Son Yazıları

Karadeniz’deki tertibin hedefi Türkiye

Bu köşede birden fazla defa ABD’nin Karadeniz’deki hedeflerini, özellikle Ukrayna savaşından sonraki planlarını ele aldık. Savaş, dördüncü yılını doldurmak üzere iken Washington öncülüğünde barış girişimlerinin hızlandığı bir dönemde Karadeniz yeniden gündemde. Karadeniz’de Türkiye’nin münhasır ekonomik bölgesinde seyreden iki tankerin 28 Kasım’da Ukrayna tarafından vurulmasının ardından, 2 Aralık'ta bir tanker daha Türkiye’nin 150 kilometre açıklarında saldırıya uğradı. Hem Rusya’nın hem de Türkiye’nin sert tepki gösterdiği saldırıyı, ABD ve Avrupa’daki küreselci savaş çetesinin, barış girişimlerini baltalamak, dahası savaşı genişletmek için giriştiği Karadeniz’de yeni kışkırtma ve tertipleri kapsamında değerlendirmek gerekiyor.

Bu gelişme, Avrupalı liderlerin Ukrayna’nın barış masasına oturmasını engellemek için çabalarıyla eş zamanlı olarak gündeme geldi. Ukrayna ile Rusya arasındaki anlaşma taslağına NATO, Ukrayna’nın koruyucusu olarak sokulmak isteniyor. Öte yandan NATO’yu savaşın tarafı haline getirme çabasında da artış gözleniyor. Rusya ile Ukrayna arasında müzakere masası kurulması yönündeki çabalar sürerken, NATO’nun Askeri Komite Başkanı, İtalyan Amiral Giuseppe Cavo Dragone Financial Times gazetesine verdiği demeçte, Rusya’ya yönelik “önleyici saldırıyı” gündeme aldıklarını belirtti. Yine üye ülkelerin Dışişleri Bakanları toplantısında konuşan NATO Genel Sekreteri Mark Rutte, “NATO’nun gerçek ve kalıcı tehlikelerle karşı karşıya olduğunu” savundu. Rutte, Rusya’nın, “jetler ve insansız hava araçlarıyla NATO hava sahasını ihlala ettiğini, sabotajlar gerçekleştirdiğini ve kara sularına casus gemiler gönderdiğini” ileri sürdü ve buna kararlıkla karşılık verdiklerini kaydetti. NATO Genel Sekreteri, Moskova’nın Çin, Kuzey Kore ve İran ile birlikte “uzun vadeli bir hesaplaşmaya hazırlandığı”nı savundu (Milliyet, 3 Aralık 2025).

Yazının Devamı

Öcalan ile görüşme ve SDG’nin durumu

TBMM Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’ndan üç kişilik heyetin İmralı Cezaevinde Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşme, öncesinde ve sonrasında tartışmalara yol açtı. “Yapılsın mı, yapılmasın mı?” tartışması, PKK’nın feshiyle başlayan milli bütünleşme sürecinin esas odağından bir miktar kaymasına yol açsa da görüşmenin yararlı olup olmadığı, özellikle Suriye düzlemindeki sonuçlarına göre anlaşılacak. Öcalan ile görüşmeye katılan Komisyon üyesi DEM Partili Gülistan Koçyiğit’in Mezopotamya Ajansı’na yaptığı açıklamaya göre zaten ağırlıklı gündemi Suriye’deki durum oluşturmuş. Öcalan, “Suriye’dekiler beni dinlerler.” demiş. Ama bunun için “koşulların oluşturulmasını” istemiş. Koçyiğit “Sonuçta koşullar oluşursa, diyalog zeminleri gelişirse, görüşebilirse birçok sorunu aşabileceğini, birçok sorunun çözülmesine katkı sunabileceğini özel olarak ifade etti.” diye aktarıyor.

