FETÖ olmadıysa, Bektaşi devleti verelim!
“Böl ve Kolayca Yönet” sloganı, dünyaya medeniyeti getiren Mezopotamya’nın öncüleri Sümerler döneminden beri şiddetle geçerli bir olgu. Aradan geçen 6-7000 senede, onlar ve onlardan sonra gelenler, bu sloganın hayata geçmesi ve mükemmelleştirilmesi için dahiyane formüller buldular ve insanlığın hikayesi, bu bol-yönet taktikleri ile günümüze kadar ulaştı.
Dünyanın her yerine göre, bu konuda en fazla problem yaşayan bir bölgesinde olan Türkiye, bu konuda da nasibini fazlası ile almış bulunuyor, uzun tarihi içinde. Orta Asya’daki 16 devletimizin yıkılış sebeplerinden en önemlileri de bu değil midir ki zaten? Yoksa kocaman devletlerimiz neden parçalanıversin.
16 TÜRK DEVLETİ NEDEN 16?
Orta Asya’daki devletlerimizin bol-yönet ile yıkılması tarihini bir taraf bırakıp, günümüze getirirsek, yepyeni bir böl-yönet evladımız daha oldu diyebiliriz bugün. O da Arnavutluk ülkesinin başşehri Tiran’da yaratılmaya çalışılan Bektaşi Vatikan Devleti! Evet, Hacı Bektaş Türkiye’de, dergâhı Hacı Bektaş beldemizde. Ama binlerce kilometre uzaklardaki Arnavutluk’ta, birdenbire bir Bektaşi Devleti kurmak iştahı ortaya çıkıverdi. Elbette Balkan Türklüğü ve Osmanlı dönemindeki yüzlerce yıllık Türk varlığı, oradaki Bektaşi tekkeleri tarafından da ispat ediliyor tarihi olarak. Bizzat kendimiz, Bulgaristan’ın Karadeniz kıyılarında, Deliormanlar bölgesindeki Akyazılı Baba ve Bosna-Hersek’teki Blagaj Bektaşi tekkelerini görüp, feyz alma şansına mutlu bir şekilde sahip olabildik. Ve daha nice muhteşem tarihi tekkelerin varlığını da bilmekteyiz. Çünkü bazılarında, hala Balkan Bektaşileri varlıklarını tüm zorluklara rağmen sürdürebilmektedirler.

MÜSLÜMAN ÜLKELERİ PARÇALAMAK: VAHHABİLİK
Ama birdenbire bu Bektaşi Devleti konusu nasıl ve neden ortaya çıkıverdi, insan merak ediyor doğrusu. Aklımıza hemen Emperyal devletlerin Arabistan, İran ve Kore’deki faaliyetleri sonucu ortaya çıkan benzer oluşumlar geliyor. Hatırlatalım biraz:
Osmanlı’nın idaresi altında bütünleşmiş olan İslam dünyası, özellikle 19. Yüzyılda dünya egemeni İngiltere’nin hedefindeydi. Arabistan çöllerinde küçük bir mezhep kuran Abdülvahhab’ın İslam yorumunda, bir “siyasi bir hazine” bulan İngilizler, Osmanlı’ya karşı, İslam’ın “saf halini” temsil ettirdikleri Vahhabizmi, siyasi olarak da destekleyerek çok önemli bir konuma yükselttiler. Vahhabilik, Osmanlıların başını tüm 19. yüzyıl boyunca çok ağrıttı. İstanbul’un zaten giderek azalmış olan önemli kaynakları, Vahhabiler ile mücadeleye harcandı.
Daha sonraları birtakım çekişmeler olmuşsa da Vahhab ailesi ile evlilik sayesinde birleştirilen Suud hanedanından Abdülaziz bin Suud, Vahhabi devletini yeniden kurdu. Osmanlıların yenik düşmesiyle sonuçlanan I. Dünya Savaşı’nın arkasından Vahhabiler Hail, Taif, Mekke, Medine ve Cidde’yi de ele geçirdiler (1921-1926). Abdülaziz bin Suud, Necd ve Hicaz Kralı olarak kabul edildi (1926). 20 Mayıs 1927 tarihinde İngiltere ile yapılan Cidde anlaşmasının arkasından da tam bağımsızlığını ilan etti. Böylece Abdülaziz bin Suud, İngiliz desteği ile, Suudi Arabistan Kralı olarak tüm Hicaz’ı egemenliği altına aldı. İslam dünyasının kırk parçaya bölünmesi de bu sayede gerçekleştirilmiş oldu!
İRAN ŞİİLERİNİ BÖLMEK Mİ: BAHAİLİK
Aşağı yukarı aynı dönemlerde, İran’da da benzer gelişmeler sonucu, Şii İran yönetimine karşı oluşturulan Bahailik, o dönemdeki Avrupa emperyalistlerinin hedefteki ülkeleri zayıflatıp kontrol edebilme ürünü olarak değerlendirilir, birçok araştırmacı tarafından. Böylece zaten problemlerle dolu olan 19. yüzyılın İran’ında, özellikle de İran ve Rus Çarlığının aralarındaki mücadelede kullanılabilecek bir muhalefet unsuru yaratılmış oldu.

