Yandex
05 Aralık 2025 Cuma
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Biz o dayağı neden yedik öyleyse?

Latif Bolat

Latif Bolat

Gazete Yazarı

A+ A-

Öcalan’ın PKK’yı feshetme çağrısını duyunca, hafızamız bizi tam tamına 46 sene öncesinin 30 Nisan’ına götürdü, elimizde olmadan. Sene 1979 idi. Taptaze bir lise müzik öğretmeniydik. Daha yeni mezun olmuş, çekilen kurada Mardin’in Nusaybin Lisesine atanmıştık. O senelerin terör dolu günlerinde, bir miktar çekinmiştik ama, yine de “Vatanın her yeri kutsaldır” diyerek Mardin’e gelmiş ve sabah çayımızı, otobüs terminalinde içmekteydik. Beden eğitimi öğretmeni olan rahmetli Zafer Yalçın ile, sabah mahmurluğu içinde çayımızı yudumlarken yaklaşık altı kişilik bir genç grubu peydâ olmuştu. İçlerinden en yapılısı, “Siz öğretmenlersiniz galiba da hangi okuldan mezun oldunuz?” diye sormuştu.

Biz de Gazi Eğitim Enstitüsü filan diyecek olduk. Onlar kendi aralarında tartışıp, “O okuldan solcu mezun olamaz, siz de faşist olmalısınız” diye bizleri mahkûm etmek istemişti. Ama, fazla da ikna olamadığı için, bizi bırakıp terminale yeni gelen başka bir otobüsteki, bıyıkları aşağı sarkmış ve o günlerin modasıyla Türkeşçi olduğu açık olan iki öğretmeni sorguya almışlar ve bir güzel dövüp, ilk otobüsle geldikleri yere geri göndermişlerdi. Biz de bu ilk sorgudan yırtmış olacaktık böylece.

Biz o dayağı neden yedik öyleyse? - Resim : 1

SİLAH SESLERİ İLE İLK DERS

Tam iki gün sonra, Nusaybin Lisesinde, hayatımızın ilk lise dersini verip, öğretmenler odasına giderken, az önce terk ettiğimiz sınıftan silah sesleri gelmeye başlamıştı. Ders sırasında, Gazi Eğitim’den mezun olduğumuzu ifade edince, sınıfın bir yarısı bizim “faşist” olduğumuza karar vermiş ve diğer yarısı da Gazi’nin öğrenci derneği Dev-Yol’cu olduğu için, bizi savunmuşlardı. Bu ikilikte, Kürt öğrenciler bizi faşistlikle suçlarken, Arap asıllı öğrenciler ise sahip çıkarak, bizi savunmuşlardı. Ve iki grup arasındaki silahlı çatışma, okulun 3 gün tatil olmasına yol açmıştı. Bu süre zarfında da iki tarafın aşiret reisleri toplantı yapıp, el konulan silahları geri verdirmiş ve geçici de olsa, bir barış sağlanmıştı okulda.

6 SENELİK EMEK 20 GÜNLÜK İŞ

Biz o dayağı neden yedik öyleyse? - Resim : 2

Bu şartlar altında, Nusaybin Lisesi’nde 20 gün kadar öğretmenlik yapmıştık. Lisenin tek müzik öğretmeni olarak gerektiğinde İstiklal Marşını okulun avlusunda sıralanan öğrencilere okutmak da bizim görevlerimiz arasındaydı elbette. Rahmetli Zafer ile ben, bekârlara ev verilmediği için, külüstür bir otelin bitli odasında yaşamak zorunda kalmıştık. 30 Nisan’da ise, o güzel bahar gününde, öğretmen derneği TÖBDER’den çıkıp otelimize giderken, neye uğradığımızı şaşıracaktık. TÖBDER’in önünde gizlenmiş 20 kadar kişi, ellerinde gazete kağıdına sarılı inşaat demirleri ile bize vurmaya başlamıştı. Sanki düşman kuvvetleri Nusaybin’i işgal etmiş de kendileri “Vatan savunması” yapmaktaydılar.

Öylesine şiddetle ve hınçla vurmaktaydılar. Yaklaşık yirmi dakikalık saldırıdan sonra, saldırganlar ortadan kaybolurken, biz de Mardin Devlet Hastanesi’nin yolundaydık. Nusaybin polisinin cipi bozuk olduğu için, bir mühendisin külüstür arabasını polis ödünç almıştı ve ellerinde “akrep” denilen otomatik silahlarla, bizi Mardin’e hastaneye götürmekteydiler. O geceki bu yolculuk, hep aklımızda kaldı. Çünkü polisler her an saldırı bekleyen bir pozisyonda, pür dikkatteydiler.