Koçyiğit’e göre Öcalan, “Ahlat ve Malazgirt’te Cumhurbaşkanı’nın konuşmasıyla başlayan ve 1 Ekim’de Sayın Bahçeli’nin el uzatmasıyla devam eden süreci ‘devlet aklı’ olarak okuduğu”nu söylemiş. Yine Öcalan, 27 Şubat’ta yaptığı PKK’nın feshedilmesi çağrısının en önemli yanının “devlet katında da varılmış bir mutabakat olduğunu” belirtmiş ve “her bir cümlesinin, her bir satırının programatik nitelikte olduğunun altını çizmiş”.

Yazının Devamı

Avrupa’nın ‘Rus tehdidi’ balonunun sönüşü

Trump’ın 28 maddelik Ukrayna planının açıklanması, savaşın devamını isteyen Avrupalı liderleri ters köşeye yatırdı. Avrupalı liderler, planı orasından burasından değiştirerek başka bir şekle sokmaya yönelik hamlelere girişti. Trump’ın planının, ağustos ayında Alaska’daki Putin ile görüşmesinde prensipte anlaştığı başlıklardan oluştuğu anlaşılıyor. Planın, genel olarak Batı açısından sürdürülemez hale gelen savaştaki mevcut saha gerçekliğini kabule dayandığı görülüyor. Buna karşın hem ABD devleti içinden hem de Avrupa’dan, bu plana itirazlar var. Rusya Devlet Başkanı Putin’in sözcüsü Peskov’un, “Ukrayna’da çözümün yakın olduğuna dair açıklamalar için erken, çünkü ABD dahil birçok ülkede barış girişimini engelleyen kişiler var.” diye konuşmasının nedeni bu (Sputnik Türkiye, 26 Kasım 2025).

Peskov’un açıklamalarındaki temkinli dilin gösterdiği, Rusya’da sevindirik bir hava olmadığı.

Yazının Devamı

ABD ve Avrupa’nın Türkiye’ye bakışı

Gazze ateşkesinde Türkiye’nin öne çıkması, dahası ateşkesi denetlemek için kurulması planlanan çok uluslu güç içinde Türk askerinin de yer almasının öngörülmesi, önce İngiltere’nin ardından Almanya’nın Başbakanı’nın Türkiye ziyaretleri ve yapılan anlaşmalar, özellikle Batı basınında “Türkiye-Batı ilişkilerinde yeni bir dönem mi başlıyor?” sorusu üzerindeki tartışmaları yoğunlaştırdı.

İngiltere’den İngiliz-Alman-İspanyol-İtalyan ortaklığı tarafından üretilen Eurofighter uçaklarının alımı için çerçeve anlaşmanın imzalanmasının yanı sıra, İngiltere Başbakanı’nın iki ülke arasında “stratejik işbirliği” vurgusu dikkat çekti. Almanya Başbakanı’nın Türkiye ile ilişkiler hakkındaki değerlendirmesi, “Yeni bir jeopolitik sürece giriyoruz. Bu süreçte büyük güçlerin siyaseti belirleyici olacak. Stratejik ortaklıklarımızı geliştirmeliyiz ve Türkiye de burada devre dışı kalmamalı.” şeklinde oldu.

Yazının Devamı

Trump’ın İsrail siyaseti

ABD’de Trump’ın Batı Asya’ya yönelik siyasetleri konusundaki tartışmalarda bir canlanma görülüyor. Gazze’de ateşkesin başlaması ve üzerinde müzakerelerin sürdüğü Trump planının pratiğe geçmesiyle ortaya çıkan ilk sonuçlar üzerine, özellikle ABD’nin geleneksel dış siyaset stratejilerini savunan çevrelerde kaygıların arttığı görülüyor. Son olarak, Suriye Geçiş Yönetimi Cumhurbaşkanı Ahmed el Şara’nın Washington ziyareti, İsrail siyasetindeki değişiklik ile birlikte değerlendiriliyor.

