‘Beni hor görme gardaşım’
Dünyayı gönül gözüyle görebilen ve gönlü aşk ile dolu bir halk ozanıdır Aşık Veysel Şatıroğlu. Biliriz ki her şiir yazıp saz çalana ‘Halk Ozanı’ denmez. Halkın ozanı olabilmek için halkın gözünden görebilmek, halkın alın terinden çıkan emeğe saygılı olabilmek, halkını tanımak, halkın yaşadığı eziyeti, gördüğü zulmü hissederek, onun feryadını, neşesini, hüznünü, isyanını dillendirebilmek, sazıyla türkülere dökebilmek gerekir. O zaman halk onu kendinden sayar, kendisinin haykıramadıklarını yerine söyleyen "dili" olarak görür, bağrına basar ve onu "ölümsüzleştirir."
İşte o ölümsüz halk ozanlarımızdan biri olan Aşık Veysel, Sivas'ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan Köyü'nde dünyaya gelmiş bir çiftçi babanın oğludur. Çocuk yaşta gözlerini görmez eden o hastalığı olmasa Veysel de bir çiftçi olacaktır aslında. Ama bir çiftçi, köylü çocuğu olan Veysel tabii ki de topraktan, çiçekten, doğadan kopmaz, kopamaz. O kendini topraktan gelip yine toprağa gidecek bir insan, bir köylü-çiftçi olarak görür. “Benim sadık yarım kara topraktır” diyerek toprağa, ziraate olan aşkını ilan eder:
VEYSEL’İN TOPRAK AŞKI
.....
Nice güzellere bağlandım kaldım
Ne bir vefa gördüm ne bir fayda buldum
Her türlü isteğim topraktan aldım
Benim sadık yârim kara topraktır
Koyun verdi kuzu verdi süt verdi
Yemek verdi ekmek verdi et verdi
Kazma ile dövmeyince kıt verdi
Benim sadık yârim kara topraktır
.....
Hele bir şiiri vardır; üreten köylüyü o kadar güzel anlatır ki onlarca yıl geçmesine rağmen üreticinin durumunu aynen bir resim tablosu gibi gözümüzde canlandırır:
Dinle çiftçilerin garip halini
İlkbaharda çifte başlar çiftçiler
Hiçbir zaman işten çekmez elini
Durmaz yıl on iki ay, işler çiftçiler
Ölçer tohumunu, koyar sekleme
El gitti der oğluna, haydi bekleme
Tarlası herk ise, ya ikileme
Tohumu toprağa aşlar çiftçiler
Evvel buğday eker, sonra arpayı
Her gün fazla saçar kuşların payı
Tarlada görürse kuşu, kargayı
Döner sapanınan taşlar çiftçiler
Tohumunu kurtarır, bekler yağmuru
Gider, gelir, bakar, tarlası kuru
Yağmur geç yağarsa, yüzün azdırı
Bekler bulutlardan yaşlar çiftçiler
Yağmur bol olursa, güler yüzleri
Bakar göğ ekini görür bizleri
Çayır çimen bürüyünce dizleri
Öküzün boyunu hoşlar çiftçiler
Kimi pulluk koşar, kimi makine
Kimi eski çifti kullanır yine
Bol bol gözü doymayınca ekine
Şaşar, n’ideceğim n’işler çiftçiler
Ekin firik, ığış ığış yellenir
Bıldırcınlar arasında dillenir
Gelinler al giyer, kızlar sallanır
Bulur ırgatların çiftler çiftçiler
Biçer ekinini sürer harmanı
Esen yellerinden savurur onu
Bol gelirse tane ile samanı
O sene irahat kışlar çiftçiler
Veysel anlatırsın çiftçi halini
Kışın yemler davarını malını
Başına toplanır oğlu gelini
Şimdi bol şüküre başlar çiftçiler
GÖNÜL GÖZÜ
Çiftçilerimizin toprağı sürmesini, tohumunu toprakla buluşturmasını, ekinleri için yağmur beklemesini, yağmur yağarsa mutlu olmasını, yağmazsa mutsuzluğunu, ürünü bol olursa o seneyi rahat geçirmesini, kışın hayvanlarını beslemesini, oğlu ve gelini ile yaşayıp giderken haline şükretmesini çok duru bir şekilde ifade eder büyük ozan. Gönül gözüyle gördüğü köy yaşantısını, üretimi, çiftçinin emeğini çok güzel anlatır. Bir yandan da başkalarını hakir gören insanlara seslenir:
