Yandex
21 Haziran 2025 Cumartesi
İstanbul 26°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Buğday ile koyun

Cenk Özdemir

Cenk Özdemir

Gazete Yazarı

A+ A-

Anadolu'da tarımsal üretimin ruhunu anlatan, artık hemen herkesin de bildiği bir söz vardır: "Buğdayla koyun gerisi oyun". Anadolu zaten buğdayın da koyunun da anavatanı olan bir bölgede yer almaktadır. Yapılan arkeolojik çalışmalar göstermiştir ki bölgede binlerce yıl önce buğdayın ilk olarak evcilleştirilmesiyle beraber koyun da beraberinde evcilleştirilmiştir. Neden dünyanın başka yerlerinde değil de bölgemizde olmuştur bu? Birçok çeşitli etmenin ötesinde bölgemizin coğrafi ve iklimsel koşulları hububat üretimine ve küçükbaş hayvancılığına uygundur.

Hemen her bölgemizde mevcut koşullara uyum sağlamış, fiziksel özellikleri ona göre şekillenmiş dolayısıyla o bölgenin coğrafi ve iklimsel şartlarına göre yaşayabilen ve ona göre verim verebilen koyun ırkları meydana gelmiştir. Keza buğday ve arpada da durum aynıdır. İşte yerli hayvan, yerli tohum diyerek yapılan tanımlamaların özeti böyle açıklanabilir.

Pekâlâ buğdayı, koyunu bu kadar önemli olan bir coğrafyada ne oldu da et, süt, buğday yetmez oldu? Ne oldu da bunları dışarıdan alır olduk? Daha önceki yazılarımdan birinde "NATO ve Türk Tarımı" başlığıyla, batı sömürgeciliğinin nasıl sadece ekonomik, siyasi, kültürel, askeri alana değil aynı zamanda tarımımıza da müdahale etmiş olduğunu anlatmaya çalışmıştım.

HOLSTEİN ÜLKESİ

Atlantik sistemi içerisinde büyük sermaye grupları Türkiye'deki sağlıklı, besleyici, ekonomik ve meraya dayalı küçükbaş hayvancılık yerine, kocaman kapalı beton ahırlarda sığır yetiştiriciliğini bize empoze ettiler. Onlarca yıl yapmış oldukları ıslah çalışmalarıyla süt ve et verimini arttırdıkları sığır ırklarıyla bizim gibi ıslah çalışmalarını zamanında başlatarak kendi yerli sığır ırklarını geliştirememiş fakat gelişmekte olan ülkelere hava attılar. Özellikle yüksek süt verimi için yüksek kaliteli kaba ve kesif yeme ihtiyaç duyan bu sığır ırkları ülkemize ithal edilmeye başlandı ve bir süre sonra Türkiye, deyim yerindeyse bir "Holstein Ülkesi" oldu.

Hollanda kökenli bir sığır ırkı olan bu hayvan Türkiye'nin kurak şartlarında ilk geldiği zamanlarda yeterli beslenemediği için süt veremedi, süt için alınan damızlık hayvanlar besilik oldu. Zannedildi ki yüksek süt verimli bu hayvanlar her koşulda verimli olabilirler. Fakat öyle olmadı. Bundan sonra en önemli yem kaynağı olan mısır başta olmak üzere çok su isteyen bitkiler hızla ülkemizin hemen her yerinde yetiştirilmeye başlandı.

Mısır bitkisi, toprak yapısı, sulama süresi, hava durumu ve bölgeye göre değişiklik göstermek kaydıyla dönüm başına tonlarca su tüketir. Yıllık yağış miktarı çok az olan ülkemizde bu bitkilerin yüksek su ihtiyacını karşılayacak yeterli sulama sistemi olmadığı için yeraltı sularına yönelindi.