Benzer bir gerçeklik, Güney Kore’de meydana çıktı. 1954 yılında, Kore savaşından sonra emperyalistler tarafından ikiye bölünen Kore’nin daha da bölünmesini sağlamak için, Sun Myung Moon adlı bir rahip tarafından yeni bir din kurduruldu. ABD Kore savaşı sonrasında Moon’un şahsında çok kuvvetli ve önemli bir anti-komünist hareket yaratmış oldu. Moon birdenbire ABD devletinin başkandan aşağıya kadar her kesiminde itibar gören ve desteklenen bir dini lider yapıldı. Kısaca Moonies denilen bu Hristiyan kaynaklı yeni din, gerek Güney Kore’de gerekse birçok diğer ülkede, Amerikan acentalarının yayılmasında kullanıldı. Parasal anlamda çok karışık ilişkileri nedeni ile ceza da alan Moon’un hayatta olan eşi de daha geçen hafta Kore Başbakanına rüşvet vermekten dolayı tutuklandı.
Bu örneklerin üzerine, Türkiye’nin başına bela edilen Fetullah Gülen hareketinin tarihini yazmaya gerek bile yoktur. Çünkü tüm detayları ile defalarca ortaya konulmuş ve Türk siyasetindeki varlığı önemli ölçüde sınırlandırılmıştır.
HACI BEKTAŞ YUKARILARDAN MERAKLA BAKARKEN
Tam da bu dönemde, Arnavutluk’ta bir Bektaşi Devleti kurulması çabaları çok dikkat çekicidir. Bununla hem Türkiye’deki Alevilerin iyice yabancı kontrolüne sokulması ve hem de FETÖ’ye yaptıramadıklarının yaptırılması gibi farklı acentalar gündemdedir. Zaten uzun senelerdir ABD’nin Şikago şehrinde yaşayan ve bir süre önce vefat eden Arnavut Recep Baba’nın önderliğini yaptığı Arnavut Bektaşi hareketi, bu bağımsız devlet projesi ile iyice ABD kontrolü altında bir araca dönecektir. Nitekim bu yazıdaki fotoğraflarda da görüleceği gibi, Fatma Ana’nın Meryem’e benzetilmesi de ilginçtir. Hz.Ali’nin heykeli de bir Hristiyan evliyasını andıracak dizaynda yapılmıştır.

Kısacası, zaten Avrupa’daki Türk nüfusu içinde başlatılan Ali’siz Alevilik, Atatürk’süz Alevilik, “Bektaşilik ile Aleviliğin alakası yoktur” akımları ile tehlikeye düşürülen Alevi-Bektaşi varlığı, bu Bektaşi Devleti projesi ile iyice tehdit altındadır. Türkiye’deki gerçek inanlar ve gerçek Bektaşiler, aralarındaki farklılıkları bir tarafa koyup, Vahhabilik, Bahailik, Moonies veya FETÖ misallerindeki işbirlikçi duruma düşmenin vebalinden kurtulmalıdırlar.