12 Mayıs 2024 Pazar
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İki kere iki beş etmez

Cemil Gözel

Cemil Gözel

Eski Yazar

A+ A-

“Zorunluluğun egemenliği daima varlığını sürdürür”

Karl Marx

İki kere ikinin dört ettiğini kanıtlamak kolaydır. Ustalık, iki kere ikinin beş ettiğini kanıtlamakta. Fakat artık iki kere ikinin dört ettiğini kanıtlamak ustalık istiyor. Çünkü dikkate değer bir kesim iki kere ikinin beş ettiğinde ısrarcı. Yani kafalarda var olan yargılar, gerçeğin yerini alıyor.

Bertolt Brecht’in meşhur “Turandot ve Aklayıcılar Kongresi” adlı oyunundaki şu diyalogu herkes hatırlayacaktır:

“Öğretmen: Sorun neden çözümsüz kaldı?

Si Fu: Soruna çözüm getirecek olan kongre, iki yüzyıldan beri olduğu gibi, Sarı Irmağın kıyısındaki Mi Sang Tapınağı’nda toplandı. Soru şöyleydi: Sarı Irmak gerçek mi, yoksa yalnız kafalarda mı var? Kongre sırasında Sarı Irmak, dağlardaki karın erimesi yüzünden taştı ve tüm kongre üyeleriyle birlikte Mi Sang Tapınağı’nı da süpürüp götürdü. Böylece nesnelerin bizim dışımızda, kendileri için aynı zamanda biz olmaksızın var oldukları kanıtlanamadı.

Öğretmen: Güzel. Ders bitti…”1

Türkiye için esas tehlike, gerçeğin ve kanıtın yerini öznel çıkarların, gündelik hesapların ve bakış açılarının (bana göre garabeti) alması. Türkiye düşmanlığına varan kültürel sürecin siyasî tarlasının besini hâline geldi bütün bunlar. En basit, en anlaşılır, her gün karşılaşılan ve kimsenin itiraz etmeyeceğini düşündüğümüz ilişki biçimlerinde ve olaylarda bile antagonizmalara ulaşılmasının nedenini burada aramak mümkün.

Asaf Hâlet Çelebi “Lâmelif” isimli şiirine şöyle başlıyor:

“O başına musallat olmasaydı BUDA olurdun,

Başına musallat oldu budala oldun.”2

Çelebi’yi kanıtlarcasına, günümüzde, kendisini belirli sıfatlar altında ilerici kategorisine alan insanların büyük çoğunluğu başına musallat olan yukarıda tarif ettiğimiz “değerler” sonucunda budalalaşmıştır. Hakikat, akıl ayaklar altına alınmış ve nesnelliğin doğası altüst edilmiştir. Oluşan tablo bir parodi niteliğinde. Siyasî arenada bu durumun sonuçlarını yaşıyoruz. Gerçeklere ve gerçeklerden beslenen kanıtlara daha az saygı duyuluyor, hatta saygı duyulmuyor; yalan, tarihinin en saygın dönemini yaşıyor.3

Hakikati belirlemek kuşkusuz zordur. Gerçeğe ulaşmak kağnı arabasıyla tavşan avına çıkmaya benzer, denilir: Postmodernistler, “nesnel bir hakikat yoktur” sonucuna ulaşırlarken, belki de dayandıkları tek hakikat buydu! Böylece, “bir dış dünyanın varlığını kabul etseler bile (bunu yapmak zorundadırlar) bu dünya ile ilgili tutarlı bir iddiada bulunmaktaki gönüllü acizlikleriyle kendilerini” engellemişlerdir. “Böylesine uç bir şüphecilik politik radikalizmin felsefi temeli”4 hâline gelmiştir.

Postmodernistlerin ulaştıkları sonucu da aşan öyle bir sahte dünya yaratıldı ki tüm dayanaklar hakikatten çok yalana yakın, yatkın: Yalanın yalanı…

Eğer iki teori birbiriyle çelişiyorsa ikisi aynı anda doğru olamaz. İkisinin aynı anda doğru olması tek bir varsayımla açıklanabilir: Sistem, kendisini olumlayacak öforik bir sonuç doğurduğu gibi, sahte ve yanıltıcı olan olumsuzu da üretir. Üreten sistemdir, üretim sistemle sınırlıdır. Görünüşte ortaya birbiriyle çelişen iki teori çıkar. Gerçekte ikisinin de geçerli olduğu tuhaf bir durum oluşmuştur. Birbiriyle bağdaşmaz denilen siyasî hareketlerin aynı küme içinde hareket etmeleri, yan yana gelmesi mümkün olmayan siyasaların kaynaştırılması gibi… Çünkü ikisinin de sınırlarını çizen sistem, onlara, sahte bir dünya keşfettirmiştir. Böylece eski bir çürüme yeni bir biçimle sürdürülür.