BETON YIĞINI AHIRLAR

Bir ülkenin su kaynakları arasında en önemlisi olan yeraltı su kaynakları hunharca kullanıldı, göllerimiz kurudu. Ülkemizde bir türlü halledilmeyen tarımsal sulama sorunu çok su isteyen yem bitkilerinde çok daha büyük sorun haline geldi. Türkiye genelinde bu hayvanları besleyebilecek yeterli meramız yok. Kars, Ardahan, Erzurum gibi illerimiz başta olmak üzere bu sınırlı bölgeler dışında mera hayvancılığı yapılamadığı için hayvanları beton yığını ahırlarda besliyoruz.

Halbuki küçükbaş hayvancılık öyle mi? Ait olduğu bölgenin bitki örtüsünde kendini besleyebilen ve biraz yem takviyesiyle verimli olabilen koyun ve keçi ırklarımız hayvancılığımızın temel taşıdır. Fakat biz bu temel taşını özellikle 1980 sonrası uygulanan neoliberal ekonomik sistem içerisinde köylerin boşaltılıp kent nüfuslarının şişirilmesi sürecinde kaybettik.

Meraların, ormanlık alanların küçükbaş hayvancılığa yasaklanmasıyla koyunu keçiyi terk ettik ve hayvan sayımız hızla düştü. Küçükbaş hayvancılığın yıldızı olabilecek Türkiye ne yazık ki koyuna keçiye burun kıvıran bir ülke oldu. Yabancı sığır ırklarını, boğa spermalarını, ilaçlarını, vitaminlerini, yem takviyelerini bize satan şirketler zenginleşirken, hassas ırkların hastalıklarıyla boğuşan çiftçilerimiz veteriner ve ilaç masrafı ve yüksek yem maliyetleriyle ayakta durmaya çalıştılar.

MERA KATLİAMI

Bugün Anadolu'da boş ve atıl şekilde duran milyonluk ahır yatırımlarının arkasındaki hikaye budur işte. Ama şunu da söylemeden geçmeyelim mevcut durumda hayvancılığın sağlıklı ve ekonomik olabilmesi için elzem olan meralarımızın durumu da çok düşündürücüdür. Bugün verimli bir şekilde kullanılamadığı gibi meralarımızın amaç dışı kullanılması da büyük sorundur. Özellikle büyükşehir yasası ile beraber kelimenin tam anlamıyla mera katliamı yaşanmıştır. Onlarca yılda oluşabilen meralarımız üzerine yapılan binalarla bir anda geri dönülemez şekilde yok edilmektedir.

3 Mayıs 2025 tarihli Resmî Gazete'de "Mera Yönetmeliği'nde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik" yayımlandı ve mera alanlarının tahsis amacının değiştirilmesini düzenleyen yönetmelikte değişiklik yapıldı. Buna göre meraların tahsis amacı dışında kullanılmasına, ot kayıp bedeli ve geri dönüşüm projesi ve teminat bedeli alınması şartıyla valilikçe izin verilebilecek.

Kendimizi hiç kandırmayalım; turistik tesis, jeotermal santral, rüzgâr ya da güneş enerjisi tesisi, taş ocağı gibi amaçlarla kullandırılan meralarımız hiçbir zaman geri dönüştürülmüyor. Verilecek ot kayıp bedelinin de neye göre hesaplandığı, bu bedelin hayvancılık yapan üreticilerimize ne gibi bir faydası olabileceği hep bir muamma olarak kalmaktadır. Sonuçta olan, meralara ve dolayısıyla hayvancılığımıza olmaktadır.

ÜRETİMDEN ÇIKANLAR

Türkiye hızla mevcut meralarına yeni mera alanları katmalıdır. Küçükbaş hayvancılık yapan üreticilerimizin hayvan sayısını artırmasının en önemli yolu budur. Sırf yeterli meraya sahip olmadığı ve yem maliyetinin altında ezildiği için koyununu keçisini satıp üretimden çıkan çiftçilerimizi üretimde tutmanın, gençleri üretime katmanın yollarından biri budur. Kapalı alanda değil merada sağlıklı ve doğal bir şekilde hayvancılık yaparak sofralarımıza sağlıklı et ve süt sunmanın yolu da meralardan ve küçükbaş hayvancılıktan geçer.

Buğday