Yandex
05 Aralık 2025 Cuma
İstanbul 17°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

CHP zaten ele geçirildi

Nadir Temeloğlu

Nadir Temeloğlu

Gazete Yazarı

A+ A-

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, önceki gün Financial Times’a konuştu.
Hükûmetin kendilerine darbe düzenlediğini belirten Özel, “Son seçimleri kazanan, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu partisi olan ve tüm anketlerde önde olan partiyi ele geçirmeye çalışıyorlar... Otoriter bir hükümetle karşı karşıyayız ve tek seçenek direnmek. CHP giderse, Türkiye de gider.” dedi.
Sözcü yazarı Emin Çölaşan da, benzer bir ifade kullandı. Önceki gün yazısında Çölaşan, “Amaç şimdi daha iyi anlaşılıyor. CHP’yi ele geçirip yok etmek ve böylece iktidar oyununu dikensiz bir gül bahçesinde sürdürmek.” diye yazdı.
Yine Sözcü yazarı Yılmaz Özdil de, “İyi ki doğdun CHP” yazısında şunları ifade etti: “Vatanını teslim etmeyenlerin partisi o. Partisini teslim alabilir misin!”

KEMALİZMDEN SOSYAL DEMOKRASİYE

CHP ele geçmemiş bir parti mi?
Tam tersine, bugün CHP’yi karşıdevrimciler ele geçirmiş durumda.
CHP’nin kuruluş tüzüğünden ve programından geriye neredeyse hiçbir şey kalmadı.
Kemalizm kaldırıldı. 1940’lardan itibaren ortanın soluyla başlayan dönüşüm, sosyal demokrasi ile bitti.
1939’dan sonra Tanzimatçılığın ağır bastığı CHP’de, 1947 Kurultayı Kemalist Devrim’in sürdürülmeyeceğini gösteren, dönüşümün tüzüğe de girdiği bir süreçti.
Bu kurultayda, milliyetçilik, devletçilik, inkılâpçılık ve laiklik ciddi anlamda tırpanlanmıştı.

LAİKLİK TAHRİP EDİLDİ

1947 Kurultayı’ndaki görüşmelerde en dikkat çeken tartışmalar Laiklik üzerinden yürütüldü. Komünizmin önlenmesi için din eğitiminin bir araç olarak görülmesi önerildi. Bu kurultayda, 1943 programında yer alan “...Parti millî dilin ve millî kültürün diyanet yollarından yabancı dil ve kültürlerin tesirinden masun kalmasını Türk milletinin hali ve istikbali için lüzumlu sayar.” cümlesi Laiklik ilkesinin tanımından çıkarılmıştır.
Bir yıl sonra ise arka arkaya adımlar gelmeye başladı. 1948’de imam hatip kursları açıldı, hacca gitmek isteyenlere ilk kez döviz verildi, 1949’da ilkokullara seçmeli din dersi konuldu, 10 Haziran 1949’da TBMM’de kabul edilen ve 5438 sayılı yasayla da tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasıyla ilgili 677 sayılı yasanın birinci maddesine şöyle bir fıkra eklendi: “Şeyhlik, Babalık, Halifelik gibi mensupları arasında baş mevkide bulunanlar para cezasından başka, bir yıldan aşağı olmamak üzere sürgün cezası ile cezalandırılırlar.” Ve bunu 4 Mart 1950’de türbelerden Türk büyüklerine ait olanlarla büyük sanat değeri bulunanların Milli Eğitim Bakanlığınca halka açılacağı şeklinde düzenlenen ve aynı yasaya eklenen yeni bir fıkra izlemiştir.

