Murat Bölükbaşı

murat-hoca-1969@hotmail.com

Son Yazıları

Neden?

Fenerbahçe Basketbol Erkek Takımı’nın dünyaca ünlü koçu Obradoviç’e bir röportaj da sorulur; Tarihte veya şu an yaşayan birine ne sormak isterdiniz? Obradoviç, “Silahları yaratan kimse ona sorardım ‘NEDEN’? ikinci sorum politikacılara olurdu; neden kendileriyle bu kadar ilgileniyorlar diye, neden sorunları olan gerçek insanlarla ilgilenmiyorlar diye’’ ve cevabı yine kendi veriyor usta koç, “Hepsinin ağzında demokrasi, insanlar ve fakirlik için yapmak istedikleri var; çünkü tüm dünyada bu böyle, şu an da tüm dünyanın en zengin kesimiyle yiyecek bulamayan insanlar arasında inanılmaz bir gelir farkı var. Dünyadaki adalet bu mu? İstediğimiz demokrasi bu mu? 2018 yılındayız, dünya çıldırmış.’’

Spor adamı kimliğini bir kenara koyup ‘insan Obradoviç’ olarak konuşuyor, eğip bükmeden konuşursam ne olur diye düşünmeden, fincancı katırları ürker mi demeden, insan olmanın erdem, dünyanın en iyi koçlarından birinin erdemli insan olmanın bir sonucu olduğunu gözümüze sokarak öğretiyor büyük usta.

Yazının Devamı

Yırttık!

Almanya ile birlikte aday olduğumuz 2024 Avrupa Şampiyonası’nda UEFA organizasyonun Almanya da yapılmasına karar verdi. Organizasyona talip olan büyüklerimiz ve milletimiz hayal kırıklığına uğradı. Sayın spor bakanımız ‘biz kaybetmedik onlar kaybetti’ manasına gelen bir açıklama yaptı. Sayın bakanımıza yüzde yüz katılıyorum; ancak neden onayladığımı öğrenmek için yazıyı sonuna kadar okumanızı öneriyorum.

Organizasyonun en önemli kriteri stadyumlar. Almanya 2024 Avrupa Şampiyonası’na tüm statlarıyla şimdiden hazır; ancak bizim halen temeli bile atılmamış statlarımız var. Başta İstanbul olmak üzere şehirlerimizin alt yapıları bu organizasyon yükünü kaldırabilecek düzeyde değil, organizasyonun olmazlarından biri de bana göre tribünler. Türkiye’de maça giden seyirci sayısı Almanya nın seyirci sayısının 8/1 i üstelik minimum 80, 100 Euro bilet parasıyla Türk seyircisinin organizasyona katkı sağlaması mümkün görünmüyor; üstelik spor kültürümüzün de yerlerde süründüğü 2013 U20 Dünya Şampiyonası ortadayken!

Yazının Devamı

Mecburiyetler

Türkiye Futbol Federasyonu, yabancı oyuncu sayısında azalmaya dönük bir çalışma içindeymiş. Şenol Güneş de basın toplantısında yabancı oyuncu fazla eleştirisini getirmiş. Daha önce yazılarımda yabancı oyuncu sayısının futbolumuza verdiği zararları işlemiştim; lakin boşuna dememişler bir musibet bin nasihatten daha iyidir diye. Dört büyük kulübün toplam borcu 5 milyar lira cıvarında seyrediyordu, dövizdeki yükselişten sonra bu borç yükü daha da arttı. UEFA mali transfer politikaları doğrultusunda yaptırıma gitti. Olmayan parayla istediğin gibi transfer serbestliğin yok.Elindeki oyuncular yaşlı, garanti para ve uzun süreli sözleşmelerle gemiyi limana çekmiş yatmakta, beni alın lokum şiş kebap istanbuuul very good, yengen İstanbul’u çok sevdi, ı love you diyerek bir takıma kapağı atarak geçirdiği iyi bir sezondan sonra daha fazla avroya arkasına bakmadan kaçan oyuncu modelleriyle Türk futbolunun ivme kazanamayacağını görmeniz için kulüplerin batması mı gerekiyordu?Galatasaray gibi Şampiyonlar Ligi oynayacak bir takımın çaresizlikten santraforsuz kalması için federasyonun ve devletin Türk futbolundaki çöküşe en hafif ifadeyle liyakatsiz, beceriksiz menfaat odaklı yönetimlere göz yumup sessiz kalması mı gerekiyordu. Bir futbolcu bonservisi için 5, 10 milyon avroyu sokağa atarken bugün sayın Ahmet Ağaoğlu’nun ‘dört oyuncunun bonservisine 2,4 milyon avro ödedik hepsinden yüksek verim alıyoruz’ diyerek mecburi transfer politikaları ile övünmesine ağlamamız mı sevinmemiz mi gerekir. Değinmek istediğim diğer bir konu da kulüp başkanları; sayın Mustafa Cengiz, Fikret Orman ve Ahmet Ağaoğlu’nun yanına Ali Koç’un gelmesi ile futbolda hiç bir şey olmasa dahi bir nezaket, tarz, seviye, centilmenlik, empatik bir tavır oluştu. Bundan sonra rekabetin, mücadelenin yeşil saha içinde, sportif dostluğun, sevginin, saygının, kardeşliğin, barışın saha dışında tahsis edileceğine dair bir ümidi görmek bile bugün için büyük bir adım ve gelişme diye düşünüyorum. Ahlaksızlık ve kötülüğün zulmü bir gün toplumları ahlaklı ve iyi olmaya mecbur eder.