Beni hor görme gardaşım
Sen altınsın ben tunç muyum
Aynı vardan var olmuşuz
Sen gümüşsün ben sac mıyım
Ne var ise sende bende
Aynı varlık her bedende
Yarın mezara girende
Sen toksun da ben aç mıyım
Kimi molla kimi derviş
Allah bize neler vermiş
Kimi arı çiçek dermiş
Sen balsın da ben çeç miyim
Topraktandır cümle beden
Nefsini öldür ölmeden
Böyle emretmiş yaradan
Sen kalemsin ben uç muyum
Tabiata Veysel aşık
Topraktan olduk kardaşık
Aynı yolcuyuz yoldaşık
Sen yolcusun ben baç mıyım
BUGÜNKÜ DURUM
Özellikle eli nasırlı, yüzü toprak gibi çatlak, ayakları hayvan bokuna bulanmış, yamalı, çamurlu kıyafeti ile üretenleri, köylüyü, çiftçiyi, temsil ettiğini düşünürsek Veysel'in burada ne demek istediğini daha net anlayabiliriz.
Günümüzde azalmakla beraber köylüyü-çiftçiyi hor görme eğilimi geçmişte çok daha fazla görülmekteydi. Bir kuruma, devlet dairesine ya da bankaya günlük kıyafetiyle gelen köylü, kravatlı takım kıyafetli birisine göre daha az saygı görürdü yani "hor" görülürdü.
Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk'ün “Köylü milletin efendisidir” ifadesi de bu bağlamda daha derin bir anlam kazanmaktadır. Peki, köylümüze bugün hangi gözle bakılıyor? Baş üstünde mi tutuluyor yoksa hala hor mu görülüyor? Bu sorunun cevabını devlet dairelerinde ya da banka kuyruklarında değil iktidarın tarım politikasında aramak gerekir. Bugün iktidarın tarım politikası gerçekten üreteni, üretimi destekleyen, emeğin hakkını koruyan bir anlayışta mıdır yoksa rantçının, vurguncunun, fırsatçının ekmeğine yağ süren bir anlayışta mıdır? Bugün üretimden uzaklaşan çiftçi sayısının fazlalığı, tarımsal faaliyet yapan genç sayısının çok azalması, topraksız köylülerin feryadı, borçsuz çiftçinin olmaması, ekilip biçilen tarım arazilerinin azalması, üretim maliyetlerinin yüksekliği, tarım arazileri ve meraların işgal edilmesi, yıllardır yapılan et, tahıl, baklagil, canlı hayvan ve benzeri ithalatların artarak devam etmesi ve buna rağmen et fiyatlarının düşmemesi, üretimde ve pazarlamada büyük zorluk yaşayan çiftçilerin örgütsüz olması, sulama projelerinin başlamaması veya tamamlanmaması gibi birçok soruna baktığımızda çiftçimizin yeterli saygıyı gördüğünü söyleyemeyiz.
ÜRETENLERİN HÜKÜMETİ
Çiftçisini hor gören bir anlayış çarşı-pazarına da bolluk bereket getiremez. Çiftçi hor görüldükçe şehirli de bundan nasibini alır ki hayat pahalılığıyla fazlasıyla almaktadır. Köylümüzü, çiftçimizi, üreticimizi düştüğü yerden kaldırmanın tek yolu “Üreticilerin Milli Hükümetini” kurmaktır. Türkiye'nin kurtuluşu da buradadır. Hor görülen köylümüze, çiftçimize şunu söylemek isterim ki: Gelin beraber “Üretim Devrimi” yapalım ve “Üreticilerin Milli Hükümetini” kuralım. Bunun için bütün üretenleri Vatan Partisi'ne birlikte mücadele etmeye davet ediyorum.