Yandex
22 Mart 2025 Cumartesi
İstanbul 11°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Milli devletlerin ‘cirmi’

Fikret Akfırat

Fikret Akfırat

Gazete Yazarı

A+ A-

Türkçemizde yaygın olarak bilinen fakat çoğunlukla yanlış kullanılan güzel bir deyimimiz var: “Ateş olsa cirmi kadar yer yakar!” Gazetemizin yazarı dil ustası Kemal Ateş’in belirttiği gibi bu deyimdeki, “cirim” sözcüğü “cürüm” ile karıştırılır. Cirim, “hacim, oylum” anlamına gelir, cürüm ise “suç” demektir. Sözünü ettiğimiz deyimde doğrusu “cirim”dir. Yani hacminiz neye muktedirse dışınızdaki gelişmelere o kadar etki edebilirsiniz.

Kişisel ilişkilerde olduğu gibi toplumsal bağlamda da, devletlerarası ilişkiler için de aynı durum geçerlidir. Bir devletin gizilgücü (potansiyeli) ve hâlihazırdaki imkânları/yetenekleri ne kadarsa, hem dünyadaki gelişmelere, hem kendi kaderini belirlemek için gerekli şartlara o ölçüde yön verebilir. Emperyalist devletler açısından da, gelişen dünya için de aynı durum geçerlidir. Günümüzde sözgelimi ABD emperyalizmi, Çin’i boğmak, Rusya’yı yenmek, İran’a boyun eğdirmek, Türkiye’yi bölmek istemesine rağmen, bu isteklerini bu ülkelerin sahip olduğu “cirim” nedeniyle başaramamaktadır.

NİYETE DEĞİL CİRME BAK!

Fakat özellikle bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin aydınlarında aşağılık kompleksinden kaynaklanan yaygın bir “hastalık” var. Türkiye’de kökü Tanzimat’a kadar uzanan bu hastalığın etkisiyle, her siyasi kesimden aydınlarımızda Batı’nın adeta kadir-i mutlak olarak görüldüğü bir ruh hali hâkim. Esasen Batı hayranlığına dayanan bu hastalık, emperyalizme karşı olan kesimleri de belli ölçülerde etkiliyor.

Gazetelerde ve televizyonlarda, içinde bolca “jeo-politik, “jeo-strateji”, “hibrit savaşlar”, “yapay zeka rekabeti” ve bunun gibi “yüksek siyaset” içeren tahliller yapılıyor, “ABD şunu istiyor”, “İsrail bunu yapacak” diye sayfalarca yazı döktürülüyor, dakikalarca konuşuluyor. Ama neredeyse hiçbirinde, durumun maddi veriler ışığında tahlili yok. Tabii ki niyetler önemli. Ama bu niyetleri, gerçekleştirilebilmesine imkân tanıyacak koşulların olup olmadığını tartışmadan sunmak, açıklanan hedeflerin propagandasından başka bir şey olmuyor.

ÇOK KUTUPLULUK VE MİLLİ DEVLETLERİN YÜKSELİŞİ ÇAĞI

Evet, 20’nci yüzyılın başında olduğu gibi bugün de emperyalizm çağındayız. Ancak geçen bu yüzyılda, emperyalist dünyanın kendi içinde ve gelişen dünyada çok önemli yapısal değişiklikler oldu. 1900’lerin başından itibaren emperyalizme karşı, milli kurtuluş savaşları, demokratik devrimler ve sosyalizm pratikleri ile “ezilen dünya” artık “gelişen dünya” oldu.

ABD hegemonyası, 2000’lerin başından itibaren geriliyor. Bugün nesnel olarak, ABD önderliğindeki Atlantik içinde de çelişmeler daha fazla derinleşiyor. Bütün diğer gelişmeleri bir kenara bırakıp sadece, ABD’nin bütün NATO’yu peşine takarak milyarlarca dolarını gömdüğü Afganistan’dan iktidarı 20 yıldır savaştığı Taliban’a bırakarak çekilmek zorunda kalmasına bakmak bile durumun Atlantik cephesi açısından vahametini ortaya koyuyor. Afganistan’dan çekilme, çok kutupluluğun nasıl bir şey olduğunu ve gelişen dünyanın milli devletlerinin gücünü en iyi gösteren simgesel bir olaydır.

Tabii bütün bunlar, ABD’nin emperyalist saldırganlığından vazgeçtiği anlamına gelmiyor. Fakat emperyalist saldırganlık politikasının sınırlılıklarını gösteriyor. İçinden geçtiğimiz dönemin ekonomik, siyasal ve sosyal dönüşümlerini ele almadan belli ezberlere dayanarak yapılan tahliller, günümüzü de gidişatı da anlamaya yaramıyor.

Millî Devlet ABD