DEVLETÇİLİKTEN VAZGEÇİŞ
BAŞ TACINDAN DÜŞÜRÜŞEN KÖYLÜ

CHP’nin 1947 Kurultayı’nda kırılan oklardan biri de Devletçilik’ti. Bu ilke, daha liberal bir şekilde tanımlandı. Deniz yolu ve eşya taşımacılığı özel sektöre bırakılması kararı alındı. Devlet, özel girişimcilerle eşit koşullar içinde çalışacaktı.
Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun 17. maddesi kaldırılmaya karar verildi. Bu madde, yoğun nüfuslu bölgelerde olup 200 dönümden fazla araziye sahip çiftçilerin topraklarının dört birine kadarının kamulaştırılmasını ve çiftçilere faizsiz, 20 yıllık borç verilmesini öngörüyordu. Yani Atatürk’ün “Köylü milletin efendisidir” diyerek baştacı ettiği üretici, artık kaderine terk ediliyordu.
Yine 1946’da hazırlanan kendi kendine yeterlilik ve devlet denetimine ağırlık veren beş yıllık kalkınma planı, 1947’de terk edildi. Serbest girişime, tarıma ve tarıma dayalı sanayinin gelişmesine, demiryolu yerine karayolları ve enerji sektörünün gelişmesine ağırlık veren yeni plan kabul edildi. Bu yeni plan 1947’deki Kurultay’da benimsendi.
Böylece CHP ile Demokrat Parti arasında ekonomi anlayışı açısından bir fark kalmadı.

DEVRİMCİLİK YERİNE
EVRİMCİLİK

1947 Kurultayı’nda tırpanlanan ilkelerden bir tanesi de Devrimcilik’ti. 1943 Programı’nda İnkılâpçılık ilkesinde bulunan “Parti, devlet ve millet işlerinde tedbir bulmak için tedrici ve tekâmülî prensiple kendini bağlı tutmaz...” ifadesi çıkarıldı. Bu ilke evrimci bir niteliğe büründürüldü. Artık Devrimcilik dışlanıyor, yerine Evrimcilik ilkesi benimseniyordu.
Atatürk’ün arasız devrimlerle devrimleri sürdürme çizgisi, önce devrimi koruma çizgisine yöneldi, sonrasında da devrimden vazgeçme çizgisi belirleyici oldu.
Kemalist Devrim rotasını terk edenler, bizzat CHP içinden çıkan kadrolardı.
Devrimcilikten kopan CHP için 1947 Kurultayı bir kırılma oldu.
Artık Kemalist Devrim kireçlenme aşamasına girmişti.
Bu sürecin adı CHP’li Nihat Erim tarafından “Türkiye’yi Küçük Amerika yapmak” olarak belirlendi.
Demokrat Parti’nin liderlerinden Celal Bayar da aynı hedefi yineliyordu.
Marshall yardımlarını alan CHP, kendini Atlantik’e konumlandırdı.
CHP içinden çıkan Demokrat Parti iktidarı aldı, Türkiye’yi NATO’ya soktu.
Türkiye, 1945’ten sonra “Küçük Amerika” sürecine teslim edildi. İki parti içinden de bu sürece itiraz eden olmadı. Arasız Devrimler çizgisini temsil edenler (Tevfik Rüştü Aras, Mahmut Esat Bozkurt, Şükrü Kaya gibi) ise tasfiyeye uğradı.
1960’dan sonra “Kemalizm”den vazgeçilip yerine içi boşaltılmış bir “Atatürkçülük” tanımı getirildi.
Bu bile tek başına devrimlerden vazgeçişin özetiydi.
İktidar yüzü göremeyen CHP, Ortanın Solu’ndan başlayarak Sosyal Demokrasi’ye kadar savruldu.
Hatta Kemalizm’le mücadeleye başlayan CHP, bugün Türkiye’nin en Atlantikçi yani en sağcı partilerinden biri haline geldi.
Başa dönersek… CHP çoktan ele geçirildi. Başka bir güç tarafından değil, bizzat devrimci çizgiden vazgeçen kendi kadroları tarafından. Bugün ise Batı’dan iktidar dilenen, bütün siyasetlerini Atlantikçi çizgide kuran, serbest piyasacı, NATO’cu, AB’ci, partide işçinin, çiftçinin, esnafın temsil edilmediği ama rantçıların ve vurguncuların doldurulduğu CHP karşımızda.
Özel, Financial Times’a röportajında planları arasında ‘hayatı durma noktasına getirecek barışçıl ama son derece etkili sivil itaatsizlik eylemleri’nin de bulunduğunu söyledi.
Ele geçirilen CHP, bugün Atlantik’in Renkli Kalkışma planlarında gönüllü oluyor.
CHP ele geçirildi, siyaseten ve program açısından bitti.
Hâlâ CHP’yi kurtarma hayalinde olanlar da var.
CHP kurtarılamaz. Ölmüştür ve tarih yapıcılığının dışına çıkmıştır.

