11 Mayıs 2024 Cumartesi
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İspanya İç Savaşında devrimin trajedisi

Cemil Gözel

Cemil Gözel

Eski Yazar

A+ A-

Her devrim aynı zamanda bir iç savaştır. Çünkü devrim denilen olgu son tahlilde sınıflar arası bir hesaplaşmadır. Başarısız devrim deneyleriyse bu gerçeği en trajik biçimde gözler önüne seren tarihsel olaylardır.

Yakın çağda gerçekleşen 1848 Devrimleri, Paris Komünü ve İspanya İç Savaşı hem kendinden sonra girişilen devrimci kalkışmalara ciddi deneyimler aktarmış hem de milyonlarca emekçinin ölümü pahasına gelecek kuşaklara umut taşımıştı. 1848 Devrimleri olmasaydı Paris Komünü 60 gün dahi dayanamazdı; Paris Komünü olmasaydı Bolşevikler belki başaramazlardı.

İç savaşları, devletler arasındaki en şiddetli ilişki biçimi olarak tanımlanan savaşlardan ayıran farklar vardır. Bu farklar daha çok savaşın yöntemine dairdir. Müttefik kuvvetler, kullanılan araçlar, sınıflar arası ilişkiler vs…

İçinde yaşadığımız zamana daha yakın bir deneyim olduğundan ve gerçekleştiği çağa göre özgül koşullar barındırdığından İspanya İç Savaşı bu farkları somut olarak gözlemleyebileceğimiz bir örnek.

İspanya’yı merkantilizm ve ticaret yolları üzerindeki hâkimiyeti, zenginlik birikimine kavuşturmuştu. Fakat İspanya, merkantilizmi sanayi kapitalizmine çeviremedi. Üretim araçlarını geliştirerek enflasyonu azaltamadı ve ticaret burjuvazisi toprak aristokrasisini tasfiye edemedi. Çünkü Avrupa’daki burjuva devrimlerini doğuran koşullardan farklı olarak İspanya’da ticaret sınıfı bizzat kilisenin eliyle oluşturulmuştu. Yani kilise, aristokrasi ve ticaret sınıfından oluşan kuvvetli bir konsensüs vardı. Bu konsensüs 1900’lerin ortalarına kadar hakimiyetini sürdürmüştür ve 1936’da Cumhuriyetçilerin karşına çıkan esas kuvvet bu konsensüstür.

1902’de XIII. Alfonso’nun tahta çıkışıyla birlikte İspanya anayasaya kavuştu. 1923 senesinde bir darbe ile iktidarı alan Rivera, 1930 yılına kadar ülkeyi diktatörlükle yönetti. 1931 yılında Cumhuriyetçiler iktidara geldi. Cumhuriyetçilerin programlarındaki reformları hayata geçirememesi sonucunda 1933 yılında Milliyetçiler iktidarı aldı. Milliyetçilerin Cumhuriyetçileri hedef alan tertipleri ve katliamları halk içinde büyük tepkilere ve ayaklanmalara yol açtı. 1936’da Cumhuriyetçiler seçimleri kazanarak tekrar başa geçti.

1936’da Barselona ve Madrid’de silahlı işçiler ve Franco taraftarı askerler arasında destansı mücadeleyi başlatan, Cumhuriyetçilere karşı General Francisco Franco’nun, kilise, büyük toprak sahipleri, kralcılar, monarşi yanlıları ve Falanjistleri kapsayan konsensüsün desteğini alarak bir darbe tezgâhlamasıdır.

