Uzaydan gelen tehlikelere karşı Dünya’yı savunma imkânımız var mı?
Son zamanlarda özellikle medyada sürekli olarak uzaydan gelebilecek tehlikeler hakkında haberler yayınlanıyor. Tabii bu arada Hollywood’un sürekli bu konu hakkında farklı ve izlenir filmler yaptığını da unutmayalım. Normalde tüm bu filmlerin konusu aynı şekilde başlıyor. Dünya’ya doğru gelen bir asteroit belirli bir çapın üzerinde oluyor ve hızla yaklaşıyor. Devlet yetkilileri bu çarpışmanın tüm dünyada yaşamı sona erdirecek bir olay olacağını söylüyorlar ve bu asteroidi durdurmak için ya nükleer silahlar ya da güçlü lazer silahları kullanıyorlar. Genelde film kahramanı son dakikada olsa da bir şekilde asteroidi parçalamayı başarıyor ve böylece Dünya da kurtulmuş oluyor. Filmin kahramanı da muradına ermiş oluyor. Peki bu durumun gerçek olması durumunda benzer bir metot ile uzaydan gelen ve Dünya için tehlike eden bir asteroidi durdurma veya yok etme imkânımız gerçekten var mı? Bu soruya hem evet hem de hayır cevabı verebiliriz. Bunun sebebi ise öncelikle bu tarz bir tehlikeli bir durum oluştuğunda en kötü ihtimalde bile bunu aylar öncesinden astronomik gözlemler ile bilebilecek durumda olmamız. Zannedilenin aksine bu tür objeler zannedildiği kadar hızlı olmaz ve ışık hızının binde biri kadar hıza bile sahip değildirler. Bu anlamda çok ani olarak bu tehlikenin bir anda belirmesi ve zamana karşı yarışılması gibi bir durum yok. Ancak durumun olumsuz tarafına baktığımızda bu tür gerçek bir durum da Hollywood filmlerinde olduğu gibi hemen hazırda bir uzay gemisi göndermenin hatta nükleer bombalarla yok etmenin kolay bir şey olmadığını hemen söylememiz lazım.
ASTEROİDLER DURDURULABİLİR Mİ?
Öncelikle burada önemli olan gelen kütlenin büyüklüğüdür. Çok büyük kütlelerin önemli bir momentumu vardır. Momentum denilen kavram ise kütle ve hızın bileşiminden elde edilir. Bir obje ne kadar büyük ise ve ne kadar hızlı ise yaratacağı tahribat o kadar fazla olur. Asteroid türü objelere baktığımızda kiminin çapı veya uzunluğu birkaç metre iken, yüzlerce metre uzunluğunda bir asteroid ile karşılaşmak da çok olası olmasa bile mümkündür. Buna ek olarak her asteroidin belirli bir hızı zaten vardır. Güneş sisteminde olan her obje yörünge mekaniği ve Newton Kanunları gereği Güneş’in etrafında dönmeye mahkumdur. Buna ek olarak farklı ve daha büyük kütlelerin çekimine katılan asteroidler aynı zamanda çekimsel hızlanmaya tabi olup dahada hızlanabilirler. Bu çerçevede bu tarz bir asteroidin oldukça tahrip edici bir etkisi olacaktır. Fakat bu tarz bir kütleyi durdurmak nükleer bombalar ile bile kolay olmayacaktır. Kaldı ki filmlerin aksine nükleer füzeleri istenilen uzaklığa gönderecek bir alt yapı henüz yok, nükleer füzeler balistik bir yörüngeye sahip olup, itki güçleri onları yerden 5-6 bin kilometreden yukarıya taşıyacak güçte değil.
ÇİN ÖRNEĞİ
Bugün geldiğimiz noktada, astronomik gözlemler ve ulusal programların hızlanması sayesinde tehditleri erken tespit edebilme kabiliyetimiz belirgin biçimde gelişmiş vaziyette; buna rağmen sahadaki gerçek zorluklar hâlâ azımsanmayacak kadar büyük. Çin’in önde gelen uzay bilim insanlarının duyurduğu gibi, yakın gelecekte kinetik çarpma (impaktor) gösteri göreviyle bir hedef asteroidin yörüngesini değiştirme denemesi yapılması planlanıyor ve bu yaklaşımın amacı hem gözleme dayalı değerlendirme hem de çarpmanın etkinliğinin tam bir uzay-yer izleme düzeniyle saptanmasıdır. Bu çerçevede önce bir gözlemci, sonra çarpıcı gönderilip oluşan etki ayrıntılı olarak izlenecek. Bu, Hollywood sahnelerindeki ani “uzay gemisi fırlatıp hemen bombalayalım” fikrinden çok daha karmaşık. Uzay aracının aylar, hatta yıllar süren bir seyahat boyunca hassas yörünge düzeltmeleriyle birkaç on metre seviyesindeki isabet hatası içinde hedefi bulması gerekiyor; bu da “uzayın uzun menzilli nişancılığı” gibi aşırı bir hassasiyet gerektiriyor, çünkü hem asteroid hem Dünya yüksek hızlarda hareket ediyor. Ayrıca, bir cismin iç yapısı (katı kaya mı yoksa gevşek enkaz yığını mı olduğu) önceden kesin bilinemediğinden, aynı çarpmanın farklı hedeflerde beklenen yörünge sapmasını veremeyebileceği belirsizliği işin içine giriyor; bu yüzden tek bir teknikle tüm senaryoları güvenle çözmek mümkün değil. Öte yandan erken uyarı ve tespit kapasitesi yükseldikçe müdahale seçenekleri çeşitleniyor: Çin’in yaptığı gibi yer-tabanlı geniş alan taramalar, çoklu teleskop ağları ve “China Compound Eye” gibi radar projeleriyle veya uzaydaki sabit gözlem platformlarıyla nesnelerin daha erken, daha doğru izlenmesi sağlanabiliyor. Bu anlamda erken tespit, bir tehdide karşı hem daha az radikal hem de daha etkili müdahale planlarına olanak tanıyor.
GERÇEK HOLLYWOOD’DAN FARKLI
Uluslararası düzeyde ise BM çatısı altındaki ağlar ve görev planlama grupları (IAWN, SMPAG gibi) uzun zamandır koordinasyona vurgu yapıyor; yakın dönem girişimler, bir ülkenin tek başına “kurtarıcı” rolünü üstlenmesinden ziyade, bilgi paylaşımı, ortak izleme ve birlikte görev geliştirme gerekliliğini ortaya koyuyor. Tabii burada ABD’nin de bu tarz bir tehlikeye karşı Çin gibi benzer senaryolar üzerinde çalıştığını da vurgulamak gerekiyor. Sonuç olarak, Hollywood’un dramatik anlatımının ötesinde gerçek dünya hem umut veriyor hem de uyarıyor. Elimizdeki teknolojiler ve planlanan deneyler bizi acil tehditlere karşı güçlendiriyor, fakat aynı zamanda bize müdahale seçeneklerinin büyük çapta koordinasyon, hassasiyet ve önceden hazırlanmış, esnek stratejiler gerektirdiğini de hatırlatıyor.
Özet olarak korunma mümkün ama kolay değil; hazırlık ve işbirliği şart. Her ne kadar ülkemizin teknolojileri bu seviyede henüz olmasa bile Uzay Vatan kavramımız gereğince bizlerinde bu çalışmalara bir yerden katkıda bulunmamız şart.