13 Haziran 2024 Perşembe
İstanbul 31°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ödüllerin isyanı

Levent Kırca

Levent Kırca

Eski Yazar

A+ A-

Türkiye’de de ödüller dağıtılıyor. Nasıl oluyor peki: Herkes kafasına göre dağıtıyor. Önce ben size kendi ödüllerimden söz edeyim. Ödülleri bir törenle elimize verirler. Bu ödüllerin çoğu üç on paraya Eminönü’ndeki küçük dükkanlarda yapılır. Malzemesi de ucuzdur. Ayrıca ucuz olsun diye kötü malzemeden yapılır. Uyduruk yapıştırıcılar, boyalar! Daha ödülünüzü evinize taşımadan kırılıp dökülür. Yazılar düşer, boyalar uçar, kelleler kopar. Oysa ki ödülünüzü alırken belki de “Ömrüm boyunca saklayacağım, diğer ödüllerimin arasında yer alacak” gibi sözler sarfetmiş, karşılığında bol alkış almışsınızdır. Ödülünüzü sağ salim eve getirdiniz, yerine koydunuz diyelim. Ödül; bulunduğu ortamın ısısı, rutubeti nedeniyle ya da pencereden vuran güneş nedeniyle etkilenebilir. Ek yerlerinden parçalara ayrılır. Size onu verenler, işin bu yanını düşünmezler. Onlar onu size vermiş, kurtulmuşlardır. Siz ödülünüzü direkt onu yapan mağazadan alsanız geri götürürsünüz, “Yahu kardeşim geçen gün senden bir ödül aldım, kellesi düştü” dersiniz. O da özür dileyerek tıpkı toprağa düşmüş bir ayakkabıyı tamir eder gibi onarır ve teslim eder size. Hayatım boyunca o kadar taşındım ki, oradan oraya sürüklenip durdum. Bu taşınmalar “ödüllere” hiç yaramadı. Önce altları, yani kaideleri kopup kaybolur, yazılar tarihler düşer. Gittiğiniz yerde yerleştirirken, birinin kaidesini diğerine alt yaparsınız. Yazılar kaybolduğu için işe yaramayanları atarsınız. Ödülleriniz bir süre sonra artık çöp yığını oluverir. Sizin için taşıdığı değerlerin önemi ilgilendirmez. Dağılır, kırılır, dökülür, yok olurlar. İşin ciddiye alınmadığı “biçimsiz” bu yanından hemen anlaşılır. Ödüllerin dağıtılmalarına gelince; esas fiyasko oradadır. Ödülü dağıtanlar adam kayırır, taraf tutar ve araya birilerini sıkıştırıverirler. Oyunların, programların hepsi değerlendirilmek için seyredilmez. Seyredenler o işten anlamaz. Halk oylaması, gelen mektup filan, çoğunlukla düzmecedir. “Halk oylaması” ismini koyduğunuz zaman daha kolay “hile, hurda” yapma şansınız vardır. “Ne yapalım kardeşim, halk böyle seçti. Halkın kararı” dersiniz. Oysa ki araya “amcanızın oğlu, dayınızın kızı” karışmıştır. “Tarafsız olabilmek” çok önemli. Bu iş böyle devam ederse; aldığınız ödülün hiçbir anlamı kalmaz. Ha, bu işi hakkıyla yapan kurumlar yok mu? Var. Ben de onların bana verdikleri ödülleri saklıyorum zaten.

KADIKÖY’DEYİM

Yaşamımın son bölümünde ki; ben bu bölüme “son perdem” diyorum. İşte bu perdemde Kadıköy Bahariye’deyim. Kendi olanaklarımla bir tiyatro salonu oluşturdum. Perdemi de açtım. Şimdi sanatseverleri bekliyorum. Kadıköy güzel “aydın” insanların yaşadığı bir muhit. İyiler çoğunlukta. Her yerde olduğu gibi tek tük de olsa, kötülere rastlamak mümkün. Geçen gün bir antikacıdan orta boy bir halı aldım. Ödedim parasını, kucakladım halıyı, koyuldum yola evime geliyorum. Yokuş yukarı bir yol, azıcık daraldım. Bırakayım şu halıyı da birazcık nefes alayım dedim. Bir evin önünde park edilmiş iki tane motorsiklet var. Koydum orta boy halıyı motorun selesine, soluklanıyorum. Otuz saniye geçti geçmedi. Bir genç çocuk, hatta delikanlı diyelim biz şuna. Ben şöyle bir yaklaşım bekliyorum bu genç adamdan: “Levent abi nefes nefese kalmışsın. Gel istersen içeride soluklan. Bir yudum su getireyim.” Ne bileyim böyle şeyler söyleyecek sanıyorum. Bana ne dese beğenirsiniz. “Teessüf ederim size” dedi. “Hiç yakıştıramadım. Halınızı motorumun üzerine koymuşsunuz.” “Bunun ne zararı var motoruna” dedim. Söylendi de söylendi. Gözlerime hatta kulaklarıma inanamadım. Biraz sonra bir delikanlı daha geldi. Durumu ona anlattım; “insan hak verir” umuduyla. Baktım motorludan yana. Meğer kardeşiymiş. Halıyı tekrar bağrıma bastım. Şimdi bunları “yetiştirdiğini” zanneden ebeveynleri gelmeden iyisi mi yoluma devam edeyim. Böylelerinin varlığı, beni Kadıköy insanının “güzel” olduğunu düşünmekten alıkoyamayacak.

Perdemizi “Dımdızlak” oyunuyla açtık.

DIMDIZLAK 11 ÖDÜLLÜ

“İçeridekiler” oyunu repertuvarımızda. Bir de Haziran’da “Gezi” olaylarını anlattım. “Bana Beni Anlat Boşver Şekspiri” adlı oyunumuzu oynuyoruz. Ben salonumu açtım, oyunlarımı sergiliyorum. Artık “top” seyircilerimizde. Gelin de birlikte çıkaralım sanatın tadını... Tiyatro keyfi bir başkadır. Unutanlara, bu keyfi hatırlatmak istiyoruz. Geçen gün yazısında Sayın Mehmet Faraç yazmıştı. Ona teşekkürlerimi sunduktan sonra ben bir kez daha adresi yazıyorum.

Levent Kırca Tiyatrosu

Bahariye Caddesi, Ünertan Pasajı (Süreyya Operası yanı) Kadıköy

Gişe Tel: 0539 303 62 09

İşte böyle...

Haksız yere yattıktan sonra “içeriden” çıkan paşalarımız “Dımdızlak” ve “İçeridekiler” sizi anlatıyor. Bekliyoruz.

Not: “Sevgililer Günü”nde sevgililere özel ciddi indirimimiz ve bir de hediyemiz var. Biline...

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları