Enerji ve güvenlik ekseninde Türkiye’nin Suriye politikası deniz yetki alanları ve bölgesel dengeler
Ortadoğu’nun sancılı denkleminde bu yaz sonu öne çıkan en önemli gelişmelerden biri, Türkiye’nin Suriye ile geliştirdiği enerji ve savunma işbirliğidir. 2 Ağustos itibarıyla devreye giren antlaşma çerçevesinde Türkiye, Suriye’ye yılda iki milyar metreküp doğal gaz ve bin megavat elektrik sağlamaya başladı. Aynı zamanda imzalanan yeni savunma antlaşmasıyla, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Suriye’de geçici hükûmete silah, lojistik ve eğitim desteği vermesi kararlaştırıldı.
Bu adımlar, yalnızca ikili ilişkileri değil, bölgesel dengeleri de doğrudan etkileyecek potansiyele sahip.
Türkiye’nin Suriye’ye sağladığı doğal gaz ve elektrik akışı, sadece insani ve ekonomik bir katkı değil; aynı zamanda enerji diplomasisinin somut bir aracı. Bu sayede:
- Türkiye, enerji hatlarını ve bölgedeki stratejik rolünü genişletiyor.
- Suriye’de savaşın harap ettiği altyapıya can suyu veriliyor.
- Ankara; Rusya ve İran ile dengeli ilişkilerini korurken, Azerbaycan ve Katar gibi enerji ortaklarını da sürece dâhil ediyor.
Enerji, bu noktada hem jeopolitik bir koz hem de güven inşası için bir 'yumuşak güç' unsuru haline geliyor.
SAHADAN STRATEJİYE
Yeni savunma antlaşması, Türkiye’nin sahadaki rolünü kurumsallaştırıyor. Eğitim, lojistik ve silah desteği, Türkiye’yi yalnızca sınır güvenliğini koruyan bir aktör olmaktan çıkarıp bölgesel güvenlik mimarisinin merkezine taşıyor. Bu durum:
- Türkiye’nin NATO dışı askeri angajman kabiliyetini gösteriyor,
- Suriye’nin yeniden yapılanma sürecinde Ankara’yı vazgeçilmez bir ortak kılıyor,
- Aynı zamanda, ABD ve İsrail gibi bölge dışı aktörlerin manevra alanlarını daraltıyor.
UKRAYNA BAĞLANTISI: DİPLOMASİ ALANININ GENİŞLEMESİ
Türkiye’nin yalnızca Suriye’de değil, Karadeniz’de de kritik bir rol oynadığı gözden kaçmamalı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen günlerde Putin’le yaptığı görüşmede, Ukrayna barış çabalarını desteklediğini belirtmesi ve Dışişleri Bakanlığının barış gücü misyonları için 'önce ateşkes' şartını öne sürmesi, Ankara’nın çok boyutlu diplomasi stratejisini yansıtıyor.
Türkiye, aynı anda hem Ortadoğu hem Karadeniz hattında diplomasi yürüten nadir ülkelerden biri.

DENİZ YETKİ ALANLARI VE ENERJİ KAZANIMLARI
Türkiye ile Suriye arasında gündeme gelen deniz yetki alanı antlaşması, Doğu Akdeniz’de yeni bir enerji denkleminin kapısını aralıyor. Bu antlaşma, Türkiye’nin daha önce Libya ile imzaladığı mutabakatın bir benzeri olarak, hem kıta sahanlığı sınırlarını netleştirmeyi hem de doğal gaz ve petrol arama faaliyetlerinde yeni fırsatlar doğurmayı hedefliyor.
Bunun yanında, Suriye ile Lübnan arasında yapılan deniz yetki alanı görüşmeleri de Türkiye açısından önemli. Eğer Şam-Beyrut arasındaki mutabakat, Türkiye ile Suriye arasındaki işbirliğiyle uyumlu şekilde ilerlerse, Doğu Akdeniz’deki enerji paylaşımı daha dengeli bir çerçeveye oturabilir.
