11 Mayıs 2024 Cumartesi
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Yazılı basının yüzde 95’i AKP bağımlısı

Oktay Ekşi

Oktay Ekşi

Eski Yazar

A+ A-

M. İLKER YÜCEL

1- Seçim maratonunda son iki haftaya girdik. Basının şu ana kadarki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce tüm adaylar eşit şekilde vaatlerini anlatabiliyor mu?

Türkiye’de “basın” mı kaldı?

“Basın”a sonra geliriz, Türkiye’de “yargı” mı kaldı, “demokrasi” mi kaldı, “hukuk mu, hukuk devleti” mi kaldı, vatandaşına karşı “tarafsız” davranan devlet mi kaldı?

Türkiye maalesef “çürüdü”.

O nedenle sadece basını ele alıp bir hükme varmak kanımca buzdağının su yüzündeki burnunu görüp bir şeyler söylemek olur. Bununla birlikte “basın”ı sorduğunuz için ondan söz edeyim:

Basınımız gerçi önceki seçimlerde de pek parlak bir sınav vermezdi ama, AKP iktidarının ağır baskısı altında, daha öncekilerden çok daha çapsız, seviyesiz ve -üzgünüm ama söylemeye mecburum- “haysiyetsiz” bir basınla (daha doğrusu medya ile) karşı karşıyayız.

Bir seçim kampanyası düşünün ki “ana akım medya” denen gruba giren bütün televizyon kanalları, bütün radyolar AKP’nin lideri, parti sözcüsü veya hükümet sözcüsü sıfatına sahip biri çıkıp da mikrofon önünde bir şey söylemeye kalktığı anda, o sırada yaptığı yayın ne olursa olsun, -örneğin gazetecilik açısından mutlak surette izleyiciye o sırada iletilmesi gereken çok önemli bir haber olsa bile- o yayını adeta baltayla kesip, AKP’nin yetkilisine bağlanıyor. Gerisi artık o AKP’li zatın insafına kalmış. İsterse 10 dakika, isterse yarım saat, hele konuşan AKP’nin lideri ise saatlerce onu yayınlıyor.

Sözde bir Yüksek Seçim Kurulu var. Sözde radyo ve TV kanallarının siyasi partilere eşit zaman ayırmasını emreden yasa hükmü var. Sözde bunların Yüksek Seçim Kurulu tarafından denetlenmesi gibi bir görev var. Bunların hiçbiri Türkiye’de artık geçerli olan, saygı duyulan, uygulanan hükümler değil.

Deyim yerindeyse tavşanla atı yarıştırıp hangisi birinci gelecek diye tuhaf tuhaf bakıyoruz. Sonra AKP ortalığa çıkıp rakiplerinin hiç seçim kazanamadığını -utanmadan- ilân ediyor.

Bugün radyo ve televizyon yayınlarının da yazılı basının da en az yüzde 95 oranında AKP’ye bağımlı hale geldiğini ve onu parlatmak için yayın yaptığını rahatlıkla iddia edebilirim.

Böyle bir ortamda bana sorduğunuz “basın”ın durumu nasıl olabilir ki?

2- Yeni Zelanda’daki katliamı nasıl değerlendirmek gerekir? Türk Hükümeti’nin konuyu iç siyasete malzeme ettiği yönündeki eleştiriler ne derece doğru?

Hükümet’in demeyelim de izin verirse AKP’nin diyelim. Gerçekten AKP’ye göre seçimde HER ŞEY malzeme olarak KULLANILABİLECEĞİ için, Yeni Zelanda’daki katliamı da kullandılar. Nitekim AKP’nin lideri Tayyip Erdoğan’ın, gazetelerin, televizyonların -gerek yasa hükümleri gerekse meslek ilkeleri izin vermediği için- yayınlamadıkları görüntüleri Tekirdağ mitingi sırasında mitinge gelenlere ekrandan gösterdiği bugünkü (dünkü) gazetelerde bildirilmekteydi.

Görüldüğü gibi bir konu AKP’nin seçim kazanması yönünden gerekli görülüyorsa onun seçimde malzeme olarak kullanılması, AKP’nin zihniyetine göre, onlara haktır.

Burada ben AKP’ye hiçbir şey demiyorum. Bu ülkede seçimlerin yasalara uygun, düzenli bir şekilde yapılmasından sorumlu olan Yüksek Seçim Kurulu’nun nerelerde olduğunu sormakla yetiniyorum.

3- Türk Deniz Kuvvetleri yıllar sonra Barbaros Anıtı’nı selamlama geleneğini yeniden başlatırken, Kara Kuvvetleri bu yıl Atatürk’ün Harbiye’ye girişini büyük bir coşkuyla kutladı. 15 Temmuz sonrası ordumuzda bir dönüşüm gözlemliyor musunuz?

tiraf edeyim mi Atatürk’ün Harbiye’ye girişinin “coşkuyla” kutlandığına ilişkin bilgiyi de Donanmamızın “Barbaros Anıtı’na selam durma” geleneğini tekrar başlattığını da sizin sorunuzdan öğrendim ve ikisine de çok memnun oldum. Bunun 15 Temmuz sonrasında siyasi iktidarın ordumuza bakışındaki değişikliğe bağlanıp bağlanamayacağını da bilmiyorum.

Ama AKP iktidarının “asker”e bakış açısının ne kadar çarpık olduğunu 2002’den 15 Temmuz sonrasına kadar çok gözlemlemiş biri sıfatıyla tahmininizi gerçekçi bulduğumu söylemeliyim.