Larry Collins ve Dominique Lapierre’in “Yasımı Tutacaksın” romanı, kahramanı boğa güreşçisi olan (Boğa güreşçiliği yoksulların zengin olma umutlarını besleyen bir iştir.) Manuel Bartiez’in yaşadığı İspanya’nın Endülüs bölgesi üzerinden bu konsensüsü oldukça canlı yansıtmıştır. Kilise ve büyük toprak sahipleri birlikte hareket etmekte ve zenginliklerine zenginlik katmaktadır. Yoksul ve topraksız köylüler ise karınlarını dahi zor doyurmaktadırlar. Cumhuriyetçilerin iktidara gelir gelmez din adamlarının hedef alınması ve yoksul köylülerin toprak sahiplerinin malikânelerine saldırmaları son derece sınıfsal bir nedene dayanmaktadır ve İspanya’yı iç savaşa götüren sürecin tarihsel altyapısına bu konsensüsün tasfiyesinin zorunluluğu da dâhildir.

ANARŞİZMİN YOL AÇTIĞI FELAKET

İspanya (1936-1939) örneği, tarihsel olarak Batı’da işçi sınıfının geç ayaklanmalarından biriydi. Hobsbawn, makalelerinden oluşan “Devrimciler” isimli kitabında, en başarılı devrimlerin kendi hegemonyasını kurduğu sırada İspanya’nın o tarihsel uğraktan faydalanamadığını vurgulamıştır. 1930 yılına kadar, isçi sınıfının nüfusu, genel İspanya nüfusunun dörtte birini oluşturan orana ulaşmıştı. Yani Cumhuriyetçilerin ilk iktidara geldiği süreçte sınıfsal bir dayanakları da vardı. Ancak devrimci bir dönüşüme önderlik edecek örgütlü merkezin tam anlamıyla hazırlıklı olmadığı anlaşılıyor. Nitekim “devrim patlak verdiği sırada örgütlü bir düşmanla karşı karşıya geldiler” ve düşmanı kadar disiplinli ve örgütlü değildiler.

Eric Hobsbawm, toplumsal devrim güçlerinin 19. yüzyıldaki “ilkel servetinin”, 20. yüzyılda köylü devrimi ve işçi hareketlerinin birikimiyle “muazzam” iki yeni değere kavuştuğunu, buna rağmen, İspanya tarihinde bu güçlerin başarısız olmasının nedeninin anarşistler olduğunu söylemiştir. Bu başarısızlıkta, İspanya tarihinde Marx’tan ziyade Bakunin’in etkili olmasının önemli bir yerinin olduğu anlaşılıyor. Ancak Hobsbawm tek nedenin bu olmadığını da belirtir. Raymond Carr’a atıfta bulunarak, bütün İspanya devrimlerinin hanedanlık tarzında gerçekleşmesinin de etkili olduğunu vurgulamıştır. Anarşizmin baskınlığının nedeni bu sosyolojik olguda da aranabilir. Çünkü özellikle Sovyet Devrimi’nden sonra dünyada irtifa kaybeden anarşizmin İspanya’da rağbet gören bir ideolojik akım olmasının kuşkusuz coğrafi, kültürel ve ekonomik nedenleri vardır. Yani anarşizmin baskınlığı, devrimci İspanyolların geleneksel siyasal alışkanlıklarından da kaynaklanmaktadır.

Bu geleneksel siyasal alışkanlık, İspanya İç Savaşı’nı en güzel anlatan romanlardan biri olan “Çanlar Kimin İçin Çalıyor”dan da yansır. Cumhuriyetçilerin olumsuz tavırları ve Milliyetçilere karşı duydukları öfkenin çoğunlukla sınıfsal bir dayanaktan değil savaşın artık önlenemez karşıtlığından, keskinliğinden ve sıcaklığından kaynaklanması bu duruma örnektir.

Bu durumun bir başka nedenini ise Hobsbawm, anarşizmin İspanya’daki marifetini açıklarken belirtmiş:

“Anarşizm İspanya’nın başına gelen bir felaket oldu, zira İspanya’nın ilkel isyan tarzını değişikliğe uğratacak hiçbir şeye yeltenmedi, hatta bu tarzı bilerek güçlendirdi.”