Yazının Devamı

Antrenörlük zor zanaat

Futbol antrenörleri TFF’nin çalışma esas ve talimatları çerçevesinde sözleşme yaparlar. Lakin antrenörün sözleşme ve çalışma hakları talimatlarla güvence altına alınsa bile bu uygulamalar antrenörün çalışma şartlarını ve mesleğin itibarını korumak konusunda yetersiz kalmaktadır. Kulüpler genelde yönetimsel hatalarından kaynaklanan başarısızlığın, gerekse oyuncu bazlı problemlerin sonucunu ve tedavisini faturayı teknik adama keserek sorunu öteleyen, antrenörün mesleki itibar infazıyla sonuçlanan bir yolu seçmişlerdir. Ne yazık ki özellikle alt liglerde yerleşmeye başlayan antrenör, ‘’Olsa da olur olmasa da olur’’ bakışıyla teknik alan sorumluluğu bazen idareciler bazen de sportif direktörler tarafından yürütülmüş, hatta lokal başarılar sonucunda ‘’Ya antrenöre ne gerek var, bu işi bizde yaparız’’ düşüncesi yerleşmeye başlamıştır. Sezon başında, ‘’Hocam transferleri biz yaparız gel sen takımı yönet’’ mantığı teknik adamın felsefesi ve takımın oyun karakteri ile buluşmadığı müddetçe başarıyı yakalamak ve kulüplerin antrenör kıyımının önüne geçmek mümkün değildir.

Bütün bu problemlerin çözümü konusunda antrenör de özeleştirisini yapacak, mesleki donanım, yeterlilik, zayıf antrenör kimliği problemi, kısa orta uzun vadeli mesleki hedefleri yakalamak için plan dahilinde özverili, disiplinli bir mesleki çaba ve çözüm üretme gayretini taşımak zorundadır.

Yazının Devamı

Hacettepe SBT

Hikayemiz; Hacettepe Spor Bilimleri Teknolojisi Fakültesi’nde geçer, bio kimya laboratuvarına araştırma görevlisi alınacaktır. Bir kişilik kadro açılır, kadroya otuz kişi başvurur. Başvuranlar içinde B.Ö. de vardır; ancak B.Ö.’nün açılan kadroya göre ilginç bir durumu var, Başkent hukuk mezunu bir avukat ve yüksek lisansını fakültede beslenme üzerine yapar. İlginç değil mi? Hukuk okuyup yüksek lisansını beslenme olarak yapmak!

Genelde kadroya başvuranlar biyoloji, fizyoloji, spor bilimleri dallarında lisans ve yüksek lisans sahibi olmasına rağmen B.Ö.’nün dönemsel özgüveni ve iddiası adayların da dikkatini çekecektir; lakin B.Ö.’nün ALES ve YDS puanları düşüktür, on kişilik mülakat gurubuna giremez, fakat şansı yaver gider(!) O bölümlerin mezunu olanlar, hatta yüksek lisans da yapanlar mülakatı geçemezler. İki ay sonra yeni bir başvuru talebi alınır, başvurular yarı yarıya düşmüştür. B.Ö. on kişilik mülakat listesine girmiştir. Mülakat yapılır on kişiden yedisi sıfır çekmiş, ‘’takdiri ilahi’’ hukuk fakültesi mezunu B.Ö. en yüksek puanı alarak (80 puan) mülakatı geçmiştir.

Yazının Devamı

Seçim bildirgelerinde spor

Yine yoğun bir siyasi gündem ve seçim iklimindeyiz. İlk defa Türk usulü başkanlık modelinde Cumhurbaşkanı ve Milletvekili seçmek için oy kullanacağız. Bir spor emekçisi sorumluluğu ile partilerin seçim bildirgelerini inceledim; ne yazık ki hayal kırıklığına uğradım. Gelişmiş çağdaş ülkeler sosyal devlet iddiasını refah toplumu olma iddiasının gereği olarak beslenme, barınma, sağlık ve eğitimin yanına mutlaka sporu da eklemiş ve bu unsurlarla sporu ayrılmaz bir bütünün parçası haline getirmişlerdir. Eğitim ve spor, spor ve sağlık, spor ve beslenme cümle içinde birbiri ile o kadar akraba ve uyumlu ki, partilerin seçim bildirgelerinde bir sayfayı geçmeyecek şekilde sonuç odaklı vaatleri ‘Dostlar alışverişde görsün’ izleniminden öteye gitmemiş; belli ki Türkiye genç bir nüfus ve bu nüfusun anayasal hakkı olan spor yapma imkanı, spor kültürüyle yetişme fırsatı bizi yönetenleri ve yönetmeye talip olanları çok fazla ilgilendirmemiş.

