Gümüşün altın çocukları
Karadeniz’in sert dalgaları Eynesil sahiline var gücüyle çarpıyordu. Kemal Bey, seçtiği en güzel mezgitleri eve getirdi. Ayşe Hanım’a verdi, mis gibi kokan mezgitleri. Oğulları acıkmıştı, parlayan gözlerle tavanın yanında mezgitlerin kızarmasını bekledi. Ayşe Hanım, “dur dedi” oğluna; “yakacaksın elini, sen ülkeye lazımsın, Alperen!”
Barry oğluna beyzbolda topa nasıl vurulacağını öğretiyordu. Oğlu da onun gibi, Cincinnati’de oynayan bir oyuncu olmalıydı. Ama Barry, çok iyi bir tutucuydu. Oğlu, vurucu olmalıydı. Barry’nin takım arkadaşları, oğluna topa nasıl vurulacağını gösterdi. Ama ne yazık ki, yanlış bir eğitim verdiler. Barry’nin oğlu hırslıydı; Barry’nin amcası basketbolcu Byron yeğenini yanına aldı; “Sen de benim gibi basketbolcu olmalısın” dedi, “Belki bu ülkede değil, ama çok daha güzel bir ülkede tarih yazarsın, Shane!”
Lagos’un fakir sokaklarında hayatta kalmaya çalışıyordu, Ikechukwu. Babasını hayata gelmeden kaybetmişti, daha beş yaşına gelmeden annesini de kaybetti. Hayatta kalmak için zıplayabildiği kadar yükseğe zıplıyordu, kaderine inat, oynadığı futbol takımında. Ta Nijerya’da gördü, ona analık ve babalık yapacak yeni ailesi. “Bırak futbolu” dediler, “Seni Karşıyaka’ya götürelim, basketbol oyna, yeni ülkende yeni isminle tarihe geç; zıpla zıplayabildiğin kadar, Adem!”
Mustafa Kemal maçtan dönmüştü, yorgundu. Daha ilk adımlarını atarken oğlu, boyu kadar basketbol topu ile yürümeye çalışıyordu. Belli genlerinde vardı, basketbol oyunculuğu. Babası, topa dokunan minik ellerini tuttu oğlunun “Beni de geçeceksin bu oyunda, bu ülkenin adın gibi onuru olacaksın, Onuralp!”
Aklı fikri iyi bir futbolcu olmaktı, ilkokuldayken. İyi de oynuyordu. İlkokul üçüncü sınıftayken, okulun basketbol koçu sınıfa girdi. “Senin boyun uzun, gel” dedi. “Ama ben futbolcu olmak istiyorum” diye itiraz etmeye kalmadan, sınıftaki koç fısıldadı kulağına “Zaferin bir parçası olacaksın, al şu basketbol topunu, Furkan!”
Çocuk yaşta farkına vardı, bu kültürel zenginliğin, Priştina’da. Bir tarafta Arnavut olmanın diğer tarafta Türk olmanın keyfini yaşıyordu. Bir tarafta babası Celal Bey’in diğer tarafta annesi Bisera Hanım’ın kendisine kazandırdığı güzellikleri hissediyordu. Bursa’ya, ağabey’i Cengiz’in yanına gitti 11 yaşındayken. Cengiz’in basketbolcu arkadaşı, küçücük çocuğun basketbol topuyla uyumuna inanamadı. “Bırakma bir daha o topu” dedi “Bırakma, Priştina’yı da aydınlatan ay ve yıldıza gurur ver, Kenan!”
Erdoğan Bey, iyi bir inşaat mühendisiydi. Özbek bir inşaat şirketinde çalışıyordu. Taşkent’te bir yaz günü; eşiyle hayatlarının en değerli anını yaşadılar. Gurbette olan Erdoğan Bey’in oğlu oldu. Bebeğine baktı ve gözleri dolarak kulağına fısıldadı “Taşkent’ten vatan toprağını gururlandır, güzel Ömer”
Makedonya topraklarında doğdu, Ohrid’de. 4 yaşında, annesi Bineal Hanım’ın toprağı Saraybosna’ya giderken heyecanlıydı. 6 yaşında basketbola başladı. Ağabeyi Caner gibi iyi bir basketbolcu olmayı hayal ediyordu. 13’üne bastığında İstanbul’dan gelen basketbol menajerleri gördü yeteneğini; artık babasının toprağına gitme zamanıydı; Sermet Bey heyecanla sarıldı oğluna “Yolun açık olsun, vatanımızın gururu ol, adın gibi güçlü ol, inatçı ol; acıların üzerine git, tarihin kaptanı ol; Cedi!”