Bu tür adımlar sayesinde Türkiye yalnızca enerji ithalatçısı bir ülke olmaktan çıkıp, enerji denkleminin aktif belirleyicisi konumuna yükselebilir. Özellikle, Doğu Akdeniz’deki olası doğal gaz rezervleri üzerinde söz hakkı kazanmak, Türkiye’nin uzun vadeli stratejik çıkarlarına hizmet ediyor.
Bunun tersine, Suriye ile Lübnan arasındaki deniz yetki alanı görüşmeleri Türkiye-Suriye işbirliğiyle uyumlu değil de çelişkili bir yönde ilerlerse, bu durum Türkiye açısından ciddi riskler doğurabilir. Şam-Beyrut hattının Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile daha yakın bir pozisyon alması halinde, Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanı paylaşımı Türkiye’yi dışlayacak bir çerçeveye oturabilir. Böyle bir gelişme, Ankara’nın enerji diplomasisi yoluyla elde etmeye çalıştığı kazanımları zayıflatacağı gibi, Türkiye’nin Münhasır Ekonomik Bölge argümanlarını da tartışmalı hale getirebilir. Ayrıca Lübnan’ın Batı destekli enerji konsorsiyumlarına eklemlenmesi, Suriye’yi ikili antlaşmalar konusunda daha kırılgan bir konuma sürükleyebilir. Bu tablo, Türkiye’nin Ortadoğu’da denge kurucu rolünü zayıflatırken, Yunanistan-GKRY-İsrail hattının Doğu Akdeniz’de elini güçlendiren bir sonuç doğurabilir.
ZIT İDDİALAR: SURİYE–İSRAİL SÖYLENTİLERİ
Bölge basınında, Suriye ile İsrail arasında 25 Eylül’de ABD destekli bir güvenlik antlaşması yapılacağı yönünde iddialar yer aldı. Ancak, Şam yönetimi bu söylentileri resmen yalanladı. Dolayısıyla, şu aşamada bu haberler teyitli bir gelişme değil, diplomatik spekülasyon olarak görülebilir. Bu tür iddialar, Türkiye’nin sahadaki rolünü gölgelemeye yönelik propaganda ya da psikolojik operasyon aracı olarak da okunabilir.
Eğer Suriye ile İsrail arasında 25 Eylül’de ABD destekli bir güvenlik antlaşması gerçekten yapılırsa, bu durum Türkiye açısından önemli handikaplar yaratabilir. Öncelikle, Ankara’nın Suriye ile geliştirmeye çalıştığı enerji ve savunma işbirliği sekteye uğrayabilir, Şam yönetimi Türkiye yerine ABD ve İsrail ile güvenlik koordinasyonuna yönelirse Ankara’nın bölgesel nüfuzu daralabilir. Ayrıca böyle bir antlaşma, Doğu Akdeniz’de Yunanistan-GKRY-İsrail hattının stratejik konumunu güçlendirerek Türkiye’yi enerji paylaşımında daha da yalnızlaştırabilir. ABD’nin garantörlüğünde oluşacak yeni güvenlik mimarisi, Türkiye’nin bölgesel arabulucu ve denge kurucu rolünü gölgelerken, Suriye’nin Batı bloğuna kayması ihtimali Ankara’nın Ortadoğu politikasında kırılganlık yaratabilir.

YENİ BİR BÖLGESEL MİMARİ Mİ?
Türkiye’nin son hamleleri, enerji, güvenlik ve deniz yetki alanı boyutlarıyla birlikte değerlendirildiğinde, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de yeni bir sayfa açıldığını gösteriyor.
- Enerji hatları üzerinden ekonomik entegrasyon,
- Savunma antlaşmaları üzerinden güvenlik mimarisi,
- Deniz yetki alanı antlaşmaları üzerinden stratejik kazanımlar,
- Ukrayna barış süreci üzerinden uluslararası diplomasi...
Hepsi Ankara’yı hem bölgesel hem küresel bir arabulucu ve stratejik aktör konumuna taşıyor.
Suriye-İsrail söylentilerinin aksine, sahadaki asıl tablo Türkiye’nin giderek güçlenen diplomatik ve enerji odaklı ağırlığını işaret ediyor.