***

Yazının Devamı

Televizyon

Kendimi bildiğim 70’li yıllarda hayatıma girdi Televizyon. Öyle herkesin harcı değil TV sahibi olmak. Bir evin kapısına televizyon indiğinde komşular kapıya cama çıkar ‘gördün mü? Hatice hanımlara televizyon gelmiş! ‘Ah ah zenginliğin gözü kör olsun’ diye hayıflanır akşam da kocasına ‘bey bey şu eve bir televizyon al, bak çocuklar üzülüyor komşularda bıktı, her akşam her akşam bizi misafir etmekten’ diye hayıflanırdı. Esnaftı babam, ben şanslı çocuktum, evimizde televizyonumuz vardı, merdaneli çamaşır makinemiz ve kapısını açıp içinden buz gibi Ankara gazozunu gizli gizli içtiğimiz buz dolabımız vardı.

Evin en değerli eşyasıydı televizyonumuz, annem onun değerli olduğunu oyalı dantel örtüsünü serip üstüne de bir biblo ya da içi çiçek dolu bir vazo koyarak gösterirdi. Mutluluğumuz, amacımız, hayallerimizin sihirli kutusuydu televizyon. Akşam 19’da açılıp gece 24’de askerimiz, bayrağımız ve istiklal marşımız eşliğinde Anıtkabir’den kapanışını yaparken sanki mesaj verirdi ATAM; “Ben buradayım şimdi gidin mışıl mışıl uyuyun.’’

Yazının Devamı

Kulübü yaşat ki sen de yaşa

Ehil ellerde olmayan, sorumsuz ve hovarda yönetim anlayışıyla borç batağına savrulan kulüplerin sayısı günden güne artmakta, kulüp kendini koruma imkanına sahip olmadığı için nice büyük camialar yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır. İddiaya göre spor bakanı Suat Kılıç döneminde hazırlanan spor yasası içinde bulunan ‘dönemlerine ait borçlanmadan yönetimler sorumludur’ maddesi yüzünden kulüp yönetimlerinin lobisi sonucunda rafa kaldırılmış, kulüplerin bekası, yönetimlerin uhdesine bırakılmıştır. İşte böyle bir ortamda Türkiye 2.lig takımlarından Etimesgut Belediyespor kulüp başkanı Hasan Kartal kulübün geleceğini garanti altına alacak önemli bir karara imza attı. Genel kurulda tüzüğe, “Kulüp borcundan yönetim sorumlu olacaktır” maddesi eklenerek hem kendi yönetimini hem de gelecek yönetimleri mali bir disiplin içinde kurumsal, profesyonel bir yönetim anlayışı ve kalitesine mecbur etti. Sayın Hasan Kartal’ın sergilediği bu vizyon tüm kulüplere örnek olmalı. Eğer gidişat dan rahtsızsanız şikayet etmeyin. İlla ilgili kurumların eline değnek alıp sizi dürtmesini beklemeyin. Türk futbolunun geleceği ve kurtuluşu adına sorumluluk alın, spor yönetimi ahlakına, kalitesine öncülük edin; ‘’hırsızlar’’ kaybeder ama alacağınız bu kararla Türkiye ve Türk futbolu kazanır. Kulübü yaşatırsan, toplumu yaşatırsın, şehri yaşatırsın ve sende doğru bir şey yapmanın vicdani huzurunu yaşarsın. Hasan Kartal futbol aşığı bir iş adamıdır. Beş yıl önce amatör kümede başkanı olduğu Etimesgut Belediyespor’u 2. Lige taşımış, sadece sportif başarıyla kalmamış tesisleşme hamleleri ve futbol düşünürlüğüyle Ankara futboluna yeni bir soluk ve renk getirmiştir. Dileğim, futbol ve memleket sevdalısı Hasan Kartalların, Seyit Mehmet Özkanların (Altınordu ) futbolun hep içinde olması ve sayılarının giderek artmasıdır.

Yazının Devamı

Şeffaf düzen!

