Yandex
07 Temmuz 2025 Pazartesi
İstanbul 27°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Bir intihal kavgası

Kemal Ateş

Kemal Ateş

Gazete Yazarı

A+ A-

Kadın yazarların az olduğu yıllarda adını duyurmuş, daha ilk romanıyla ses getirmişti. Romancılığı birden oyun yazarlığının önüne geçiverdi. 1970’lerde kadın yazarlar azdı, hele Ankara’da daha da azdı. Nezihe Meriç, Sevgi Soysal, Selçuk Baran… Belki bir iki kadın daha… Güzel bir kadındı yazarımız, saçları ne uzun ne kısa, sarıya yakın, hafif dalgalı. Küçük, kalkık burun, hoş bir yüz… Fransız filolojisinde okumuştu. Batılı kadınlara benziyordu. Oysa bir imamın kızıymış, yakın zamanlarda öğrendik bunu. Niye geç öğrendik bilemiyorum. İyi bir evliliği vardı. Güzelliğini kullanmadan yolunda yürüdüğünü, başarısında bunun payının olmadığını, olmayacağını bir şekilde belli ederdi.

Benim ikinci kitabım, ilk romanım, şu günlerde H2O Yayınevince 4. baskısı yapılan Toprak Kovgunları’nı daha dosya halindeyken okumuştu. Yüksünmemişti, kırmamıştı beni. Kara kalemle, bastırmadan silikçe bir yazıyla yazdığı uzunca sayılacak notları bana yol gösterici oldu. Bazen yerini unutsam da gözüm gibi saklarım bu notları. Onun gibi yazmıyordum ben, gene de beğenmişti dosyamı. Önerileri olmuştu. Özellikle hızlı geçtiğim yerlere, gereksiz uzatmalara dikkatimi çekmişti. Gerçekten romanı biliyordu.

AST’ın kuruluşunun bilmem kaçıncı yılıydı. Davetliler arasında o da vardı. Üçer beşer dakika konuklara söz verdiler. AST’ın keskin, hızlı günleri… Seyirci sırasında sloganlar atarak çıkıyor oyunlardan. Parfüm kokan yılları gerilerde kalmış. Yazarımız tiyatroyu bilen biri, romanları kadar ünlenmese de önce oyunlar yazarak başlamıştı yazarlığa. Konuşma sırası ona geldiğinde;

“Bildiri dağıtmak başka, sanat başka” gibi bir söz söyledi. “Bildiri dağıtacaksak hep birlikte dağıtırız. Ama sanat başka bir şey…”

AST’ın o günlerdeki tiyatro anlayışına tersti elbette bu sözler, bunu kendisi de iyi biliyordu. Rutkay Aziz’in yüzü biraz değişmişti.

Bir intihal kavgası - Resim : 1

Ankara’da Sanat Kurumu’nda da dinledim birkaç kez. Piknik’in yanında, yer altına döne döne inilen, şimdi yerle yeksan edilmiş, anımsadıkça içimin cız ettiği, güzel döşenmiş, şöminesi, piyanosu olan o geniş mekândaydık. Sevgi Soysal’ı anıyorduk. Yeni ölmüştü. Kürsüde konuşmacılar arasındaydı yazarımız. Kendinden önceki konuşmacılar elbette övgüyle söz ettiler Sevgi Soysal’dan. Sevgi övüldü de övüldü… Bu kadar övgüyü çok mu buldu nedir, o şöyle başladı sözlerine:

“Sevgi kendisi olsaydı burada, ‘-den biri’ derdi.”

Bu sözlerden hemen bir şey anlamadınız sanırım. O gün dinleyenler de önce pek anlamadılar, biraz şaşırdılar, açıklamasını beklediler; “-den biri” ne demekti?

Açıkladı ne demek istediğini… Sevgi Soysal’dan başka kadın yazarlar da var demek istemişti. Yani biz de varız demek istiyordu. “-den biri” derken bunu anlatmak istemişti.

Kardeşini kıskanan bir çocuğun sözü gibi geldi bana.

Dosya halindeyken okuduğu benim Toprak Kovgunları 1981 yılında May Roman Ödülü’nü kazandı. Dört yazara ödül verilmişti. Bunlardan biri yazarımızı intihal ile suçlayan, o günlerde gazetelerde, dergilerde epey yazılmış çizilmiş bir olayın kahramanıydı. Bu arkadaşımız ödülü kazandığında yurtdışındaydı, konuşmasını yazılı göndermişti. Ad vermeden hanımefendiyi gene intihal yapmakla suçluyordu sunucunun okuduğu konuşma metninde. Şimdi sırası mı bunun diyenler oldu. Bu sözler orada kalır mı? Hemen yazarımıza ulaştırılmıştı.