Tropoja’da doğdu, çocukluk yaşlarında basketbol oynadı. Çocuk yaşlarda, Kosova’nın güçlü bir kulübünün genç takımında en iyiydi. 16 yaşındayken verdi kararını, yeni şehri Bandırma, ülkesi Türkiye olacaktı. Kararlıydı, 5-10 yıl içinde “Dünyanın en iyisiyim” diyenlerin önünde sapasağlam duracaktı. Dünyaya gösterecekti en iyiyi “Yaparsın” dedi kendi kendine, cesaret ile tekrarladı “Bu coğrafyanın gururu olursun Ercan!”
Suriye sınırına birkaç kilometre uzakta, Gercüş. Batman’ın en güneydeki ilçesi. Halil Bey, derslerinde başarılı oğlunun doktor olacağını düşünüyordu. Zekiydi, çalışkandı oğlu. Batman’da tek spor salonu vardı. Salonda birçok spor yapılıyordu. Halil Bey’in oğlu futbol da oynuyordu. Batman’daki antrenörler Tahir ve Ahmet Hoca’nın ise tek bir hayali vardı. Doğudan da başarılı sporcular çıkarmak ve yetiştirdikleri sporcuları bir gün televizyondan izlemek. Zeki ve çalışkan olduğu kadar atletik bir öğrencileri olmuştu. Fedâkar hocalar, İl Şampiyonu takımı kurdular. Bandırmalı yöneticilerin de dikkatini çekti, bu takımdaki yetenekli çocuk. Tahir ve Ahmet Hoca’nın hayalleri gerçek olacaktı, emindiler. “Hadi dediler, doğunun yıldızı ol, doğudaki her çocuğun hayali ol, umudu ol; geleceğe ışık ol, Şehmus!”
Edirne’nin Büyükgerdelli Köyü’nde Şeref Bey, gururla geziyordu. 15 yaşına gelen oğlu Karşıyaka ve Efes altyapılarında parlıyordu. Emindi, yaş aldıkça, Türkiye’deki birçok ilki gerçekleştirecekti. Şeref Bey’in oğlu, sadece küçücük köyün ya da Edirne’nin değil; Türkiye’nin gururu olacaktı. Köyde kadehler tokuşurken, söylenir artık tek bir ağızdan “Sağlığına, başarına a be Sertaç!”
İstanbul’da doğmasına rağmen; Antalya ve Ankara’da büyüdü. Sadece spor değil, sosyal sorumluluk içeren birçok yerde karşımıza çıktı. Bitmeyen enerjisi ve savunmaya verdiği katkı ile; Bandırma’da bu müthiş takımın temellerini atanlar mutlaka söylemiştir ona: “Şampiyon takımın vazgeçilmez bir parçası olacaksın; Erkan!”
İtalyan Lisesi’nin çalışkan öğrencilerindendi. Babası ve dedesi çorap ve makine imalatı yapıyordu. Amacı diplomat olmaktı. Diplomatlık ona çok yakışırdı. Ama daha yaratıcı olmalıydı. Bilgisi ve zekâsı; bu ülkeye çok daha yararlı olmalıydı. 12 yaşında basketbol oynamaya başladı. İstanbul Üniversitesi İşletme Bölümü’nü bitirdi. Türkiye’nin en iyisi, Avrupa’nın en iyisi oldu. Ailesinin gururu oldu. Makine gibi işleyen beyni ve rakiplerinin başına çorap ören zekâsı karşısında; İbrahim Nuray Bey gururla söylüyordur “Ailenin en başarılı tasarımcısı oldun, Ergin!”
Yugoslav göçmeni bir ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya geldi. Türk Milli Basketbol Takımı’nın 3 büyük finalinde de onun adı var. Sabahlara kadar bekleyip NBA izlemeyi ondan öğrendik. Defalarca bu milletin gurur oldun; ilkleri yaşattın. “Emeğine, bilgine sağlık Hedo!”
Altın değerindeki gümüşleriniz için sağ olun! Mazlum uluslara umut oldunuz, Türkiye’nin gururu oldunuz.