02 Mayıs 2024 Perşembe
İstanbul 12°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kendimle Hesaplaşma (1)

Levent Kırca

Levent Kırca

Eski Yazar

A+ A-

Bir yerden sonra insan ‘hesaplaşma’ gereği duyuyor. Kendisiyle, yaşamla, herşeyle. Öyle ya, hayatın bir ‘başı’ var, bir de ‘sonu’. Kendi kendime hep sormuşumdur. Nasıl bir insanım? Bu dünyadan ‘bir insan’ olarak gelip geçiliyor. Acaba bu menfaatleri, çıkarları için hareket eden bir kul muydum yoksa ne idim? Paranın pulun götürülmediğini gayet iyi biliyoruz. Musalla taşında yatan bir insanın başında seyahat bavulları olmuyor. Kadehler havaya kalktığında ne diyoruz, ‘şerefe’ ya da ‘şerefine’. Olmayan bir şey olduğu için mi nedir, nadir bulunduğu için mi? Tut ki bugün ölüm döşeğindesin. Ne lâzım sana: Şerefin, onurun ötesinde ne olabilir ki? Yoksa Hoca niye sorsun: Merhumu nasıl bilirdiniz? diye. Cemaatin verdiği cevabın nasıl olması gerekiyor: Usulen de olsa ‘iyi bilirdik’ deniliyor. Öğle değil mi? Çok parası vardı. Banka hesap muvduatı çok yüksekti. ‘Gayri menkul kralıydı’ gibi cevaplar alıyor, ya da duyuyor muyuz. Servetin ne olursa olsun insana önce ‘şeref, haysiyet’ gerekiyor. O açıdan gönlüm rahat. Sonuç itibariyle, hesabını veremeyeceğim bir yaşam sürmedim. Aç gözlülüğümü, sonradan görmeliğimi önce ben yazdım. Özeleştiri yaptım.
BİR ÖZÜROtuz küsûr sene önce TRT’de ‘Olacak O Kadar’ programına başladık. Başka da televizyon yoktu zaten. Çok başarılı oldu. Ancak (24) bölüm sonra ‘Hükümet, kendisine muhalefet edildiğini öne sürerek’ pragramı yayından kaldırdı. Bana da kurumdan şöyle komik bir mektup geldi: “Çok başarılıydınız ama gene sizi bir süre dinlendirmek istiyoruz.” Başladık dinlenmeye. Ta ki ‘Star Tv’ kurulana kadar. Cem Uzan bütün şartlarımızı kabul etti. Orada yayına başladık. Çok başarılı bir, iki-üç sene geçirdik. ATV yeni kurulmuştu. (Dinç Bilgin grubu) Allem edip kallem edip önümüze inanılmaz paralar sürüp kandırdılar bizi. Saltanatımız bu kez ATV’de sürdü. Artık televizyonlar birbiri arkasına kuruluyor, her kurulan Tv bizi istiyordu. Bir süre Show Tv- Erol Aksoy düştü peşimize. Biz onunla flört ederken Kanal D kuruldu. Eski arkadaşım Uğur Dündar da araya girince bu kez Cem Uzan’a attığımız kazığın aynısını Dinç Bilgin’e attık ve saltanatı Kanal D’ye taşıdık. Üç beş sene de burada ‘süperdik’. Ben devrimci bir insan olduğum için, kanalların birbirine attığı bu kazığı net bir şekilde görüyor, ne ‘kıl’ koparırsam mantığı ile yürüyordum. İtiraf etmek istediğim bir gerçek te şudur: Star Tv’nin o zaman gazetesi yoktu. ATV’nin işe ‘Sabah’ gazetesi vardı. Gazetelerden birini arkamıza almamız gerektiğine inanıyordum. Sonra da Kanal D ve gazetesi ‘Hürriyet’. Üstelik Hürriyet’in ‘Televizyon Oskarları’nı da dağıttığını hesaba katarsak, ‘Kanal D’ kendiliğinden ‘cazip’ oluyor. ‘Kapitalizmin kuralları’ ve onların oyunları. Biz de bu oyunları ‘kurallarına göre oynuyorduk’. Güya sistem içinde; onların birbirinden program araklamaları suç olmuyor. Bizim birinden diğerine yasal geçişimiz, geride kalan patronlara ‘ihanet’ oluyordu. ‘Kanal D’de iken bir gece ‘Defne Samyeli’nin haberlerine çıktık. Defne’yle sohbette isim vermeden, ‘Bundan önce çalıştığımız bir kanalda, kanalın sahibi bize: “Tamam, televizyonları eleştiriyorsunuz ama benimkini karıştırmayın, eleştirmeyin” demişti. Ben de diretmiştim. ‘Önce kendi televizyonumuzu eleştirelim, sonra başka kanalları eleştirme hakkımız olsun’ diye. Kanal sahibi ‘hayır’ diye diretince, ben de: ‘Yapmıyorum o zaman programı’ demiştim. Patron baktı ki, gözüm kara; mecbur kaldı ‘peki’ dedi. Bütün bunları hiç isim vermeden konuşmuştum. Çok geçmeden; Defne kulağıma eğildi, “Cem Uzan canlı yayına bağlanmak istiyor” dedi. Derken bağlandı. Uzan şunları dedi: “Levent Kırca’nın az önce söz ettiği televizyon benimkiydi. İsim vermediği patron da bendim. O zamanlar kendisini anlamakta güçlük çekerdik. Ne var ki tamamiyle haklıydı. Levent Kırca bize televizyonculuğu öğretmiştir.” İnanılmaz bir yaklaşımdı. Çok ‘yiğit’ bir çıkıştı. Çalıştığım televizyonların patronları birbirinden iyiydi am, bu ‘Cem Uzan’ınki farklı bir delikanlılıktı.
TEKRAR BAŞAUzan’ın kanalı Star’ı bırakıp, ATV’ye geçtiğimde ‘Uzan’ her türlü teklifimi kabul etmeye hazırdı. Söylemem yeterliydi. Ona o zaman çok acı çektirdiğimi iyi biliyorum. Bildiğim bir şey daha var ona, ‘özür’ borçlu olduğum.

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları