‘Güçlü aile’ derken…
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, geçen hafta gazetecilerle yaptığı sohbette “Aile Yılı’nda aile hukukuyla ilgili önemli bir yargı paketini görüşe açacağız, TBMM’ye getireceğiz.” dedi. Boşanma davalarında şiddet içermeyen vakalarda arabuluculuk sistemine geçilebileceğini söyledi. Boşanma davalarından nafaka, velayet, mal paylaşımı gibi konuların ayrılması, boşanmanın bir an önce gerçekleştirilip diğer davaların ayrıca devam ettirilmesi gerektiğini ekledi.
PRATİK VE HIZLI BOŞANMA!
Sözlerinin başında “Aile Yılı” vurgusu yaptığı için bu yargı paketiyle Adalet Bakanı’nın öncelikli amacının aileyi güçlendirmek olduğunu düşünmek doğaldır. Ancak kazın ayağı gerçekten öyle midir, arabuluculuk sistemiyle “pratikleşen”, tazminat, nafaka, mal paylaşımı konularının ayrı tutulmasıyla “hızlanan” boşanmalardan aile mi, kadın mı yoksa kim güçlü çıkar analiz etmek gerekir.
Bakan Tunç, boşanma davası yerine arabulucuya gitmenin önemini gerekçelendirirken şunları söylüyor:
“Boşanma davası öncesindeki küçük tartışmalar, avukatların dilekçelere yazdıkları ağır ithamlarla dava sırasında büyüyerek devam ediyor. Buradan taraflar birbirlerine tam düşman oluyor. Duruşmaya gelindiğinde ailenin bütün mahremiyeti herkesin önüne dökülmüş oluyor. Boşanma, eğer arabuluculukta anlaşırlarsa mahkeme onayıyla kısa sürede sonuçlanır. Süreç daha sakin ve olgun şekilde başlatılmış olur.”
ŞİDDET NASIL TESPİT EDİLECEK?
Bakan’ın arabuluculuk önerisinde “şiddet içermeme” şartı bulunmakla birlikte bunun pratikte nasıl uygulanacağına yer verilmiyor. Şiddetin fiziksel şiddetten başka psikolojik veya ekonomik de olabileceği öngörülmüyor. Bu hassas konuda tespitin yargılama faaliyeti gerektirdiği düşünülmüyor.
“Şiddet yok” denilerek arabuluculuk masasına oturtulan kadın, aslında yaşadığı şiddetin kanıtlanmasını daha baştan kaybedebilir.
Arabuluculuk masası “haklı”dan çok “güçlü”yü koruma riski de taşıyor. Ekonomik, sosyal ve psikolojik gücü zayıf olan tarafın (ki genelde kadındır, maalesef toplum gerçeğimizdir) haklarını alabilmesi, güçlü karşısında kendini savunabilmesi mahkeme tarafından yapılan yargılamayla hâkimlerin, yani devletin gücü ve otoritesiyle ancak mümkün olabilir.
“Anlaşmalı boşanma” yöntemiyle tarafların pratik şekilde boşanabilmeleriyse mevcut düzenlemelerle zaten mümkündür.
NAFAKA ACİLİYET GEREKTİREN BİR KARARDIR
Boşanma davalarında, boşanmanın yan unsuru velayet, nafaka, mal paylaşımı konularının ayrı tutularak daha kolay ve hızlı kararlara varılacağı doğru olabilir. Ama bu hız ve kolaylık kimin işine yarayacaktır? Boşanma davalarında tazminat ve nafaka kararları tarafların kusur ağırlığına da bakılarak hükme bağlanır. Boşanma kesinleştikten sonra kusursuz ama güçsüz olan eş, nafaka ve tazminat talepleriyle ilgili açılacak ayrı davalar uzadığında mağduriyet yaşamayacak mıdır?
Yine bu davaların ayrı harçları, ayrı vekâlet giderleri, ayrı masrafları ekonomik yönden güçsüz eş tarafından ne kadar karşılanabilecektir? Dava sayısının artması, yargılama esnasında yinelenen tebligatlar, yinelenen tanık dinlemeleri işin bütününü gereksiz uzatmayacak mıdır?
Farklı yargıçlar tarafından yürütülecek ayrı davalarda davacı açısından birbirini tutmayan kararlar verilirse işler daha da karışmayacak mıdır?
HÜKÜMETTEN BEKLENTİMİZ
Aile kurumunu dağıtmamak, boşanma sayısını azaltmak için aileyi güçlendirmek esas olmalıdır. Bunun yolu da kadının gerek evlilik gerek toplum içinde her yönü ile daha güçlü kılınmasından geçmektedir. Davaların uzamasının temel sebebi Aile Mahkemeleri ile İstinaf ve Yargıtay aşamalarındaki iş yoğunlukları ve zaman kayıplarıdır. Adalet Bakanı’ndan beklentimiz yargılama faaliyetini hızlandıran ve etkinleştiren yapısal tedbirleri almasıdır.