Kaynakça: Hakan Uzun, İktidarını Sürdürmek İsteyen Bir Partinin Kimlik Arayışı: Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1947 Olağan Kurultayı, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, (Journal Of Modern Turkish History Studies) XII/25 (2012-Güz/Autumn), ss. 101-139.

***

İsrail’in Türkiye’ye mesajı mı?

SALİH TUNA-SABAH

Söz konusu katilin DEAŞ'la bağlantılı olduğu veya sosyal medya üzerinden "etkileşim" içinde olduğu ortada.
Ailesinin "Son günlerde hepimize 'Sizler kâfirsiniz' diyordu..." ifadesine bakacak olursak katil tipik bir tekfirci. Bu yanıyla da DEAŞ zihniyetiyle örtüşüyor.,
Malumunuz DEAŞ'ın bölgede iki düşmanı var: Biri, tekfirciliğe ve entegrist din anlayışına prim vermeyen Türkiye, diğeri İran.
Ne ilginç "tesadüftür" ki İsrail de bölgede bu iki devlete düşman.
İran'la kısa süre önce sıcak çatışmaya girmişti zaten. Türkiye ile de Suriye üzerinden kıyasıya "soğuk savaş" içinde.
Medyada yer alan haberlere göre mahut katilin bağlantı içinde olduğu bir de "İranlı" varmış. Sırf bu bile işin içinde İsrail parmağı olduğunun işareti. Nasıl ki Uğur Mumcu'yu katledip suçu İran'a atmışlardı, aynen öyle.
Kaldı ki, İranlı olmanın MOSSAD'a çalışmaya engel olmadığını 12 gün savaşında ziyadesiyle gördük.
CIA/MOSSAD'ın kontrolündeki malum taşeron terör örgütüyle Türkiye'ye mesaj vermek istedikleri kuvvetle muhtemel.

***

Yeni tehlike: Sanal terör kampları

Özay Şendir-MİLLİYET

16 yaşında bir çocuk, okul, ev, arasında geçen bir hayata sahipken karşımıza terörist olarak çıktı.
Bir terör eğitim kampına gitmedi ama;
Sosyal medya videoları sayesinde ustaca silah kullanır hale gelmiş.
Beyni, dijital ortamda kanlı bir saldırıyı düzenleyecek kadar yıkanmış.
Onu kullanan ve hiç yüz yüze gelmediği insanlar, ailesinin pısırık diye tanımladığı bir çocuğu ölüm makinesi haline getirmişler.
Dijital çağın yeni tehlikesi El-Kaide, IŞİD kamplarına gitmeye gerek bırakmayan bu dijital terör kamplarıdır.
Bu sorun sadece emniyet tedbirleriyle çözülemez.
Aileler davranışlarında radikalleşme başlayan çocukları, öğretmenler, sosyal değişiklikler gözledikleri öğrencileri için emniyet yetkilileriyle temasa geçmeli. Emniyet de çocuğun ifadesini alıp, bırakmak yerine dijital takip, aileyle iş birliği halinde ev içi izleme yöntemlerini kullanarak çocukları kurtarmalı.
Ulaştırma Bakanlığı da VPN kullanarak ulaşılabilen bomba yapımı, silah kullanımı gibi videoların kaynağından kaldırılması için harekete geçmeli.
Sanal terör kampları dijital çağın karşımıza çıkardığı bir gerçek.
Fiziken terör kamplarına gidenleri yakalamak kolay, dijital terör kampları burası en zorlu sınavımız.

CHP Özgür Özel NATO Kemalizm