Henri Lefebvre, insanların, “başka bir gündelik hayat sayesinde kendi gündelik hayatından”5 kopartıldığı ve “en iyinin en kötü olduğu; hiçbir şeyin kahramandan ve önemli insandan daha tehlikeli olmadığı; her şeyin –bir “şey” olmayan özgürlük de dâhil-, isyan dâhil, kendi zıddına döndüğü”6 bir dünyada yaşadığımızı belirtmişti. 24 Haziran seçimleri böyle bir ideolojik iklimde, yani sahte bir dünyanın gerçeği baskıladığı ve bastırdığı koşullarda gerçekleşti. Seçmen iradesinin yalan ve çözüme uygulanan sansür aracılığıyla gasp edildiğini söylemek, yanlış olmayacaktır.

Lenin, öğrendiklerimizin onda dokuzunun, gerçekten ihtiyacımız olan onda birlik kısım üzerine eğilmemizi engellemek için üretildiğini söylemişti. Onda birlik gerçeğin, onda dokuzluk yalanla engellenmesi, seçim sürecinde, tarihimizde görülmedik ölçüde yoğunluk kazandı.

Sistem milyonlarca insanın hayat tarzlarını, çıkarlarını ve kültürlerini kendi sınıfsal çıkarlarından ayıran hatları keskinleştirirken, diğer yandan, bu çıkarları silikleştirdi. Bu çıkarlar arası hattın keskinleşmesi, hayatın her alanının, hâkim sınıf lehine yeniden örgütlenmesinin sorunsuz hâle gelmesi, hattın silikleşmesi ise, radikal değişim bilincinin yeşermesinin önünün kesilmesi içindi. Bu düzenekte çıkarlar arası hatları şekillendiren gerçeğin yeniden üretilmesidir. Sistemin yalan imalatı, toplumun seçeneği keşfetme yeteneğini, düşünce sürecini ve duygu âlemini de yeniden üretmiştir.

Böylece ortaya çıkan sonuçlar, gerçekle bağlantı kurması imkânsız hâle getirilmiş çoğunluk üzerinden yaratılan sahte dünya içinde hayat bulmuştur. Yalan temel alınınca, gerçeğin ikna ediciliği ortadan kalkmıştır. Bu durum, gerçeğin yalana uygun olarak yeniden üretilmesinden başka bir şey değildir. Sahte dünya dediğimiz, kitlelerin algısal yönlendirmelerle, yalanlarla ve sansürlerle seferber edilebilmesinin eşanlamlısıdır. 24 Haziran seçim sonuçları, bir de bu açıdan, yaratılan sahte dünyanın, yalanın ve sansürün sonuç verdiğini de gösteriyor.

Tam bu noktada Teori dergisinin, seçim sonrası ilk sayısında, seçim süreci boyunca Doğu Perinçek ve Vatan Partisi dışında kimsenin dikkate almadı, milleti uyarmadığı “Doğu Akdeniz’den Gelen Tehdit”i ele alması, insanlara sahte dünyanın dışına çıkma ve gerçeğe bakma çağrısıdır.

İki kere iki beş etmez - Resim : 1

1 Bertolt Brecht, Turandot ve Aklayıcılar Kongresi, çev. Sezer Duru, Kaynak Yayınları, İstanbul: Nisan 1999, s.28.

2 Asaf Hâlet Çelebi, Bütün Şiirleri, YKY, İstanbul: Kasım 1998, s.76.

3 Nâzım Hikmet, Memleketimden İnsan Manzaraları isimli büyük destanında mahkûmlardan birine şunları söyletir:

“(…) yalnız jandarma, polis karakolu, hapisane falan yetmez,

bazı yerlerde hatta bu çareye pek başvurmazlar.

Yalan da lazım düşmana:

Gazete, radyo, sinema, kitap, mahalle kahvesi

seferber

yalan dediğin topal bir bite benzer

Bir gecede yedi yatak dolaşır,

Hele fukara yataklarını…” Bkz. Nâzım Hikmet, Memleketimden İnsan Manzaraları, YKY, İstanbul: Ocak 2002, s. 527.

4 Alan Sokal, Şakanın Ardından Postmodernizmin Bilimsel, Felsefi ve Kültürel Eleştirisi, çev. Gülsima Eryılmaz, Alfa Kitap, İstanbul: Eylül 2011, s. 113

5 Henri Lefebvre, Gündelik Hayatın Eleştirisi I, çev. Işık Ergüden, Sel Yayıncılık, İstanbul: 2010. s.15.

6 Henri Lefebvre, A.g.e., s. 25-26.