04 Mayıs 2024 Cumartesi
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Jack London ve ‘Kızıl Veba’

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Jack London’ın insanlığın geleceğine dair kapkaranlık bir senaryo ürettiği, tipik bir distopya olan romanı “Kızıl Veba”, 1912’de yayımlanmış. 2013 yılında dünya bir salgın hastalık nedeniyle felakete uğramış durumda ve okur bu felaketten 65 yıl sonrasına giderek, neler olup bittiğine dair bir anlatıyı takip ediyor.

Romanda, salgından kurtulan az sayıdaki insandan biri olan edebiyat profesörü yaşlı Granser, geriye dönük olarak 2013’te neler yaşandığını anlatıyor. Yani London romanı yazarken yaklaşık 165 yıl sonrasını düşlemiş ve sosyalist bir yazar olarak 2078 yılına dair bir kâbustan söz etmiş:

“2013 yılında Kızıl Ölüm geldi. Tanrım! Bir düşün! Bunlar altmış beş yıl önce oldu ve dünyada o yılları gören bir tek ben kaldım.”

Salgın hastalıkla birlikte insan ırkı da vahşileşmeye başlamış, pek çok “kıyamet sonrası” romanı ya da filminde olduğu gibi kanlı bir hayatta kalma mücadelesi yaşanır olmuş, insanlık ölmemek için öldürmenin zorunlu olduğu bir sürece girmiş:

“Uygarlığımızın ortasında, fakir semtlerimizde, işçi mahallelerimizde bir barbarlar, yabaniler ırkının doğmasına neden olmuştuk ve şimdi biz felaketi yaşarken onlar da hayvanlar gibi üstümüze saldırıyor, bizi yok ediyorlardı. Tabii kendilerini de yok ediyorlardı. Güçlü içkilerin etkisiyle iyice alevlenerek nice hunharlıklar yapıyor, genel bir delilik hali içinde birbirlerine sataşıyor, birbirlerini öldürüyorlardı.”

UYGARLIK ALEV ALEV

Sosyalist yazar London, bu ölümcül keşmekeş içinde bir ayrıntıya dikkat çekiyor, kendileri tamamen kaybetmeyenlerden, disiplinlerini yitirmeyenlerden de söz ediyor:

“Takım olarak bir arada hareket eden daha nitelikli bir grup işçi gördüm; kadınlarıyla çocuklarını ortalarına almış, hastalarıyla yaşlılarını sedyelerle taşıyarak, erzak dolu bir arabayı çeken atlarıyla birlikte şehirden dışarı çıkmak için savaş veriyorlardı.”

Dünyanın çöküp harabeye döndüğü, bu çöküntünün tozu dumanı her tarafı sararken, insanı yarım saat içinde öldüren salgın hastalığın ayrım yapmadığı koşullarda, “Uygarlık, sevgili torunlarım, alev tabakalarının içinde ve ölümün nefesinin altında yok olup giden şey, uygarlıktı” diyor Profesör Granser.

“Kızıl Veba”nın kötü adamı da var: Şoför. Eskiden yanında şoför olarak çalıştığı bir hanımefendiyi köleleştiren ve ona çok kötü davranan, kendi adına bir küçük bir kabile kuran Şoför, “Adalet diye bir şey yok diyorum ya, işte kadınlığın şahikası Vesta Van Warden, onun eline düşmüştü, daha ne olsun” dedirtmektedir anlatıcı-profesöre.

Başkalarına yardım etmenin zamanının çoktan geçtiği bir dünyada, insanlığın yeniden bir tür ilkel yaşama geçmesi, yemek-hayatta kalmak-üremekten başka itki kalmamış olması, Covid-19 salgınını atlatıp atlamadığımızın pek belli olmadığı bir süreçte hayli ilginç kılıyor toplam 68 sayfalık “Kızıl Veba”yı (İş Bankası Kültür Yay., çev: Levent Cinemre).

İNSANLIĞIN KISIRDÖNGÜSÜ

Covid-19 tüm insanlığı derinden sarstı ve dünya çapında büyük bir krize yol açtı. Belki romandaki gibi bir vahşileşme yaşanmadı ama en azından bunun da olabileceğini hissettik. Jack London, kıyamet sonrasında tüm yeryüzünde belki de 400-500 kişinin kaldığı bir gelecekte, insanlığın ilerleyişini bir döngüye,  daha doğrusu kısırdöngüye tabi kılmış, ilerlemeyi reddeden bir tavır sergilemiş: “Barut tekrar gelecek. Aynı hikâye yeniden yeniden yaşanacak. Sayısı artan insanlar savaşmaya başlayacaklar. Eski uygarlıklar nasıl yıkıldıysa bu yeni uygarlık da geçip gidecek.”

Eserlerinde genellikle bireyi öne çıkaran Jack London’ın, Spencer felsefesine yatkınlığı da düşünüldüğünde bu denli karamsar bir gelecek tablosu çizmesi pek şaşırtıcı değil. En azından, hastalığın Çin’den yayıldığı gibi masallardan uzak durmuş bu ilginç romanında.

Bakalım, “Kızıl Veba”yı 2078’de okuyacak olanlar, geçmişe ve geleceğe dair neler düşünecek, nasıl bir dünyada olacaklar?