Bir akşam telefonum çaldı, ne onurdu benim için… O arıyor… Ama konuşacağımız konu tatsız. Beni kutladıktan sonra, kendisini intihal ile suçlayan yazarın törendeki sözlerini bir de benden duymak istedi. Eyvah, edebiyat tarihimizin en amansız intihal kavgasının içinde buldum kendimi! Laf taşımak, iki yazarı birbirine düşürmek sıkıntılı bir durum… Biraz kem küm ederek, çok kısaca geçiştirmek istedim. Uzunca konuştu o yazarla ilgili. Zaten uzun telefon konuşmaları meşhurmuş.

Toprak Kovgunları basılınca Ankara’da bir kitabevinde imza günü düzenleyecektik. Kitabevini yöneten patron yanıma bir yazar daha bulmamı istedi. Aklıma benimle aynı ödülü kazanmış yazar geldi, onu önerdim. “Olmaz” dedi kitabevi yöneticisi. “ … Hanım hoşlanmaz ondan.”

Hanımefendi’nin bu etkinlikle bir ilgisi yoktu ki…

Vay canına… Büyük yazarlarla dalaşmak öyle kolay değilmiş. Kitapçılar bile iki yazar arasındaki kavgada saflarını seçmişler.

Kuşkusuz o yazar arkadaş çok daha başka yerlerde de engellendi, her seferinde işin gerisinde kimin olduğunu anladı. Kuşkucu biri oldu. Evham derecesinde… Başına gelen her olayı, yaşadığı terslikleri hanımefendiye bağladı, onunla hiç ilgisi olmasa bile... Yayıncılarla, yazarlarla, hatta galeri sahipleriyle, siyasetçilerle bile kavga etti. Ne zaman karşılaşsam, bir kavgasını anlatır, mahkemesinden söz ederdi. Kavgalarını öyle anlatırdı ki, siz de ona hak vermeden geçemezdiniz. Bu denli çok kavgayla, bitmeyen davalarla bir insan nasıl huzur bulurdu? Anlatanlar, anlatıcılar hep haklı olurdu zaten. Dinleyince hak veriyorsunuz da… Bütün bu zorluklar içinde, nerdeyse aforoz edilmiş gibi yaşayan yazar arkadaşımızın kalemi hiç durmadı, Cumhuriyet gibi bir gazetenin ödülünü aldı, hem de üç gez. Dosta düşmana üretkenliğiyle, ödülleriyle yanıt verdi.

Öteden beri hep kafama takılır. Hanımefendi acaba hasmına verilen bu ödüller yüzünden mi Cumhuriyet çevresinden uzaklaştı, Cumhuriyet düşmanlarıyla zaman zaman aynı safta göründü. İmamın kızı olduğundan niye şu yakın zamanlarda söz etti? Özgeçmişlerimizi de modaya göre, siyasal gidişe göre mi yazıyorduk? Hepimiz de böyle miydik acaba? Olabilir, belki ben de yaptım bunu… Bir zamanlar emeğin, emekçinin yüceltildiği, devrimin yakın göründüğü yıllarda da sanırım o döneme göreydi yazar özgeçmişleri. Berber çıraklığı, kunduracı çıraklığı, amelelik, ırgatlık, çobanlık pek makbul işlerdi yazar özgeçmişlerinde… Hele de Anadolu’nun ücra bir köyünde doğduysanız...

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yemek davetini kabul etmesi hanımefendiye duyduğum saygıyı, sevgiyi biraz zedeledi. Başka okurlarını da kızdırdı. “Yetmez ama evetçi”lere katılması üstüne tuz biber oldu. Sonra yanlış yaptığını söylese de, ona çok kırılanlar oldu.

Hanımefendi geçirdiği ağır bir kazaya karşın uzun da yaşadı. Kendisini intihal ile suçlayan, yaşı ondan epeyce genç olan yazar arkadaş çoktan ömür defterini doldurup gitmişti.

Bugün hanımefendinin yazarlığını nasıl bulduğumu sorarsanız; Sevgi’nin rövanşını almak ister gibi bir yanıt veririm size: “-den biriydi” derim ben de, artık sayıları epeyce olan başarılı kadın yazarlarımızdan biri.

Hanımefendiyi beş yıl kadar önce kaybettik. Ben yukarıda sözünü ettiğim iyiliğini hiç unutmadım. Onun elinin değdiği Toprak Kovgunları 4. baskısını yaptı, o günleri hatırlattı bana. İlişkileri güçlü, alçakgönüllü bir kadındı. “Yetmez ama evet”çiliği için, beşer şaşar, diyorum. Kişi kusurun bilmek kadar irfan olmazmış, zaten o da kusurunu kabul etmişti. Ona biraz kırgın olsak da özlediğimi söylemeliyim. O unutulmaz intihal kavgasının iki kahramanını da özledim. Işıklar içinde yatsınlar!..

Kadın Yazar Roman