ABD’de geleneksel dış siyasetinin ve değişmez olarak görülen Ortadoğu stratejisinin destekçileri, durumu önceki dönemlerden önemli bir kopuş olarak görüyor. Bu konuda, ABD’nin eski Tel Aviv Büyükelçileri’nden Daniel C. Kurtzer ile kıdemli bir Arap-İsrail uzmanı ve eski Dışişleri Bakanlığı çalışanı Aaron David Miller’in birlikte kaleme aldığı bir analizde dikkat çeken saptamalar yer alıyor. Carnegie Endowment kuruluşunun konuyla ilgili uzmanları olan yazarlar, analizlerine “ABD-İsrail ilişkilerindeki derin değişim” başlığını atmış. Alt başlıkta ise şöyle diyorlar: “Trump, Netanyahu üzerinde baskı kurma gücüne sahip ve önceki başkanlardan farklı olarak bunu kullanmaktan çekinmiyor” (Carnegie Endowment, 13 Kasım 2025). Uzmanların çalıştığı Carnegie’yi herhangi bir ABD think tank kuruluşu diye düşünmeyiniz. Adeta gölge bir ABD kabinesi gibi bir kuruluş olan Carnegie, hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi Başkanlar’ın ekibinde çalışan CIA, Dışişleri ve Pentagon görevlilerini bünyesinde barındırıyor. Ayrıca analizin yazarları, konuyu uzaktan çalışan akademisyenler değil doğrudan bu süreçlerde görev almış, kamuoyunun bilmediği birçok ayrıntıya hakim iki ABD görevlisi olması, değerlendirmelerini daha önemli kılıyor.

Yazının Devamı

Şara’nın Washington ziyaretinin sonuçları

Suriye Geçiş Yönetimi Cumhurbaşkanı Ahmed Şara’nın Washington’a 10-11 Kasım’da yaptığı ziyaretin, Suriye’de ve bölgede yeni bir sürecin başlangıcı olacağı görülüyor. Şara’nın Trump ile görüşmesi, bu görüşmenin bir aşamasına Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın katılması, Türkiye’nin Suriye’deki bu sürecin tam göbeğinde yer aldığının açık göstergesi. Fidan’ın, Suriye Dışişleri Bakanı Şeybani, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Ankara Büyükelçisi/Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ve Ortadoğu ve “Barış Misyonları” Özel Temsilcisi sıfatını taşıyan Steven Witkoff ile uzun bir toplantıda bir araya gelmesi, toplantıya daha sonra ABD Başkan Yardımcısı JD Vance’in de katılması, çetin bir müzakerenin yürütüldüğü şeklinde yorumlanabilir. Öte yandan masadaki çetrefil konuların geniş bir liste oluşturduğu da görülüyor. Fidan, Washington’da görüşmeleriyle ilgili yaptığı açıklamada, “Suriye’ye yönelik Sezar yaptırımlarının kaldırılması, Suriye’nin toprak bütünlüğü, Filistin’de ateşkes ve Ukrayna’daki savaşın sonlandırılması konularında kapsamlı temaslarda bulunduklarını” kaydetti. Tabii ki, en hassas mesele olan SDG ile Şam arasındaki bütünleşme konusu masadaki konuların Türkiye açısından en tepesinde yer alıyor.

Şara-Trump görüşmesinin resmi olarak açıklanan ilk sonucu, Suriye devletinin IŞİD’e Karşı Mücadele Koalisyonu’na katılımı oldu. Suriye’nin Koalisyon’a katılması, IŞİD bahanesiyle varlığını sürdürme iddiasında olan SDG’ye artık ihtiyaç kalmaması anlamı taşıyor.

