04 Mayıs 2024 Cumartesi
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Zaman tahminlerinde değil yarın olacakmış gibi önlemlerde yarışalım

Şule Perinçek

Şule Perinçek

Gazete Yazarı

A+ A-

Marmara depreminin “er ya da geç” olacağı bilimsel bir gerçek. Ancak ne zaman olacağının bilinmesi henüz bilimin geldiği düzey açısından mümkün değil. Tahminler yapılıyor.

Kimi bilim insanımız farklı bir büyüklük söylüyor.

Kimi yılını tahmin ediyor.

Yarın öteki gün olur mu, olur...

Farklılıklar bazı bilim insanlarımızın ne yazık ki "piyasa koşullarına uyum sağlamalarından" "medyatik dürtülerden" ya da farklı yöntemler kullanarak elde ettikleri verilerden kaynaklanıyor. Bu açıdan bilimsel mutlak bilgiye dayanması mümkün olmadığına göre "tahmin yarıştırma ya da tartıştırma" anlamlı ve doğru değil.

Ciddi bilim insanları da bunu yapmıyor zaten. Tartışmamız gereken özellikle nüfusumuzun yoğun olduğu, örneğin kilometre kare başına düşen kişi yoğunluğu 3 bin kişi olan sanayimizin önemli merkezi İstanbul gibi kentlerde alınması gereken köklü önlemler. İstanbul'da kilometre kare başına düşen konut sayısı 340'tır. Beklenen şiddette bir depremin yıkımını düşünmek işte o korkutucu.

İSTANBUL’UN SIRTINDAKİ YÜK

Çünkü İstanbul rantı yüksek bir kent. Siyasi rekabetin yoğun olduğu bir kent. Bir de sırtında bu ağır yükü taşıyor.

Ayrıca Marmara’nın etrafındaki bu kentler tarihi bakımdan da zenginler. Müthiş bir insanlık ve uygarlık mirası.

Önlemlerde çok titiz olmamız gerek.

Üstelik de çok geç kalınmış.

Tahmin yarıştırılması yerine, bu konuda tartışalım.

Yarın olacakmış gibi.

Aslında yapılması gereken yıllardır biliniyor. Projeler var.

Yalnızca depremden depreme değil yıllardır bilim insanlarımızın çekmecelerinde duruyor.

Biliyorum. Gördüm. Hazır.

Kaç kez söyleşi yaptım, kaç kez program yaptım.

Belki bir tek yeni teknolojik gelişmeler ve yapıldıkları zamandan bu yana kentsel değişiklikler de göz önüne alınarak güncellemek gerekecek.

Ama en önemlisi bunları her türlü siyasal ve rantsal kaygılardan uzak uygulamaya koyacak iradeyi tanımlamak.

Çekmeceden çıkaracak ve masanın üzerine koyacak.

Bazı kesimlerden alacağı oyun gözünün yaşına bakmayacak. Depremden sonra dökülecek göz yaşının hesabını yapacak.

Bilimsel tavır budur.

MEDYANIN GÖREVİ

Medyanın görevi de bu olmalı.

Bu yollar açılmalı.

Öyle mi?

İnsanların acıları. Mahremleri.

Enkazın başında elinde kamera bekliyor. Günlerdir aç susuz karanlıktan çıkan bebenin gözüne tutmak için yer kapıyor. Işıklar patlıyor. Bağrışlar, sloganlar…

Bebe ürküyormuş. Onun ailesi yakınları varmış… umurunda mı…

Muhabirler ağlamaktan haber veremiyor. Ağlıyorlar… ağlatıyorlar.

Başarı çıtası yükseliyor. Başarılı gazeteciymiş.

Ben ona gazeteci bile demem.

Reytingci.

Yetmiyor.

Yalanlar yarıştırılıyor.

Felaket… felaket…

İnsanlar ne yazık ki felaket senaryolarıyla reytinglerde tepe yaptırılıyor... Emperyalist amaçlara yem ediliyor. Nasıl bir sorumsuzluk.

Televizyon izleyicisi özellikle camın arkasından gerilim filmi seyreder gibi. Bu hale getirildi. Gerçek dünyadan kopuyorsun. Ekrana kilitleniyorsun.

Herkes fay hatlarını tartışıyor. Kaç kilometre? Nereden kırıldı kırılacak…

Olasılıklar içinde debelenmek, fikir geliştirmek bir anlamda tatmin yaratıyor.

Kültürel sapmalar.

