşamını kaybetmesi, sinema dünyasında küçük bir hüzün noktası olarak kayda geçmiş durumda.