‘Kanal’ın ardındaki eser
Erden Kıral’ın ilk filmi “Kanal” (1978), şu sıralarda Mubi platformunda yer alıp yıllar sonra bir kez daha sinemaseverlerin karşısına çıkınca hakkında iki-üç kelam etmeden geçmek olmaz. 2022’de 80 yaşındayken kaybettiğimiz Kıral, zengin sayılabilecek filmografisinde pek çok önemli, ödüllü ama aynı zamanda da çeşitli tartışmalara konu olmuş eserlere imza atmıştır. “Kanal” da bunlardan biridir.
1970’lerin toplumcu-sol rüzgârının beyazperdeye yansımalarından biri olan film Çukurova’daki çeltik ağaları ile yoksul köylülerin ve idealist bir kaymakamın mücadelesi ekseninde gelişir. Ülkenin pirince ihtiyacı vardır ve ağalar da bu çok kârlı işe dört elle sarılmışlardır. Ancak Çeltik Kanunu’na uyulmamakta, çeltik tarlalarını sularken köyleri sel götürmekte, ortalığı sivrisinek kaplamakta, sıtma yüzlerce çocuğu öldürmektedir. Kasabaya yeni atanan kaymakamın gönlü önceleri ağalar tarafından hoş tutulur, ekim ve sulama için gerekli imzalar atılır. Ancak köylülerin isyanıyla aslında bir yanlışa imza attığını fark eden kaymakam kararından vazgeçer ve arkları kapatır. Bunun üzerine ağaların, suikast girişimi dahil sert tepkisi başlar.
ÇELTİK ÜRETİMİ ÇELİŞKİSİ
İlk bakışta, üretime ihtiyaç duyan bir ülkede pirinç yetiştirilmesine karşı çıkarmış gibi görünen, ağaların üretimden yana, genç kaymakam ve köylülerin ise üretime karşıymış gibi algılanabileceği öyküsüyle “Kanal”, arkların açılmasının ancak gerekli önlemler alındıktan, yeterli sağlık koşulları sağlandıktan sonra yararlı olabileceği mesajını biraz silik soluk biçimde verir. Başlangıçta, “ilerici” olan üretimi engelliyor, “gerici” olan üretimi destekliyor gibisinden bir manzara oluşur. Kasabanın doktorunun meseleyi aydınlatan sözleri arada kaynar gider. Sonradan adalet bakanlığı yapacak olan Mehmet Can’ın Adana-Kadirli kaymakamıyken yaşadıklarından yola çıkarak İhsan Yüce’nin kaleme aldığı söylenen senaryo, çeltik konusundaki bu çelişkiyi yeterince aydınlatmaz. Yine de ilginç bir ilk film olarak sinema tarihimizde özel bir yeri vardır “Kanal”ın.
YAŞAR KEMAL’İN DAVASI
Gelelim işin bir başka yönüne… Öyküde Mehmet Can’ın anılarının payı mutlaka vardır ama bu filmin genel yapısı ve pek çok ayrıntısı Yaşar Kemal’in 1955’te yayımlanan ve sonradan tiyatroya da uyarlanan “Teneke” romanıyla birebir aynıdır ve Erden Kıral bu gerçeği ısrarla reddetmiştir. Kariyerinin ilerleyen dönemlerinde de başka filmleri dolayısıyla benzer iddia ve suçlamalarla karşılaşacak olan Kıral, “Teneke”yi kaynak göstermeden uyarladığı gerekçesiyle o dönemde Yaşar Kemal tarafından dava edilmiş, ancak dava kazanılamamıştır. Yönetmen, yıllarca “Teneke” ile “Kanal” arasında tesadüfi benzerliklerden öte bir bağ kurulamayacağını belirtmiş, filmi kesinlikle Yaşar Kemal’in eserinden uyarlamadığını iddia etmiştir. Oysa 80 sayfalık romanı okuyan ve 80 dakikalık filmi seyreden herkes kabul etmektedir ki bu iki eser birbirine “haddinden fazla” benzemektedir.
“Yaşar Kemal o yıllarda herkese ‘benim eserimden aldı’ diye dava açıyor ve kazanıyordu. Bana da dava açtı ama kazanamadı. Haksız olduğunu yargı yoluyla ispatladım diye bana küstü” diyen Erden Kıral, yine de yakasını “Teneke”den kurtaramamıştır. Türk sinema tarihiyle ilgili kaynak kitap ve ansiklopedilerin büyük çoğunluğunda “Kanal”ın ardındaki eser olarak halen “Teneke” gösterilmektedir. 7. Uluslararası Suç ve Ceza Filmleri Festivali’nin 2 Kasım 2017 tarihindeki açılış töreninde onur ödülünü almak için sahneye çıkan Kıral’a sunucu Pınar Altuğ’un kurduğu cümle de unutulacak gibi değildir: “1978’de Yaşar Kemal’in ‘Teneke’ adlı eserinden sinemaya aktardığı ‘Kanal’ filmiyle başladığı yönetmenlik yaşamında…”
“Teneke”yi okumanızı, “Kanal”ı seyretmenizi öneririm.