Yazının Devamı

Şara’nın ve Trump’ın gündemi

Suriye Geçiş Yönetimi Cumhurbaşkanı Ahmed el Şara, 10 Kasım’da Washington’da ABD Başkanı Donald Trump ile görüşecek. Bu görüşme öncesinde BM Güvenlik Konseyi, Şara hakkındaki yaptırım kararını Rusya’nın da olumlu oyuyla kaldırdı. Şara’nın Washington gündemi çok geniş konuları kapsıyor görünse de sadece görüşmenin yapılıyor olması başlı başına önemli. Öncelikli gündem, Suriye’ye yönelik Amerikan yaptırımlarının kaldırılması. Bunun yanı sıra, 1979’da ABD Kongresi’nin aldığı kararla teröre destek veren ülke statüsünden Suriye’nin çıkarılması da önemli bir başlık olarak görülüyor. Dünya Bankası’nın hesabına göre, Suriye’nin yeniden inşası için 216 milyar dolara ihtiyaç var. Suriye açısından, toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini sağlamak için bir numaralı öncelik, ülkenin yeniden ayağa kaldırılmasını sağlayacak bir yola girilmesi.

Peki ABD’nin beklentileri neler? ABD’de bu konuda çalışan uzmanların değerlendirmelerinde, Trump yönetiminin Şara’dan “IŞİD’e karşı mücadele konusunda ABD ile tam bir işbirliği isteyeceği” vurgusu dikkat çekiyor. Yani öncelik, IŞİD ile Mücadele Koalisyonu’na Şara yönetiminin katılımını sağlamak. Ayrıca İran ve Hizbullah’ın Suriye topraklarında faaliyet göstermesini engellemek için ABD ve müttefikleriyle işbirliği de masada olacak. Yine İsrail ile anlaşmanın sağlanması da Washington’un şartları arasında. ABD’nin bu hamleyle muradı, Suriye’nin mevcut yönetimini Batı Asya’da inşa etmeye çalıştığı yeni düzene dahil etmek. Trump’ın stratejisinin merkezinde, çatışan tarafları karşılıklı tavizler vermeye ve devam eden çatışmaları durdurmaya zorlayarak göreli bir istikrar düzeni yaratmak bulunuyor.

Yazının Devamı

Batı Asya’da yeni düzen ve İsrail

Gazze ateşkesinin ardından şimdi gündem, ateşkesi denetlemekle yükümlü çokuluslu gücün kurulması. Konu, daha geniş ölçekli bir tartışma içinde ele alınıyor. Trump yönetiminin Batı Asya’da kurmak istediği yeni düzen, bu düzende İsrail’in konumu, Türkiye ile Arap ülkelerinin nasıl bir rol alacağı tartışılıyor. Kimileri Trump’ın, ABD’nin öteden beri sürdürdüğü İsrail merkezli bölge stratejisini, yeni şartlara uyarlayarak hayata geçirdiğini savunuyor. Buna göre, Batı Asya’da İsrail merkezli ve onun liderliğinde bir yeni düzen kurulmak isteniyor. Trump’ın Gazze Barış Planı da bu hedefin bir parçası. Dolayısıyla son ateşkes sürecinin içinde olan herkes bu stratejinin destekçisi konumunda yer alıyor. Yani bu görüşe göre, ateşkes anlaşmasına “evet” diyen HAMAS da Türkiye de Mısır da diğer ülkeler de bu stratejinin bileşenleri olmuş oluyor.

Peki durum gerçekten böyle mi? Mevcut şartlarda İsrail liderliğinde bir düzen kurmak mümkün mü? Önce dümdüz bakalım. Ateşkes anlaşmasının kabulüyle Gazze nefes aldı, yardımlar gitmeye başladı, İsrail güçlerini belli bir noktaya kadar geri çekti ve saldırılarını esas olarak durdurdu. Anlaşma, HAMAS’ın Gazze’yi temsil makamı olarak yeniden masaya gelmesini sağlayan ve 2 yıldır süren azgın İsrail saldırganlığının geriletildiği bir durum ortaya çıkardı.