Haksızlık etmemek adına şunları da eklemekte yarar var: İspanya devriminde köylülüğün ihmâl edilmesi (Franco’nun darbe tezgâhı kırsal kesimlerde başarı elde etmişti), sanayinin erken zenginleşen bir ülkeye oranla yeterince gelişmemesi ve dolayısıyla sanayi öncesi proletaryanın varlığını hâlâ sürdürmesi, İspanya’nın sosyalist bloktan yalıtılmışlığı, devrimci aydınlarının niceliksel zayıflığı, Enternasyonal’in söz konusu dönemdeki sekter politikaları, Sovyetler’e bağlı gizli polislerin aşırılıkları gibi birçok etken de başarısızlık nedeni olarak sıralanabilir.

Edebi bir karşılık bulmak açısından, Eric Hobsbawn’ın “gerçekleşmesi muhtemel ütopyanın harikulade bir hayali, bir kahramanlık destanı, 1930’lu yıllarda genç kuşağın İlyada’sı…” tanımından yola çıkarak İspanya Devrimi’nin “ilkel isyan tarzı”, ütopik ve isyanın kahramanlık boyutu üzerinde durmak, dönemi ele alan edebi eserlerle daha doğrusal bir uyum yakalayacaktır. “İlkel isyan tarzı” boyutu değindiğimiz gibi anarşizmle, ütopik boyutu ise bütün dünya komünistlerinin enternasyonal dayanışması ve olağanüstü kahramanlıklarıyla ilişkilidir.

İspanya İç Savaşı’nı konu alan bütün edebi metinlerde özellikle göze çarpan duyguyu Hobsbawn’ın tanımı oldukça özlü ifade etmektedir.

İspanya İç Savaşı deyince kuşkusuz Hemingway’in “Çanlar Kimin İçin Çalıyor”, Malraux’nun “Umut”, Collins ve Lapierre’in “Yasımı Tutacaksın” romanları ilk akla gelen edebi metinler arasında. Ancak bizim bu yazıyı yazmamıza vesile olan, Bilgi Yayınları tarafından Ocak 2018’de baskısı yapılan Hemingway’in “Beşinci Kol ve İspanya İç Savaşının Dört Öyküsü” isimli kitabıdır.

ŞENLİK Mİ, ÖLDÜRÜCÜ CİDDİLİK Mİ?

Hemingway savaşı sıradan askerlerin gözünden anlatıyor. “İspanya İç Savaşının Dört Öyküsü”nün ortak noktası, savaşın çıldırttığı sıradan askerlerin trajik hikâyelerinden oluşmasıdır. “İhbar” isimli öyküde geçen şu diyalog bütün kitap için geçerli:

“Savaş belasından” dedi, John. “Çılgın çok insan var.”

“John” dedim. “İşte bu, çok doğru.”

Hemingway’ın karakterlerinin savaşa bakışı, “Kelebek ve Tank” isimli öyküde, hikâyenin geçtiği barın yöneticisinin söylediği şu sözlerde ifadesini buluyor:

“… yanlış anlaşılan şenlik ile yakamızı bırakmak bilmeyen öldürücü ciddilik, karşı karşıya burada.”

İç Savaş yanlış anlaşılan bir şenlik miydi, yoksa öldürücü bir ciddilik miydi? Galiba savaşın belli dönemlerine göre değişiyor bu sorunun cevabı. Türkçe çevirisi Attilâ İlhan tarafından yapılan Andrè Malraux’un “Umut” romanı silah kullanmayı bilmeyen askerlerin, kolunu, bacağını kaybeden pilotların kahramanlıklarını, fakir insanların bitmeyen umutlarını okurun içine öyle bir işliyor ki, burada bir şenlik bulmak mümkün değildir; her şey alabildiğine ciddidir.

Umut”un 1937 tarihinde tamamlandığına bakılırsa, Malraux romanını savaşın içinde yazmıştır. Dolayısıyla bütün diyalogların, tartışmaların, gelişmelerin son derece gerçekçi olduğu varsayılabilir. Zaten Malroux, 1926’da Çin Devrimi’ne, 1936-39 arasında İspanya İç Savaşı’na katılmış bir direnişçi olarak, savaşı iyi bilmektedir. Bu açıdan “Umut”un İspanya İç Savaşı’nı anlatan edebi metinler arasında özel bir yeri vardır. Savaşın bütün seyri, yoğun bir edebi tat eşliğinde, romandan izlenebilir.

