Yandex
05 Aralık 2025 Cuma
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Çok kutuplulaşma, imkanlar ve dayatan ihtiyaç

Fikret Akfırat

Fikret Akfırat

Gazete Yazarı

A+ A-

Küresel ölçekte geçici ya da dönemsel olmayan, niteliksel jeopolitik değişikliklerin olduğu, bu süreçten memnun olanların da olmayanların da ortak değerlendirmesi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’nin önderliğinde inşa edilen ve ABD-Avrupa ortaklığının çekirdeğini oluşturduğu Atlantik sisteminin dünyaya nizam verme yeteneğinin tükendiği bir dönemden geçiyoruz. Birçokları, ABD Başkanı Trump’ın izlediği siyasetleri anlamakta zorlanıyor. Oysa Trump’ı ABD’de işbaşına getiren koşullar, doğrudan çok kutuplulaşma sürecinin sonucunda oluşmuştur. ABD’de 2000 yılından itibaren yoğunlaşan bir tartışmada en sivri ucunu neo-conların temsil ettiği bir kesim, ABD’nin gerilemekte olduğu gerçeğini saptayarak, bu süreci küresel askeri müdahaleleri artırarak çözme stratejisini savundu. Bunlar, oğul Bush’un başkanlığı döneminde iktidarın kilit konumlarına yerleştiler ve önce Afganistan’ı ardından Irak’ı işgal operasyonlarına önderlik ettiler. Hedefte, Suriye, İran ve Türkiye de vardı. Yapabilseler, Kuzey Afrika’dan Orta Asya’ya kadar 22 ülkenin sınırlarını değiştireceklerdi. Fakat, her iki işgal de ABD’nin gerileme sürecini durduramadı, tersine hızlandırdı. Neo-liberalist küreselleşme süreciyle kapitalizmin zaferini “Tarihin Sonu” diye kutlayan neo-con destekçisi Fukuyama, kısa bir süre sonra onları, “ABD’nin gücünü sorumsuzca tüketmekle” suçlayacaktı.

ABD İÇİNDE ŞİDDETLENEN MÜCADELE

Kuşkusuz bu süreç, kendiliğinden olmadı. Geçen 80 yıl içinde gelişen dünya devletleri ve halklarının yoğun mücadeleleri sonucunda ABD emperyalizminin gerilediği koşullar ortaya çıktı. Afganistan ve Irak işgalleri, yüz binlerce insanın ölümüne, bu ülkelerin kaynaklarının yağmalanmasına, devlet yapısının, siyasi sisteminin ve toplumsal düzeninin yıkımına yol açtı. Fakat, işgali yapan ABD’nin gerilemesini durduracak herhangi bir kazanım sağlayamadı. ABD, Trump’ın deyişiyle “anlamsız savaşlarda trilyonlarca dolarını çöle gömdü.” Dahası, hem Irak’ta hem Afganistan’da hem de dünya genelinde sadece halklar düzeyinde değil devletler arasında da anti Amerikancılık yükseldi. Bu durum, kaçınılmaz olarak bir muhasebenin yapılmasına neden oldu. Bush ile başlayan ve son olarak Biden ile devam eden stratejinin karşısında ABD’deki diğer hâkim sınıf kanadı ise, içe dönmeyi ve dünya genelindeki askeri müdahaleleri sınırlamayı savunuyordu. Onlara göre, böylece, ABD’yi geçen esas tehdit Çin ile mücadele edilebilecekti. Trump, bu kanadın desteğiyle işbaşına geldi. Fakat, Trump’ın ilan ettiği “savaşları durdurma” programı, doğrudan ABD içinden ve Atlantik sisteminin diğer bileşenleri arasında direnişle karşılaştı. ABD’de özellikle Kongre, ordu, istihbarat, yargı bürokrasisi ve medya içinde önceki dönemin programını savunanların ciddi bir gücü bulunuyor. İki farklı strateji, ABD içindeki şiddetlenen bir güç mücadelesine yol açıyor. Trump’ın zikzaklarının arkasında esasen bu güç mücadelesi var.

GÜNÜMÜZÜN BELİRLEYİCİ İHTİYACI

ABD ve Atlantik hegemonyacılığının gerilemesi, gelişen dünya devletlerinin nefes almasını sağladı. Çok kutuplulaşma, gelişen dünyanın milli devletlerinin kendi milli menfaatlerini hayata geçirebilmesi açısından imkânlar yarattı. Gelişen dünyada, Atlantik sisteminin etki edemediği çeşitli anlaşmazlıkların ortak menfaatler temelinde çözümü için fırsatlar ortaya çıktı. Kuşkusuz bu süreç düz bir çizgi şeklinde ilerlemiyor. Sapmalar, inişler, çıkışlar oluyor. Ancak gelişmenin esas yönünün bu olduğu görülüyor.

Buna karşılık, ABD dünyada savaş etkeninin kaynağı olmaya devam ediyor. ABD, halen dünyanın bir numaralı askeri gücü. Gücü düzen kurmaya yetmese bile, gelişen dünya devletlerinin menfaatlerine uygun düzeni geciktirmeyi başarabiliyor. Bu koşullarda, mesele ABD’nin karşısında gelişen dünyanın caydırıcılığı tam olarak sağlayabilmesidir. Bunun için gelişen dünyanın milli devletlerinin, daha aktif davranması ve ön alıcı ortak mekanizmaları inşa etmesinin günümüzün belirleyici ihtiyacı olduğu görülüyor.

ABD Avrupa Atlantik