PKK’nın sonuna nasıl gelindi?
PKK’nın, aralarında üst düzey yöneticilerinin de olduğu 30 kişilik grubunun törenle silahlarını yakması, geçen yıl Ekim ayında başlayan süreçte önemli bir eşiğin geçilmesini temsil ediyor.
Peki bundan sonrası?
Sadece toplum içinde değil siyaset kurumu ve devlet bürokrasisi içinde de tereddütler, “acaba”lar var.
Fakat nesnel olan durum şudur:
Süleymaniye’de düzenlenen silah bırakma töreni, örgütün kendi üyelerine, taraftarlarına ve kamuoyuna bir irade beyanı anlamı taşıyor.
PKK yöneticileri, bu eylemleriyle Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat çağrısına bağlılıklarını ve örgütün feshi ve silah bırakma kararını uygulamaya başladıklarını ortaya koyuyor. Bu tören, MİT’in eşgüdümünde KDP, KYB ve PKK yönetimi arasında binbir hassasiyet gözetilerek kurulan mekanizmanın çalıştığını göstermesi bakımından da önem taşıyor. Bundan sonra, belirlenmiş bir takvime bağlı olarak önümüzdeki üç ay içinde, örgüt üyelerinin gruplar halinde silahları teslim edeceği belirtiliyor.
Şu soru akla gelebilir:
Örgüt içinde var olduğu ileri sürülen karşı görüşler, itirazların sonucunda bu sürecin akamete uğraması olasılığı var mı?
Şunu söyleyebiliriz:
Örgüt içindeki herhangi bir kesimin Öcalan’a rağmen böyle bir yola yönelmesi ve yeni bir silahlı örgüt inşa etmesi mümkün değil.
Bunun için ne uluslararası koşullar ne de örgütün kendi iç dinamikleri müsait.
‘PARALEL DEVLET’İN TASFİYESİ BELİRLEYİCİ
Birçok kişinin inanmakta güçlük çektiği bu sürecin işlemesini sağlayan, ulusal düzlemde ve uluslararası alanda nitelik değişikliğidir. Bu değişikliği hesaba katmadan yapılan analizler yanlışa sürüklüyor.
Ulusal ölçekte belirleyici olan olgu, “paralel devlet”in güvenlik aygıtından temizlenmesidir.
Gazeteciliğe ilk başladığımız günlerden itibaren, 30 yıldır takip ettiğimiz güvenlik ve terör eksenli gelişmelerde özellikle 15 Temmuz 2016’ya kadar geçerli olan çok önemli bir sorun bulunuyordu.
Güvenlik aygıtları içinde ve farklı aygıtlar arasında, gizli bir elin devreye girerek, ülkenin milli menfaatlerinin uygulanmasını önlediğine birçok kez şahit olduk.
Örneğin, Türk Ordusu’nun geliştirdiği milli bir inisiyatif, kendi içinde, MİT ya da emniyet içindeki bazı unsurlarca baltalanmıştır.
Bazen de tersi örnekler söz konusu olmuştur. Ama 15 Temmuz NATO’cu/FETÖ’cü darbe girişiminden sonra paralel
devlet yapılanmasının güvenlik aygıtlarından temizlenmesi, devlet gücünün merkezi olarak bir hedefe odaklanmasını sağlamış, eşgüdümsüzlüğü ve en önemlisi içeriden baltalama imkanını ortadan kaldırmıştır.
ABD VE İSRAİL’İN YENİLGİSİ
Eş zamanlı olarak, Suriye’de SDG’nin 10 Mart anlaşmasına uyması yönünde bir iklimin oluşması da önemle kaydedilmeli. ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın Suriye yöneticilerinin “tek ülke, tek millet, tek ordu” söylemini tekrar etmesi çoğu kişiyi şaşırtıyor. “Nasıl oluyor da ABD, PKK’dan vazgeçiyor?” deniyor.
Daha önce de birkaç kez vurgulamıştık. Bunu sağlayan Türkiye’nin, en başta Türk Ordusu’nun gücüdür.
Şu gerçeği görmezsek, gelişmeleri anlayamayız:
ABD’nin BOP’u Filistin, Suriye, Irak, İran ve en başta Türkiye tarafından tarihe gömülmüştür.
Önce 15 Temmuz gecesi, arkasından Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı, Pençe harekatları ile Türk Ordusu, ABD’yi yenmiştir. Çıplak gerçek budur.
Bu gelişme, Türkiye’nin kendi güç ve milli imkanlarını seferber ederek, aynı zamanda bölgesel ittifak potansiyelini değerlendirerek, dünya çapında hegemonyasını yitirmekte olan ABD’yi geriletmesi sonucunda olmuştur.
Bugün, ABD’nin kara gücü olarak kullandığı PKK’nın feshi ve silah bırakmasına giden süreci sağlayan arka plan budur.