“Bir koridor gibi çın çın öten daracık sokaktan, ayaklarını vura vura, Uluslararası Birlikler geçiyordu. Kimler yoktu ki aralarında! Uzun saçlı aydınlar, inatçı komünistler. Nietzsche bıyıklarıyla yaşlı, Sovyet filmlerindeki jönleri andıran yüzleriyle genç Polonyalılar, kafası traşlı Almanlar, Cezayirliler, bunların arasına yanlışlıkla karışmış İspanyollar denebilecek İtalyanlar, hiç kimselere benzemeyen İngilizler, Maurice Thoree ya da Maurice Chevalier’ye benzeyen Fransızlar, her ulustan, herkes… savaş düzeninde yürüyen her ulustan karmakarışık bir sürü adam, Enternasyonel’i bir ağızdan söylemiş oldu”

Bu olay “Umut”tan. Her ulustan devrimcilerin İspanyol devrimcilerle, üstelik fiilen, silah arkadaşlığı boyutunda ve kanlarını akıtarak dayanışması, tarihte eşine az rastlanan bir olay olmanın yanında, büyük bir şenlik, bir insanlık dansı değil midir? Bu açıdan İspanya İç Savaşı tarihte çok özgün olaylarla karşılaştırılabilir. Herkesin aklına öncelikle 1848 ayaklanmaları ve Paris Komünü gelecektir. 1848 ayaklanmalarında devrim stratejisinin tüm Avrupa’yı kapsaması, proleter dayanışmayı Avrupa genelinde gerekli kılmıştı. Paris Komününe ise bizim Genç Osmanlılar’dan Mehmet, Reşat ve Nuri beylerin dahi katıldığı bilinmektedir. Ancak 1936 gibi geç bir tarihte sağlanan dayanışma örneği çok daha yaldızlıdır, efsunludur. Yine de 1930’lu yıllar, İspanya için gerçekleşen bu enternasyonal dayanışma babında uygun koşulları sağlıyordu. Çünkü yukarıda Hobsbawn’ın da vurguladığı gibi, en başarılı devrimler hegemonyasını kurmuştu ve devrim dünyada güçlü ve canlıydı.

YAŞAMAK İÇİN DİSİPLİN

George Orwel, Kasım 1936 yılında Barselona’da gözlerini kamaştıran, harikulade bir hayali, gerçekleşen bir ütopyayı “Katolonya’ya Selam” kitabında canlı biçimde betimler:

“İşçi sınıfının dizginleri eline aldığı bir şehri ilk kez görüyordum. … Adeta bütün binalar işçiler tarafından zapt edilmiş ve kızıl bayraklarla … donatılmıştı. Her dükkânda her kahvehanede kamulaştırıldığını belirten bir yazı asılıydı. Hiç özel otomobil yoktu, çünkü hepsi müsadere edilmişti. Bütün tramvaylar, taksiler ve diğer vasıtaların çoğu kızıla ve karaya boyanmıştı. Şöyle üstünkörü bakıldığında Barselona, zengin sınıfların fiilen ortadan kalktığı bir şehir görünümündeydi. Her şey bir yana devrime ve geleceğe inanç söz konusuydu; aniden bir eşitlik ve özgürlük çağının doğduğuna inanılıyordu. İnsanlar, kapitalist makinenin dişli çarkları gibi değil de insan gibi davranmaya çalışıyorlardı.”

Fakat önderi ve programı yoksa ütopya gerçekleşmez, hayal olarak kalır. İspanya İç Savaşı büyük bir kahramanlık destanı ancak çocukça bir hayal olarak kalacaktır: Anarşizmin felaketi…

İspanya İç Savaşı’nı ele alan bütün roman ve öyküler, komünistler ile anarşistlerin yaklaşımlarının, birinde olumlu diğerinde olumsuz olarak, üzerinde duruyor. Hemingway’ın “Sırtın Altında” öyküsünde geçen şu diyalog çok öğreticidir:

“Savaş bu” dedim. “Savaşta, gerekli disiplin.”

“Böyle bir disiplin altında yaşayacağız diye ölelim yani?”

“Disiplin olmadı mı nasılsa herkes ölür.”

Beşinci Kol”da ise Hemingway Philip’e, “… edinmiş olabileceğim anarşistçe alışkanlıklardan kurtulmak için bu iş bittikten sonra bir disiplin kursuna gideceğim.” dedirterek söz konusu ayrımı yansıtmaktadır.

İspanya İç Savaşında disiplin ve önderlik zaafının belirleyici olduğu savaşın sonlarına doğru daha fazla anlaşılacaktır. Yine “Beşinci Kol”da Max’ın söylediği, gündelik dille ifade edilmiş ancak sınıfsal temelli istençler bugün hâlâ insanlığın ortak istençleridir ve bu istençler doğru önderlikle ve disiplinle kazanılacaktır:

“Bu işi, herkesin öyle iyi kahvaltı edebilmesi için yapıyorsun. Artık hiç kimsenin aç kalmaması için yapıyorsun. İnsanların hastalıktan veya yaşlılıktan korkmak zorunda kalmamaları için, köle gibi değil vakar içinde yaşayıp çalışabilmeleri için yapıyorsun.”

DÜN, BUGÜNDÜR

Tarihten ders alanlar için dün, aslında bugündür.

Hobsbawm “Aşırılıklar Çağı”nda İspanyol İç Savaşının faşizmi yenecek güçlerin biçimlenişini önceden haber verdiğini ve hazırladığını belirtmiştir:

“Uluslararası bakıldığında İspanyol İç Savaşı, bir Avrupa savaşının faşist ve komünist devletler arasında verilen, İkincisinin birincisine kıyasla dikkat çekici biçimde daha ihtiyatlı ve daha az kararlı olduğu minyatür bir uyarlaması idi.”

Bu minyatür savaş, yine Hobswawm’ın ifadeleriyle “Tam bir yenilgiyle, yüz binlerce ölüyle, nadir istisnalarla Cumhuriyet safında toplanan, İspanya'nın hayatta kalmış entelektüel ve sanatsal yeteneklerini kapsayan yüz binlerce mültecinin kendilerini kabul eden ülkelere gitmesiyle” son buldu.

Başka türlü olabilir miydi? Bunu tartışmak kuşkusuz abestir; ancak dün bugünse, bugüne kalan büyük miras da göz ardı edilemez.

1936’da Madrid’i vurma mesafesine gelen Milliyetçilere karşı Cumhuriyetçilerin oluşturduğu cephe o günün koşullarında en geniş antifaşist cepheydi. Ancak bir savaş, cephede olduğu kadar cephe gerisinde de disiplin ve önderlik gerektirir. Ancak bu konuda ciddi tartışmaların olduğu ele aldığımız roman ve öykülerden de yansımaktadır. Cumhuriyetçilerin zora düştüğü zamanlarda çıkar elde etmek adına anarşistlerin başvurduğu hilelerin ve iç çekişmelerin, komünistlerin bundan vazgeçilmesine dair yaptıkları girişimlere rağmen etkili olduğu görülüyor. Sonraları konuyu tartışan birçok yazarın eleştirilerine muhatap olan “çelik disiplin” vurgularının, otonomi girişimleri dikkate alındığında, yersiz olduğu anlaşılıyor.

İç çekişmeler ve çatlaklar, ilkesiz bütün cephelerin önünde gün yüzüne çıkmak için fırsat kollayan parazitlerdir. İspanya İç Savaşında anarşizm bunu tetikleyen unsurdu.