Yazının Devamı

ABD’nin gözü TDT’de

Kuruluşundan itibaren, bir bölgesel örgüt olarak büyük ivme kazanan Türk Devletleri Teşkilatı, küresel ölçekteki cepheleşmede dikkatle izlenen bir kuruluş haline geliyor. 2009 yılında Türk Dili Konuşan Ülkeler Konseyi (Türk Konseyi) adıyla kurulan örgütün dört kurucu üyesi vardı: Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkiye. Ekim 2019’da Bakü’de gerçekleştirilen 7. Zirve sırasında Özbekistan, Konsey’e tam üye olarak katıldı. Macaristan ise Eylül 2018’de Kırgızistan’da düzenlenen 6. Zirve sırasında gözlemci üye oldu. Kasım 2021’de İstanbul’da düzenlenen 8. Zirvede kuruluşun adının Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) olması benimsendi. Aynı zirvede Türkmenistan gözlemci üye olarak Teşkilat’a katıldı. 2002 yılındaki Semerkant zirvesinde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), Teşkilat’ın gözlemci üyesi olarak kabul edildi. KKTC böylece ilk kez anayasal adıyla (Kıbrıs Türk toplumu adıyla değil) bir uluslararası örgüte katılmış oldu. 2023 yılındaki bir sonraki zirvede ise Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (EİT) Teşkilat nezdinde gözlemci oldu.

Türk Devletleri Teşkilatı adını almasından bu yana, bir kültürel işbirliği platformu kimliğinden ekonomi ağırlıklı stratejik bir bölgesel örgüt yapısına doğru evrilen kuruluşun, henüz yolun başında olsa bile bölgesel ve küresel ölçekte etkisini artırdığı söylenebilir.

Yazının Devamı

Şara-Putin görüşmesinin ortaya koyduğu gerçek

Suriye yönetimi lideri Ahmed el-Şara’nın 15 Ekim’deki Moskova ziyareti, sadece Suriye düzleminde değil, bütün Batı Asya’da ve dolayısıyla dünya genelindeki cepheleşmede de önemli bir gerçeğin ortaya konulmasını temsil ediyor. Her ne kadar Suriye’nin mevcut yönetimi ile Moskova arasındaki temasların bu yılın Ocak ayından itibaren sürdüğü bilinse de, Şara’nın ziyareti bunun bütün dost ve düşmana ilan edilmesi anlamı taşıyor. Putin’in görüşmede verdiği olumlu mesajlar, Şara’nın Rusya ile olan ilişkilerin sürdürülmesi konusundaki irade beyanı ve Suriye’deki Rus üslerinin ve askeri varlığının kalıcı olduğunun ortaya çıkması, 8 Aralık 2024 sonrası ortaya çıkan yeni durumda, “Rusya ve İran’ın yenildiği, İsrail’in kazandığı” yönündeki efsanelerin sonuna işaret ediyor.

Oysa daha bu ziyaretin hemen öncesinde bile, Esad yönetiminin müttefiki Moskova’nın, eski HTŞ, yeni Suriye Geçici Yönetimi lideri Şara ile zinhar görüşmeyeceği, aynı yaklaşımın Şam’da da hakim olduğu yönünde güçlü bir inanç vardı. Durumun böyle olmadığı, hem mevcut Şam yönetiminin zorunlulukları hem de Moskova’nın menfaatleri gereği Rusya ile Suriye’nin yeni yönetimi arasında bir yakınlaşma olduğu ortaya çıktı. Rusya’nın, Suriye’nin buğday ve enerji ihtiyacında vazgeçilemez bir tedarikçi olmasının yanı sıra Suriye Ordusu’nun askeri teçhizat bakımından da Moskova’ya ciddi bağımlılığı bulunuyor. Yine, Suriye’nin kullanımdaki banknotları Rusya tarafından basılıyor. Öte yandan Şara yönetiminin, aynı Esad yönetimi gibi, Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığını İsrail’e karşı dengeleyici bir güç olarak gördüğü söylenebilir.

Yazının Devamı

Suriye’de Irak modeli tutmaz!