Türkiye Futbol Federasyonu 2017-2018 futbol sezonunda sağlanan menajerlik hizmetlerinin maddi boyutunu ‘şeffaf’ bir şekilde sayfasında paylaşmış; buna göre Süper Lig’de 12 takım menajerlik hizmeti olarak 11,147.640 Euro ve 1,268,910 TL ödeme yapmış, altı Süper Lig takımı ise çok daha iyi bir yönetim sergileyerek 1 lira bile menajerlik hizmeti ödemesi yapmamış! Spor Toto Birinci Lig’de Çaykur Rizespor 475 bin Euro, 225 bin Dolar ve 967 bin Türk lirası ile başı çekerken, Balıkesirspor, Manisa ve Giresunspor 119,500 Türk Lirası ödeme gerçekleştirmiş, 14 takım ise müthiş bir yönetim kabiliyeti göstererek 1 Lira bile menajerlik hizmeti ödemesi yapmamış! 36 takımlı 2, lig de 60 bin, 54 takımlı 3, lig de ise 67,200 TL toplam da hizmet bedeli ödemiş. ***Bu tabloya bakıldığında Türkiye’de menajerlik müessesesinin yaygın olmadığı sporcuların kişisel menfaatlerinin korunması ve kulüplere sunumunda, pazarlanmasında menajerlik hizmeti almadıkları, oyuncunun kulüple faks, telefon, güvercin veya dumanlı haberleşme yöntemiyle bire bir temas kurarak kendilerini pazarladıkları akla gelebilir; Yine futbol kulüplerimizin uzman izleme kadrolarıyla dünyanın ve ülkemizin her tarafında takım sistemine, karakterine uygun yetenekli ama menajersiz oyuncuları büyük maharet sergileyerek keşfedip getirdikleri düşünülebilir. ***Türkiye Futbol Federasyonu’nun resmi belgelere yansıyan rakamlara göre, federasyon bünyesinde tescillenmiş 370 menajerin para kazanamadığı, iflas ettiği, evine götürecek ekmek parası bulamamasına rağmen mesleğine olan aşkıyla her sene binlerce lira tescil parasını borç bularak yatırdığı, benim gibi ‘zihni sinir’ biri tarafından iddia edilebilir; lakin iddianın sahibi bu fakir, Türk milletinin aklıyla alay edilmeyeceğini de iyi bilir.Yeri gelmişken lafı gediğine koymak da fayda var. Günümüz Türkiye’sinde hayatın olağan akışı içinde ‘it iti ısırmaz, körle yatan şaşı kalkar, bal tutan parmağını yalar, benim memurum işini bilir’ gibi atasözlerini çok duyar ve konuşur olduk. Doğru söz katarından belli olur derler, Türk futbolu iyiye gitmiyor... ‘Dost acı söyler.’

Yazının Devamı

Spor adına güzel bir adım

Hafta başında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde profesyonel takımların alt yapılarına kaynak sağlayacak bir karar alındı. Türk sporunun ve amatör spor kulüplerin desteklenmesi amacıyla düzenlenen 7103 sayılı vergi kanununda yapılan değişiklikle sporculara ödenen ücretlerden kesilen gelir vergisi tutarı ödemeyi yapan kulüp ve şirketlere iade edilecek; sağlanan bu kaynak alt yapılara ve amatör branşlara aktarılacak. Bu kararı alan ve düzenlemenin geçmesini sağlayan hükümet yetkililerini ve karara destek veren muhalefet parti milletvekillerini kutluyorum.Vergilerimiz nereye gidiyor diye ‘için için’ hayıflanırken fut bol sektöründe alınan vergi payının amatör sporun gelişmesi ve yapılanması adına tekrar kaynak olarak sektöre aktarılması alt yapıların gelişmesi, kaliteli antrenör istihdamı ve kulüp bünyesinde daha fazla branşta sporcu yetiştirilmesine katkı sağlayacağını düşündüğüm bu uygulama Türk sporunun ve gencinin geleceği açısından umut verici bir gelişme. Alınan bu karar kimi çevrelere göre ‘yine kulüplere kıyak yapıldı’ olarak algılansa da, kaynaklar amaca uygun olarak kullanıldığında sporun gelişmesine, spor yapan çocuk sayısının artmasına, elit düzeyde sporcu havuzunun büyümesine, daha fazla antrenör istihdamına, kaliteli spor yapma imkanına katkı sağlayacağı düşünüldüğünde doğru ve yerinde bir karar olarak göze çarpıyor. Lakin ‘İyilikten maraz doğar’ atasözünü de unutmamak lazım. Geçmişte tesis yardımı adı altında federasyondan yüklü miktarda para alan yönetimler bu parayı transfere harcayarak veya zimmet yaparak günü kurtarmış, şark kurnazlıklarıyla kulübün, çocukların, şehrin geleceğini ve itibarını yerle bir etmişlerdi.Tarih tekerrür etmesin, devlet iade ettiği paranın takipçisi olsun ve hizmetleri denetlesin, yanlış yapan yönetici, yakasında ve ensesinde devletin elini hissetsin. Bir önerim de Türkiye Futbol Federasyonu’na olacak; senede 650 milyon Dolar yayın geliriniz var! Bunun %10’unu alt yapı spor tesisi olmayan profesyonel futbol kulüpleri, daha sonra da profesyonel kulübü olmayan illerimizde futbolun gelişmesi ve gençlerin spora teşvik edilmesi amacıyla tesisleşme, antrenör istihdamı ve eğitimleri amaçlı bir fon oluşturup devletin açtığı bu yola futbol ailesinin başı olarak proje ve destek sağlamak istemez misiniz? Alt yapıya destek adına iade edilen paralar için yazılı mesajlarıyla ilgililere şükranlarını bildiren kulüp başkanları futbolda altyapı ve tesisleşme adına yayın gelirlerinden kesilecek ve altyapı fonuna aktarılacak yüzde ondan da şüphesiz Türk sporu ve genci adına sevinerek vazgeçeceklerdir(!)