HER ŞEYDE BİR HAYIR MI VAR?

Biz o dayağı neden yedik öyleyse? - Resim : 3

Böylece hem bizim hem de Zafer Yalçın arkadaşımın Nusaybin’deki öğretmenliği kendiliğinden sona ermişti. Zafer Rize Lisesi’ne giderken, ben öğretmenlikten toptan vazgeçip, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne (Mülkiye) başlayacaktım. Ve 3 sene boyunca da Erkan Yücel ile Ankara Halk Tiyatrosu’nda beraber çalışmanın zevkine sahip olacaktım. Okul bitince de devlet bursu kazanıp, Kaliforniya’ya yolcu olacaktım, gelecek 40 sene için! Yani, hayat bir musibet sonucunda, bizi bambaşka mecralara sürüklemiş oluyordu.

O senelerde genç olan hemen herkesin başından geçebilecek bu basit olayı neden hatırlattık şimdi, merak etmişsinizdir?

NUSAYBİN’DE İSTİKLAL MARŞI

46 sene önce, daha PKK sadece 5 aylık iken, Apoculuk ile başlamıştı her şey. Bize hem Mardin terminalinde hem Nusaybin Lisesinin dershanesinde hem de çarşının orta yerinde öldüresiye saldıranlar da o zamanın Apocuları imiş, sonradan öğrendiğimize göre.

Büyük bir ihtimalle, o zamanlar yaşları sadece 20’li rakamlarda olan bu genç delikanlılar, şimdilerde 65-70 yaşlarında olmalılar. Eminiz ki bir kısmı, gençliğin verdiği maceracılıktan vazgeçip normal bir hayata devam etmişlerdir. Belki de bir kısmı, o ortam içinde bu dünyadan göçüp gitmişlerdir. Bir kısmı da daha sonra PKK adını alacak olan örgüt adına, bize yaptıklarının misliyle fazlasını başkalarına yapacak örgüt üyesi haline gelmişlerdir.

HOLDİNGLER AYNI HOLDİNG YA BİZ?

Aradan geçen 46 seneden sonra, Abdullah Öcalan’ın örgütü feshetme ve silah bırakma çağrısını duyunca, içimiz burkularak, bu basit ama iki genç insanın hayatlarında muazzam iz bırakan ve geleceklerini değiştiren anıyı hatırladık. On binlerce Türk ve Kürt gencinin kaderlerini değiştiren bu 46 senede elde edilen kazançları, kaybettiklerimizle karşılaştırınca, üzüntümüz daha da artıyor. Her sene bu yolda harcanan milyarlarca lirayı, kaybedilen binlerce insanı, memleketin ufkunun kararmasını, bin senedir beraber yaşamış olan insanların bir kısmının, bu yolda birbirlerine düşman kesilmesini düşününce, “biz neden tüm bunları yaşamak zorunda kaldık ki?” diye sormadan edemiyoruz. O ılık 30 Nisan 1979 baharının akşamı, Nusaybin yine bugünün Nusaybin’i idi. Herkes işinde gücünde, bir kısmı, aynen Antep’teki Türk komşuları gibi, Suriye’den kaçakçılık yaparak geçim sağlamak derdinde, ailesini geçindirmek uğruna kolunu bacağını kaybederek hayatını sürdürmeye çalışmak ile meşguldü. Türkiye’nin potansiyelinin ve enerjisinin çok önemli bir kısmı, bu 46 senede heder edilmiş ve sokağa atılmış oldu.

Memleketin durumunu sınıf tahlili ile değil de gereksiz ve temelsiz ayrılıkçı teorilerle ele alırsanız, işte böyle olur, aradan 46 değil 146 sene bile geçse. Koç Holding, Sabancı Holding ve tüm varlıklılar, o zamanlarda da en büyüklerdi, şimdi de hâlâ öyleler. Aynı bankalar, aynı şirketler, Kürdü ve Türkü ile aynı şahıslar, dehşetli büyümenin bin bir türlü yolunu buldular bu 46 senede. Ama bize 46 sene önce Nusaybin sokaklarından birinde saldıran o yirmi genç ve bizim için, değişen hiçbir şey olmadı. O zaman, insan sormadan edemiyor “affedersiniz ama, biz o ölümcül dayağı neden yemiştik bir bahar günü, Nusaybin’de?”

Mardin Nusaybin Kültür Sanat