Son dönemde, 8 Aralık 2024’ten sonra piyasaya sürülen bir iddia yeniden dolaşıma sokuldu. Buna göre, Irak’ta 2003’ten sonra uygulamaya konulan modelin Suriye’de de hayata geçirileceği ileri sürülüyor. Daha çok, SDG’ye yakın çevrelerin bu modeli gündemde tutmaya çalıştığı görülüyor. Aslında bu dışarıdaki güçler tarafından empoze edilen bir model. Bu güçlerin başında İsrail geliyor. Ama İsrail dışında da onunla aynı kampta yer almayan başka güçlerin de, açıktan olmasa da, bu yöndeki gündemi alttan alta desteklediği görülüyor.

Bu modelle hedeflenen, Suriye’de de Irak’ta günümüzde uygulandığı gibi, Kürtlerin yaşadığı kesimde bir bölgesel yönetimin oluşturulması. İç işlerinde bağımsız, dış işlerinde merkezi hükümete bağlı, kendi silahlı gücü olan, doğal kaynakları nüfus oranında paylaşan bir bölgesel yönetim modeli.

Yazının Devamı

ECFR: ABD çekiliyor başımızın çaresine bakalım!

Trump döneminde trans-Atlantik ilişkilerin geleceği Avrupa devletleri için en öncelikli konuların başında geliyor. Bir yandan Ukrayna’da savaşın gidişatı diğer taraftan Batı Asya’daki krizler başta olmak üzere dünya genelinde, ABD ile Avrupa arasında Soğuk Savaş ve sonrasındaki dönemin ilişki biçiminden farklı bir düzenin nasıl kurulacağı konusunda geniş tartışmalar yapılıyor. Bu konudaki analizlerden birisi Avrupa dış ve güvenlik siyasetleri üzerine çalışmalar yürüten Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin (European Council on Foreign Relations: ECFR) web sitesinde yayımlandı. ECFR’nin kıdemli ABD-Avrupa ilişkileri analisti Majda Ruge’nin kaleme aldığı “J.D. Vance’in dış siyaseti: Sınırlama ile kültür savaşının kesiştiği nokta” başlıklı yazıda dikkat çekici değerlendirmeler yer alıyor. ECFR uzmanı, ABD Başkan Yardımcısı’nı oğul Bush’un Başkan Yardımcısı ve neo-conların piri Dick Cheney’den sonraki en etkili başkan yardımcılarından biri olarak tanımlıyor. Şöyle diyor yazar: “Vance, ABD’nin Avrupa ve dünya ile nasıl ilişki kuracağına ilişkin Cumhuriyetçi Partinin yaklaşımında bazı açılardan devrim niteliğinde bir dış siyaset profili çiziyor.”

J. D. Vance’i “Dick Cheney’in tam zıddı” diye tanımlayan ECFR uzmanı, ABD Başkan Yardımcısı’nın dış siyaset önceliklerine ilişkin şunları hatırlatıyor:

Yazının Devamı

James Jeffrey’den SDG için yol haritası

ABD’nin eski Türkiye Büyükelçilerinden ve Suriye Özel Temsilciliği görevi sırasında SDG ile de yakın mesaisi bulunan James Jeffrey, Washington Enstitüsü için Devorah Margolin ile Suriye’deki son durum üzerine bir çalışma yayınladı. Türk basınında fazla yer bulmayan bu inceleme birçok bakımdan dikkat çekici öneriler içeriyor. Özellikle SDG’ye öneriler bakımından. 7 Ekim 2025 tarihli yazının başlığı “Kürtlerin kuzeydoğusunu Suriye’nin diğer bölgeleriyle birleştirme zamanı” (Washington Enstitüsü web sitesi, 7 Ekim 2025).

Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü, ABD’deki en etkin İsrail yanlısı kuruluşlardan birisi. James Jeffrey’nin özelliği ise pragmatik olması. ABD’nin önde gelen “Kürt meselesi” ve Türkiye uzmanlarından olan Jeffrey’e göre “birleşik Suriye” hedefini ABD de paylaşıyor. Şöyle diyor Jeffrey: “Gerçek şu ki, birleşik bir Suriye, İran ve IŞİD gibi kötü niyetli aktörlerin saldırılarına karşı çok daha dirençli olacaktır. Bu iki aktör, Suriye genelinde sık sık yönetilmeyen bölgeleri hedef almıştır. Bu nedenle, DAANES ile Şam arasındaki müzakereleri hızlandırmanın zamanı gelmiştir. (…) ABD’nin tutumu açık: Azınlıklara yönelik şiddet, yerel dil sorunları ve dini haklar konusundaki kaygıları görmezden gelmeden, Suriye'nin birleşmesi için harekete geçme zamanı geldi.”