Yazının Devamı

Türkiye’de antrenör olmak

HÜRRİYETGazetesi spor yazarı Uğur Meleke, köşesinde paylaştığı ‘Teknik direktörlük ölüyor’ yazısından sonra futbolda kronikleşen bu konuyu derinliğine yazma ihtiyacı hissettim. Bu sorun sadece ülkemizin değil, dünya futbolunun önemli bir sorunudur. Ben antrenör kıyımı konusunda Türkiye ayağındaki nedenleri sizlerle paylaşacağım. İlk problem sezon başı kendisini gösterir, konu siyasettir. Siyasi erk’in iradesiyle takımın başına gelen antrenör, kulüp yönetimin, kamuoyun, taraftarın, basının pasif muhalefetine rağmen takımın başına gelir; dolayısıyla bu birliktelik olumsuz bir durumda ilk durakta sonlanır. İkincisi yöneticidir. Yönetici teknik idareye müdahale ihtiyacı hisseder. Aslında o kulübü idare etmekten ziyade takımı idare etme kabiliyetine sahiptir(!) Ben daha iyi yönetirim düşüncesine kendini öyle inandırmıştır ki, teknik adamın sorumluluk alanına müdahale kaçınılmaz, sonucu ise ayrılıktır. Üçüncü ayak oyuncudur.Antrenörün çalışma tarzını beğenmeyen, forma şansı bulamayan, sahaya yansıyan kötü oyunda sorumluluk almak yerine teknik direktörü hedef göstererek geçici bir avans alan oyuncu ve oyuncu grubu, antrenör kıyımında en önemli etkenlerin başında gelir. Çünkü futbolda kurumsallığı, ilkesi, yönetim ve yönetişim bilgisi, kabiliyeti, tutarlı çizgisi, deneyimi olmayan idare anlayışı, ‘Tüm oyuncuları değiştiremeyiz bari hocayı değiştirelim’ anlayışı ile hareket eder. Dördüncüsü ülkemizde oyun odaklı bir karardan ziyade sonuç odaklı kararlar alınmasıdır. Yani siz saha içi ve dışında futbol adına olumlu her şeyi yap, sonucu almazsan valizini toplamaya başlayabilirsin. Beşincisi oyuncu menajerleriyle olan ilişkinizdir. Futboldaki kirli ilişkilerin önemli saç ayağından biri olan kulüple organik bağı oluşmuş menajerlerin kulüp yönetimleriyle olan çıkar ilişkileri antrenörün görevine devam edip etmeme noktasında belirleyici rol oynar. Altıncı ayak ise taraftar ve basın ayağıdır. Eğer bu iki unsur sizi göndermeye karar verdiyse ‘alemi cihan’ olsanız ilk beş ayağı geçseniz de altıncı ayakta yatar, sezonu bitirme ve kalibrenizi gösterme hedefinizi bir başka umuda saklarsınız. Tüm bu olumsuzlukları aşıp başarıyla uzun süreli bir kontrat yapıyorsanız ya müthiş vizyonel, misyonel kurumsal deneyime sahip bir takımda çalışıyorsunuz yada bir bukalemunun gösterebileceği doğal yetenekleri layığı ile sergiliyorsunuz demektir.

Yazının Devamı

Hikaye bilindik!

