Nobel almak sınıfsaldır
ABD Başkanı Donald Trump’ın Nobel talebine karşı 17 Ağustos’ta “Nobel’siz dünya namlunun ucunda” başlıklı yazıyı kaleme almıştık. Orada şunu demiştik: “Elbette fizik, kimya, fizyoloji, tıp alanlarında daha nesnel ödüller görebiliyoruz fakat ekonomi, edebiyat ve barış alanları doğrudan siyasî tercihlerle belirleniyor.”
Nobel’i incelerken ilginç bir makaleye denk geldim. Paul Novosad, Sam Asher, Catriona Farquharson, Eni Iljazi’nin hazırladığı 2024 Ekim tarihli bir makale: “Bilim Alanında Fırsatlara Erişim: Nobel Ödülü Sahiplerinden Kanıtlar.”
Araştırmada Nobel ödüllü bilim insanlarının çocukluk dönemindeki sosyoekonomik durumlarına odaklanılmış. Ödül alanların yarısı, doğdukları ülkenin en zengin yüzde 5’lik kesimine mensup ebeveynlerin çocukları. Şu sonuca varıyorlar: “Nobel ödüllülerin elit ailelerden geldiğini görüyoruz. (…) Ödül sahiplerinin yaklaşık yüzde 50-60’ı en iyi yüzde 5’lik ailelerden gelmektedir.” Fırsatlara erişimin 1901-2023 arasında iki katına çıktığı ama hâlâ yetersiz olduğu belirtilen makalede, kadın ödül sahiplerinin de daha elit ailelerden geldiği saptanıyor.

KULLANILMAMIŞ BÜYÜK YETENEKLER
Makale aynı zamanda şunu tartışıyor: “Kanıtlarımız, çok sayıda ‘kayıp bilim insanı’ olduğunu göstermektedir-önemli bilimsel keşifler yapabilecek olan, ancak bunu gerçekleştirmek için hayatları boyunca gerekli olan tamamlayıcı girdileri alamayan bireyler.” Sonuç kısmında şu ifadeler dikkat çekiyor: “Sonuçlarımız, düşük gelirli ülkelerde yeteneklerini geliştirecek imkânlardan yoksun olan ve bilim alanındaki insan potansiyelini sınırlayan, kullanılmamış bilimsel yeteneklerin büyük bir rezervinin olduğunu göstermektedir.
“Kadın kazananların sayısının azlığı ve elit geçmişleri de önemli bir kullanılmamış potansiyeli ortaya koymaktadır. Bilim alanındaki fırsatlara daha kapsayıcı erişim, kendi başına değerli olmakla birlikte, insanlık için yenilik, büyüme ve ilerleme açısından yeni yollar açabilir.”
Görünen o ki, Nobel almak da sınıfsaldır.

SINIFSAL AYRIM DERİNLEŞİYOR
Bu eğitim açısından önemsenecek bir konu.
Ülkemizde eğitim giderek üretimden kopuyor. Mesleğe değil diplomaya yönelik bir program var. En son yaşanan sahte diploma, çürümüşlüğü gözler önüne seriyor. Gençlerin eğitime inancı azalırken, aileler giderek artan masraflarla karşı karşıya kalıyor. Sınav odaklı sistem dershane, özel derse yönlendiriyor. Bir sınav piyasası oluşmuş durumda. Özel okullar ve vakıf üniversiteleri giderek kontenjanını artırırken, devlet üniversitelerindeki kontenjanlar düşüyor. Veriler de bunu gösteriyor.
Örneğin Lise Giriş Sınavları (LGS)nda 544 okuldan 719 öğrenci tüm soruları doğru yanıtlayarak ‘şampiyon’ oldu. MEB, 500 tam puan alan öğrencilerin yüzde 57’sinin özel okullardan olduğunu açıkladı. Beş özel okulun açıkladığı rakamlara göre 209 birinci beş okuldan çıktı. Birincilerin üçte birden fazlası...
Üniversitelerde de durum farklı değil.
Geçen yıl devlet üniversitelerinin lisans ve önlisans programlarında kontenjan sayısı toplam 811 bindi. Bu yıl devlet üniversitelerinde kontenjanlar 620 bine geriledi. Vakıf üniversitelerinde ise kontenjanlar arttı. Geçen yıl 191 bin olan kontenjan sayısı bu yıl 197 bine yükseldi.
Bunların hepsi toplamda sosyoekonomik ve sınıfsal bir ayrıma işaret ediyor.
Fırsat eşitliğini bir kenara bırakalım, bu sistem eğitim hakkını baltalıyor.
İNSANA YATIRIM
Çözüm dönüp dolaşıp her yerde aynı işaret tablosunu önümüze getiriyor: Kamuculuk.
Ekonomide, eğitimde, sağlıkta… Ülke ekonomisinin düzelmesinde de fırsat eşitliğinin sağlanmasında da, güvenli, huzurlu ve sağlıklı bir toplumda da…
Eğitim en temel insan hakkıdır ve kamu eliyle yürütülmelidir. Anaokulundan üniversite sona kadar kesintisiz ve parasız olmalıdır. Kültür ve spor faaliyetleri de devlet tarafından karşılanmalıdır. Ekonominin ihtiyacına göre meslek eğitimi geliştirilmeli ve buna erken yaşlarda başlanmalıdır. Değersizleştirilen öğretmenlik mesleği yeniden ayağa kaldırılmalıdır. Üniversiteye giriş temel eğitime dayanmalıdır. Ataması yapılmayan öğretmenler garabetine bir son verilmelidir.
Üniversiteler, bilimsel araştırma ve bilim eğitimi yanında, halka sundukları hizmetlerle, milletin geleceğinin kurulmasına katkıda bulunan Cumhuriyet kurumları olarak yeniden düzenlenmelidir. Bilimsel çalışmanın özgürleştirilmesi ve araştırmanın özendirilmesiyle yurtdışına beyin göçü durdurulmalı, dışarıdan yurdumuza beyin göçünün koşulları sağlanmalıdır. Ve en önemlisi bütün toplumu kucaklayan bir aydınlanma seferberliği başlatılmalıdır.
Böylece yukarıdaki makalede geçen kayıp bilim insanlarının önüne geçeriz. Kullanılmamış yetenekleri keşfederiz. İnsan birikimimizi en iyi şekilde kullanırız.
İnsan her şeydir. İnsan merkezli olmalıyız. İnsanımızın yeteneklerini kaybetmek hazine kaybetmektir.
Gelişmiş ülke düzeyine çıkmak insana yatırımla başlar.
NOT: Nobel konuşuyorsak Müslüman Nobel’ini konuşmadan da olmaz. Yarın da onu işleyeceğiz.