Esas hedefe kilitlenmektense, verimsiz alanda oyalanma. Oysa kentleri yeniden imar etmek zor ve renksiz bir uğraş.

Hayaller acılı da olsa, kendi şimdiki durumunla kıyaslamana da yol açıyor ve şükrettiriyor. Öte yandan da”heyecan” var. “Aksiyon” var… “Adrenalin” yükseliyor…. Enerjini burada yanlış yere ve boşa harcattırıyor.

Zaman tahminlerinde değil yarın olacakmış gibi önlemlerde yarışalım - Resim : 1

BİLİM İNSANLARIMIZ VE BİLİMSEL OLMAYAN AYKIRILIKLAR

Bilim insanlarımızı da bu büyüye alet mi ediyoruz…

Sorularımızla çeke çeke…

Bir bilim insanı fikirleriyle ilgi odağı olmalı. Biçimsel ya da bilimsel olmayan aykırılıklarla değil. Bazı yorumcularda ticari kaygı lekeleri bile var. Gölcük depremi sonrasında herkesin çok duyarlı olduğu bir zamanda çok irkiltici tahminlerde bulundular. O sırada bina denetleme şirketi kurmuşlardı. Millet akın akın müşterileri oldu.

İşte bunlar da acı gerçekler.

Yazacağız. Görev. Çünkü düzelteceğiz.

Maraş ve Hatay depreminden önce de bu tür olasılıklar konuşuldu, uyarıldı. Altının üzerinde bekleniyordu. Er ya da geç…

Bir an önce çareler üretmeliydik.

Denetlemeliydik.

Geldi geliyor.

Tahminler biraz fal gibi, öyle de olsa tutar böyle de...

Bilim insanları fala bakmaz. Kesin veri varsa kesin konuşur.

Marmara depremi olacak. Kesin. Biliyoruz. Ama ne zaman?

Bilmiyoruz.

Ama kesin bildiğimiz, köklü önlemler alınmalı.

Kamunun liyakatlı, kararlı ve insan merkezli müdahalesi gerekli.

DEPREM KENT PLANCILARI, JEOLOJİ MÜHENDİSLERİ… VE SEÇİM

Geçen hafta UlusalKanal, Yeni Ufuklar programında “yaşanan ve yaşatan kentler nasıl olmalı”yı konuştuk. Kentlerin biçimsel ve işlevsel amacı nedir?

Kent planlamasının deprem öncesi ve sonrasıyla nasıl bir ilişki vardır?

Yıkım ve afet lojistiği konusunda bir etkisi olabilir mi?

Konut, ulaşım ve kent planlaması, bölge planlaması, toprak kullanımı, kentsel büyüme nedir nasıl olmalıdır?

ODTÜ Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. H. Çağatay Keskinok konuğumuzdu. Eğitim gibi oldu. Nasıl bir bilim insanı olunurun yanında bilim eğitimi nasıl veriliri de örnekledi.

Bu pazar Jeoloji Mühendisleri Odası Eskişehir Şube Başkanı Prof. Dr. Can Ayday konuğumuz olacak.

MTA tarafından hazırlanan Türkiye Diri Fay Haritası’na Türkiye'de 45 ilde 5,5 ve üzeri deprem üretebilecek 485 diri fay bulunuyor.

Türkiye’de 81 il merkezinin 24 tanesinin içinden aktif fay hattı geçiyor.

Türkiye için Fay Yasası gerekli mi?

Depremde binaların sağlam kalması için önemli koşullardan biri zemin etüdünün doğru yapılması.

Bu görev jeoloji mühendisleri tarafından yapılıyor. Sayıları yeterli mi?

Deprem öncesinde ve sonrasında jeoloji mühendislerine düşen görev nedir?

Denetleyici yasalarımız yeterli mi?

İyi yasalar kaybımızı en aza indirmeye yeter mi?

Türkiye üretimden vaz geçtiği, daha doğrusu vaz geçirildiği yıllarda beş yıllık planlarında çok sayıda Ziraat Mühendisi ve Jeoloji Mühendisi olduğunu vurguluyordu. Üniversite tercihlerini hizmet sektörüne yönlendiriyordu.

Yerbilimcinin, ziraatçinin işsiz kaldığı bir Türkiye düşünebiliyor musunuz?

Düşünmenize gerek yok.

Görüyoruz.

Yaşıyoruz.

Onu da düzelteceğiz.

Bu seçimler çok önemli.

Ertelense de ertelenmese de yapacağımız belli.