Sevgili Atilla Türker’i 90’lı yıllarda Ankara Petrol Ofisi takımında oynarken tanıdım. Petrolü Süper Lig’e taşırken köşesinde hakkımda övgü dolu yazılarıyla performansıma olumlu katkı sağlayan bir etkisi olmuştu... Bana yazılarıyla katkı sağladığı için kendisine teşekkür borcumu bu vesileyle ödemek istedim.Spor yazarlığından gelen ve futbolun en kılcal damarlarına kadar tesir eden bilgisi ve yaşanmışlıkları ile ses getiren yazılarını da takip etmeye gayret ederim. Atilla ağabey perşembe günü Habertürk’te yayınlanan ‘Karabük’te karanlık tablo’ yazısı ile üç maymunu oynayan herkesin aksine yine gündemi sarsan başarılı bir yazıyı kaleme almış ve ‘Kral çıplak’ demeye Türk futbolunun ali menfaatleri adına devam etmiştir. Karabükspor 190 milyon lira borcuyla adeta kıpırdayamaz hale gelmiş, emsallerine benzer bir şekilde yok oluş sürecine girmiştir. Karabükspor bu noktaya nasıl geldi veya getirildi? Hikaye bilindik! İddia edilen sanal ama yasal oyuncu ücretleri, ederinin çok katı bonservis bedelleri, menajer, oyuncu, yönetici, başkan ilişkileri... Orduspor,Kocaelispor, Gaziantepspor, Eskişehirspor, Karşıyaka, Mersin İdman Yurdu bir çırpıda aklıma gelenler... Hastalığı kapmış, ölümcül düzeye gelmemiş daha niceleri! Herkes ama herkes memnun değil ve şikayet ediyor, sorunu çözebilecek köklü çözüm yolları varken vira bismillah deyip kolları sıvayan yok! Alan memnun satan memnun; ‘Nerede para varsa orada pislik var’ derler ya yüzde yüz doğru. Sadece 650 milyon dolar yayın geliri olan bir sektörde hırsızlığın olmadığını düşünmek büyük saflık olur. Bu kulüplerin sportif başarı tablolarına bakınca çalıyor ama şampiyon oluyor, Avrupa da ses getiriyor, alt yapı oyuncu fabrikası gibi başarı hikayeleri de yok. Dolayısıyla da malum soru akla geliyor; Türk futbolu nereye gidiyor? Futbolun nereye gittiğini irdelemek için futbolu yönetenlerin böyle bir derdinin olup olmadığını sorgulamamız gerekiyor. Türk futbolunda kulüplerin çöküş hikayeleri yeni mi? Hayır değil. Futbolda yapılan yolsuzluk hikayeleri biliniyor mu? Evet biliniyor! Peki futbolu yönetenler ve devletimizi yönetenler Türk futbolunun çöküşüne sebep olacak bu hırsızlık düzenine son verecek spor yönetimi ve ekonomisi ile ilgili köklü kararlar alıp hayata geçirecek iradeyi gösterebiliyor mu? Hayır! PEKİ NEDEN? İşte asıl cevaplanması gereken soru bu!

Yazının Devamı

Ortaya karışık

Tudor... 32 puanla ligin zirvesinde; ama futbolun Türkiye’deki Tanrıları kovulması için söz birliği etmiş tüm güçleri ile dört bir koldan saldırıyor, sözüm ona ‘Tudor kovulmazsa Galatasaray, şampiyon olamaz, seyirci Türk Telekom Stadı’na gitmez’ diyor sanal bir baskı ve korku yaratmaya çalışıyorlar; peki! hariçten gazel okuyanlara sormak lazım kovulursa şampiyonluk garanti mi? Bu çağrıları yapanlara ve bin bir hakaretle Galatasaray yönetimini ve teknik heyetini baskı altına alanlara bir bakın, dost mu düşman mı anlarsınız. Tudor’un bu ülkede Allah yardımcısı olsun! adam lig lideri, rakiplerle savaşıyor, basınla savaşıyor, pusuda bekleyenlerin açık ve gizli casuslarıyla savaşıyor... 39 yaşında fikri zikrinde olan, ilmi siyaseti bilmeyen, işini sadece aşkla yapmaya çalışan, oynamayan, sadece inandığı yolda yürüyen bir cesur yürek! hiçbir Tanrı tarafından sevilmeyen savaş Tanrısı Ares rolüne soyunmuş bir fenomen. Bu cendereden nasıl çıkar bilmiyorum; ama ben savaşçı karakterine ve amansız, yılmaz mücadelesine şapka çıkartıyorum.*** Akhisarspor’un teknik direktörü Okan Buruk, Igor Tudor için vasıfsız ikinci sınıf hoca ifadelerini kullandı, Galatasaray kulübesinde böyle bir hocanın olmasından üzüntü duyduğunu ifade etti ve bence bir çuval inciri berbat etti.! Buna gereken cevabı Türkiye Antrenörler Derneği’nin vermesi gerekir ki bir daha bu düzeyde polemikler yaşanmasın. Antrenörlük mesleğine ve antrenöre saygıyı önce biz göstermeliyiz ki hak ettiğimiz saygıyı talep edelim.*** Pazar günü maç ve oyuncu analizi yapmak için Ankara’da Behiç Bey ve Ostim Stadı’nda birer devre ve 44 oyuncu izledim; bizim dönemlerimizde 3. Lig Türk futbolunun tarlasıydı ve buradan birçok oyuncu Türk futboluna üst düzeyde hizmet etme şansını yakalamıştı; lakin tarlalar artık ekilmiyor dolayısıyla hasat da olmuyor, yazık ki bunu düzeltebilecek ne liyakat sahibi futbol insanı ne de projeler ufuk da gözükmüyor.*** Bu sezon son iki ay Payasspor da teknik sorumlu olarak görev yaptım. Güzel işler yaptık; ancak sonuca yansıtamadığımız için Türk futbolunun doğasına uygun olarak sonuç odaklı bir ayrılık yaşadık. Alt liglerde çalışmanın zorluklarını yaşamayan bilmez! Başarı için bir çok etkenin yan yana gelmesi ve futbol şansının da yanınızda olması gerekir. Okan Buruk hoca Anadolu takımlarının büyük takımlar karşısında haksızlığa uğradığını ifade ediyor bunu da tüm ülkeye haykırıyor; ancak bizlerin böyle bir şansı olmuyor, özellikle 3. Lig takımları hakem yetiştirmek adına adeta kobay olarak kullanılıyor! gencecik hakemler yılda dört beş milyon maliyetli takımların maçlarına atanıyor ve yaptıkları ağır hatalarla kulüp, yönetici, antrenör, sporcu ve prestij kaybına doğrudan etki ediyor ve bu ligler ‘sesimizi duyan yok mu’ diye sessiz bir çığlık atıyor.*** Bir kulüp de çalıştığım zaman yazmıyorum; dolayısı ile yazacak çok şey birikiyor bu yazımda biraz ondan biraz şundan biraz bundan ortaya karışık oldu. Futbolda sahada olmanın ve yaşamanın futbolu yazmaya gerçekçi ve doğrudan bir etkisi var. Önümüzdeki yazılarımda bir çok konuyu Türk sporuna katkı sunmak adına yazmaya devam edeceğim.