Yazının Devamı

Yeni bir ufka doğru Türk Devletleri Teşkilatı

Türk Devletleri Teşkilatı’nın (TDT) Azerbaycan’ın Gebele kentindeki 12. Zirvesi’nde alınan kararlar, kuruluşun yeni bir ufka doğru yöneldiğini ortaya koyuyor. 7 Ekim’de “Bölgesel Barış ve Güvenlik” temasıyla yapılan Zirve’de üye ve gözlemci devletler arasında işbirliği alanlarının giderek somutlaştığı görülüyor. Fakat bunun yanı sıra alınan bir kararın Teşkilat’ın geleceğini şekillendireceği anlaşılıyor. Zirve’de, “dış ortaklarla karşılıklı ilgi alanlarında işbirliği için esnek bir çerçeve olarak” TDT+ formatının kurulması kararlaştırıldı.

Bu karar, Teşkilat’ın Türk dili konuşan ya da Türksoylu ülkelerle sınırlı yapısında önemli bir değişiklik anlamına geliyor. Teşkilat’ın bu açılımı, TDT’nin diğer bölgesel örgütler ve devletlerle işbirliği için uygun çerçeveyi oluşturacak. Özellikle de, TDT’nin kuruluşunu tereddütle karşılayan Rusya, Çin ve İran ile.

Yazının Devamı

Putin’in gözüyle çok kutuplu dünyanın doğası

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ülkesindeki en itibarlı ve etkili düşünce kuruluşu olan Valdai Kulübü’nün 2 Ekim’deki 22. Yıllık Toplantısı’na katıldı. Kuruluş’un bu yılki toplantısının ana konusu çok merkezli dünya ve çok kutupluluk olarak belirlenmişti. Bu çerçevede 29 Eylül’den 2 Ekim’e kadar üç gün boyunca 42 ülkeden 140 katılımcının bir araya geldiği oturumlarda tartışmalar yapıldı. Son günkü genel oturuma katılan Putin’in konuşması Türkiye’de ve uluslararası basında daha çok güncel Ukrayna meselesi üzerinden haberleştirildi. Oysa Putin, çok kutupluluk ve uluslarası gelişmelerin genel gidişatı hakkında dikkat çekici değerlendirmeler yaptı.

Putin, günümüz dünyasının doğasına ilişkin belirlemelerini 6 noktada şu şekilde özetliyor:

Yazının Devamı

Ulusal Güvenlik Belgesi’nde öncelik iç cephe

Uluslararası siyasette gündem Trump’ın Gazze planı iken ABD içinde süren bir mücadelenin konusu olan Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin hazırlıkları Washington’un derin koridorlarında tartışılıyor.

Yönetimin dış politikası ve küresel ölçekte askeri konuşlanma düzenini de belirleyecek olan Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin bu ay içinde açıklanması bekleniyor. Bu belgeyle birlikte ABD kuvvetlerinin dünya genelinde nerede konuşlandığını değerlendiren küresel durum incelemesi ile ABD ve müttefiklerinin hava savunma sistemlerini inceleyerek Amerikan sistemlerinin nereye yerleştirileceğine dair önerilerde bulunan hava ve füze savunma incelemesi de yayınlanacak. Amerikan basınında yer alan haberlere göre Strateji Belgesi’nde öncelik “iç cephe” ve “Pekin ve Moskova gibi rakiplerle mücadele etmenin önüne iç ve bölgesel görevler konuyor” (Politico, 9 Eylül 2025).

Yazının Devamı