Yazının Devamı

Avrupa takımı

Fenerbahçe maçından üç gün sonra Bundesliga’nın genç, diri ve güçlü takımı Leipzig karşısında Vadafone Park’ta Şampiyonlar Ligi’ndeki ikinci müsabakasına çıkan Beşiktaş net bir skorla rakibini evine gönderip Şampiyonlar Ligi yürüyüşüne grup lideri olarak devam etti. Beşiktaş adına sıkıntılı geçen Fenerbahçe müsabakasından sonra bahis şirketlerinin dahi deplasman takımını favori gösterdiği bir müsabakadan Beşiktaş’ın elini kolunu sallayarak galibiyetle çıkması Avrupa takımı olduğunun açık bir ifadesi gibiydi.Maçın başlaması ile birlikte Beşiktaş ayağa paslarla set oyunu nu hedefleyen bir anlayışla gerek kanatlardan gerekse merkez hücumlarla Leipzig kalesini ablukaya aldı. Maçın 11. Dakikasında Cenk’in soldan getirip Ryan Babel’in sol ayak içiyle rakip kaleye gönderdiği topla Beşiktaş 1-0 öne geçti. Bu dakikadan sonra Talisca’nın top kayıpları yine Talisca, Babel ve Quaresma’nın takım savunmasına yeterince katkı sağlamaması Leipzig takımının Beşiktaş kalesinde daha etkili gözükmesine neden oldu. TECRÜBE FARKIOrtak ikinci topların kazanımında Leipzig takımının daha üstün olması defans bloğunda dalgalanmalara ve hatalara yol açtı. Ancak iki takımı tartıya çıkardığımızda Beşiktaş’ın genç Leipzig takımı karşısında tecrübesi ve meziyetli oyuncuları ile skor avantajını yakalaması hiç de zor olmadı. Maçın 43. dakikasında Quaresma ve Talisca ortaklığının Porto maçı kopyası golüyle soyunma odasına 2-0 net bir skorla girmesi şefin sunduğu özel yemeğin lezzetli sosu oldu. Maçın ikinci yarısında tüm hatlarıyla birinci bölge savunmasına çekilen Beşiktaş, Fabri nin de başarılı oyunuyla kalesinde gole izin vermedi. Maç boyunca Beşiktaş’ın Fenerbahçe maçından gelen mental ve fiziksel yorgunluğu sahada bariz bir şekilde görülse de Avrupa takımı görüntüsündeki Beşiktaş bu problemi sahadaki oyuncusu, kulübedeki teknik heyeti ve tribünlerdeki coşkulu taraftarı ile çok iyi yönetmeyi başardı. En yakın rakibiyle arasındaki puan farkını üçe çıkaran Beşiktaş Şampiyonlar Ligi yürüyüşüne fantastik bir başarı hikayesi ile devam ederken taraflı tarafsız tüm futbol severlerin gururu ve sevinci oldu.

Yazının Devamı

Hep aynı terane!

Futbol sezonu açılır açılmaz beklediğimiz antrenör değişimleri de başlamış oldu. Süper Lig’de Ertuğrul Sağlam, Bülent Uygun, Ümit Özat, Rıza Çalımbay ve 1.Lig’de benim bildiğim Sergen Yalçın. Lakin bu futbol yönetim sistemi oldukça arkası çorap söküğü gibi gelir. Hiç merak etmeyin. İsterseniz konuya bir teknik adam nasıl yenir sorusuyla girelim. Ülkemizde bir antrenörü piyasa ağzı ile konuşursak idareci yer, futbolcu yer, basın yer, taraftar yer, saha sonuçları yer, kulüple organik bağı olan menajer yer, bir de antrenör kendi başını yer! Bu şıkların hangi birine ayrı ayrı değinsem inanın Aydınlık Gazetesi’nin tüm sayfaları yetersiz kalır. Ancak bilginin, mesleki donanımın, deneyim ve tecrübenin, liyakatin değerini yitirdiği sistemsizliğin sistem haline geldiği futbol sektöründe ne yazık ki bu olumsuz sahneleri görmeye devam edeceğiz.HESAP SORULMUYORMilyonlarca dolar yatırım ve bu yatırımı teslim ettiğiniz teknik adamlarla ligin 5. 6. haftalarında yaşanan ayrılıklar. Sorarım size; hangi iş adamı milyonlar harcayıp işi batıracağına inandığı bir yöneticiyi şirketine atar veya hangi iş adamı yaptığı yatırımın reel karşılığını hemen alamadı diye işinde uzman bir yöneticiyi iki ay sonra kovar? Ticaret hayatında bunu yapamazsınız ama cebinizden bir lira koymadan futbolu yönetecek bilgiye tecrübeye ve yeterliliğe sahip olmadan memleketimin futbol sahnesinde bunların hepsini yapabilirsiniz. Çünkü iyi bilirsiniz ki yapılanların hiç birinin hesabı size sorulmaz. Kulüpler batağa sürüklenip yok olurken siz dün aldığınız futbol yöneticisi kimliğini yeni sömürülerin son kahramanlarına bırakıp protokol koltuklarındaki şerefli(!) yerinizi alırsınız.Pencerenin diğer tarafında ise antrenörlerimiz var. Bir şehrin, bir markanın dahası endüstriyel bir ürünün tüm sorumluluğu size verilirken yaparsam yaparım yapamazsam giderim haleti ruhiyesi ile meslek ahlakı bağdaşmaz. Üstüne üstlük bir takımdan ayrılıp diğer bir takımın başına geçme ihtiyacı ‘başarıya açlıktan ziyade maddi açlık algısı yaratır’ ki bu futbolun ruhunu alır cüzdanın içine hapseder, dolayısı ile antrenörün kendine çeki düzen vermesi, sistemin de antrenör havuzunu genişletecek çalışmalar yapması gerekir. 18 takımlı Süper Lig’de çalışacak 18 antrenör ismini ancak yazabildiğiniz bir ülkede’ körler sağırlar sadece birbirini ağırlar.’

Yazının Devamı

Ne Mutlu Türküm Diyene!

Salı akşamı Hırvatistan'la oynanan Dünya Kupası'na tamam mı devam mı maçında alınan 1-0'lık sonuç hayalleri ve umutları son iki maça taşıdı. Hayaller gerçekleşir mi! Takımın başında süper ballı Fatih hoca olsaydı yüzde yüz derdim; Ama fikstür ve puan matematiği de umudumuzu son ana kadar taşıyacağımızı gösteriyor.Hırvatistan maçının yorumuna gelince umut veren bir futboldan ziyade ümidi son ana kadar canlı tutmaya çalışan bir yürekle sahada savaşan bir oyuncu kadrosu ve onlara bu ruhu hissettiren, maçın başından sonuna kadar milli birlik beraberlik ruhuyla sahayı ateşleyen, her türlü ahval ve şerait içinde dahi ‘Ne Mutlu Türküm’ diyerek oyuncu ya savaşma ruhunu veren’ Mustafa Kemal'in Askeri’ Eskişehir tribünlerinin enerjisi ve inancıyla kazanılmış bir müsabaka izledik. İnanmıyorsanız Ukrayna maçını, üstüne de Hırvatistan maçını koyup bir daha izleyin zaferi getiren ruhun tam da bu ruh olduğunu göreceksiniz.ZAFERLE BİTİRİLMİŞ DOKSAN DAKİKABazı spor yazarları, spor severler ve sözüm ona futbol yorumcuları ‘futbol bir savaş değil oyundur' iddiasında bulunur; Ben de futbol oyununa savaşçı ve mücadeleci bir ruh koymadığınız zaman futbol oyununun insanları cezbeden, kendine çeken sihrini kaybedeceğini söylerim. Sahada arzu edilen futbol oynanmasa dahi takdir alan bir efor, canla başla akıtılan alınteri, tabiri caizse tekmeye kafa atılan bir mücadele ve alnının akıyla başımız dik gururla, zaferle bitirilmiş bir doksan dakika…Mircea Lucescu'ya gelince Ukrayna maçında oynayan 7 oyuncunun sahada olmayışı farklı bir kadroyla sahaya çıkması Lucescu konusundaki şüphelerimi bir kat daha arttırdı. Lucescu'yu alınan başarılı sonuçtan sonra yere göğe sığdıramayan ‘skor yazarları’ üç gün önceki Ukrayna maçından sonra yapılan basın toplantısındaki bu takımla sadece üç gündür çalışıyorum ‘aslında bu mağlubiyetin en masumu benim’ mesajını ne çabuk unuttu! Üç gün daha çalışmak yettimi Sayın Lucescu'ya Yoksa futbol tanrısından özel ulakla mesaj mı geldi? Eğer bu zafer hikayesine bir kahraman arıyorsanız Es-Es tribünlerine bir daha bakın yeter! Allah Türk futbolunu skor yazarlarından muhafaza, spor düşünürlerinden de eksik etmesin.

Yazının Devamı