Özsoy Operası’ndan Bir Cumhuriyet Şarkısı filmine
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki kültürel devrimlerin sahne sanatlarındaki öne çıkan temsiliyetlerinden biri olan “Özsoy” operası (1934), “Bir Cumhuriyet Şarkısı” (2024) adlı sinema filmiyle beyaz perdeye taşındı. Gerçekten bir opera olmayan ve aslında bir “melodram” diyebileceğimiz eserin belgelerinde ve davetiyesinde “Öz Soy Destanı” olarak yazılıdır. Bestecisi de bunun bir opera olmadığını biliyordu. Ancak kısa zamanda 3 perdelik bir opera yaratılması da mümkün değildi. İşte bir belgesel film niteliğinde olarak değerlendirebileceğimiz Bir Cumhuriyet Şarkısı, 25 Ekim 2024’te vizyona girdikten sonra, konuyla uzman olarak da ilgili olduğumdan bir sinema salonunda izledim. Sırrı Süreyya Önder’in vefatının ardından kendisinin de filmin senaristi olduğunu CHP Genel Başkanı Özgür Özel açıkladıktan sonra, film aslında ilk defa gündeme gelmiş oldu. Ben de filmi izledikten sonra X platformunda yaptığım kısa eleştiriden yola çıkarak bu makalemde geniş bir değerlendirme yaptım.
Prof.Dr. Metin And Arşivi
KÜLTÜR POLİTİKALARININ SAHNEYE YANSIMASI
Film, 1934 yılında Atatürk’ün isteğiyle bestelenen ve Cumhuriyet’in modernleşme vizyonunun bir sembolü haline gelen Özsoy operasının hazırlanma sürecini merkeze alıyor. Münir Hayri Egeli’nin Atatürk’ün yönlendirmesiyle yazdığı metin üstüne beste yapan Ahmed Adnan Saygun’un Avrupa’dan yeni gelmiş genç bir besteci olarak devletin sanatı bir “terbiye aracı” olarak kullanma anlayışına nasıl cevap verdiği de filmde vurgulanmıştır. Film, Saygun’un sanatsal çabası ile rejimin kültürel beklentileri arasındaki gerilimi yer yer başarıyla yansıtsa da bu çatışmayı daha derinlemesine sorgulamak yerine, büyük oranda bir “kültür hamlesi güzellemesi” sunmakla yetinmiştir. Film, sadece bir operanın doğuş hikayesini değil, aynı zamanda bir ulusun kültürel kimlik inşasını da perdeye aktarma iddiasındadır. Ancak bu iddialı yaklaşım, aşağıda belirttiklerimin de etkisiyle tarihsel hakikatin gölgesinde kalmıştır.
TARİHİN DRAMATİK YORUMU: GERÇEKLİK Mİ, İDEALLEŞTİRME Mİ?
“Bir Cumhuriyet Şarkısı” tarihsel gerçekliği dramatize ederken, zaman zaman didaktikleşen diyaloglar ve tek boyutlu karakterlerle anlatım gücünü zayıflatmıştır. Özellikle Atatürk karakterinin idealize edilmiş temsili, filmi bir biyografik dramadan çok bir anıtsal anlatıya dönüştürmüştür. Bu durum, sanatın devrimci dönüşümünü anlatan bir yapımda ironik bir şekilde, sanatın kendisine mesafe koymasına neden olmuştur. Saygun’un iç dünyasına dair sahneler ise daha incelikli olabilirdi; bestecinin kişisel ikilemleri ve yaratıcı sancıları, genellikle yüzeysel geçilmiştir.
SANATIN İŞLEVİ ÜZERİNE YETERSİZ BİR TARTIŞMA
Film, Özsoy operasının İran Şahı Rıza Pehlevi’nin Türkiye ziyareti için hazırlanmış olması üzerinden uluslararası kültürel diplomasinin bir aracı olarak sanatın rolüne değinirken, bu boyutu yeterince tartışmamıştır. Operanın hem içerik hem de biçim bakımından taşıdığı ideolojik yük, filme entelektüel bir derinlik kazandırabilecek nitelikteyken, bu potansiyel kullanılmadan geçilmiştir. Seyirciye verilen mesajlar çoğu zaman açık ve sade olmakla birlikte, sanatın propagandayla sınırlarının nerede kesiştiği gibi daha karmaşık sorular göz ardı edilmiştir.
OYUNCU SEÇİMİ VE TEMSİLDE TUTARSIZLIKLAR
Tarihsel bilgiye sahip olduğum için herhangi bir izleyici gibi izleyemediğim ve sürekli tutarsızlıklar gördüğüm filmde, danışmanlık ve sanat yönetiminin iyi yapılmadığı ortaya çıkmıştır. Film dönemi sahnelemedeki görsel başarısına rağmen, oyuncu seçimi ve uygulamasında dikkat çeken ciddi uyumsuzluklar içeriyor. Bunların başında, Ahmed Adnan Saygun ile dönemin önemli müzik insanı Osman Zeki Üngör arasında filmde yaratılan yaş algısındaki dengesizlik geliyor. Aralarında yaklaşık 27 yaş fark bulunan bu iki ismin, filmde neredeyse yaşıt gibi görünmesi, karakterlerin kuşak farkını ve bunun sanatsal ya da düşünsel izdüşümlerini görmezden gelmiştir. Bu, özellikle Üngör’ün temsil ettiği Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişin bürokratik-müziksel devamlılığı ile Saygun’un temsil ettiği “yeni sanatçı profili” arasında kurulabilecek tarihsel zıtlığı da zayıflatmıştır. Filmde Atatürk karakterine gösterilen özenli makyaj ve fiziksel benzetme çabası, aynı titizlikle Osman Zeki Üngör için gösterilmemiştir. Oysaki Üngör, sadece İstiklal Marşı'nın bestecisi olarak değil, aynı zamanda Cumhuriyet’in erken dönem müzik politikasının kurucu aktörlerinden biri olarak tanınan bir figürdür.
Benzer bir sorun, operadaki performans sahnelerinde de dikkat çekiyor: Birce Akalay’ın canlandırdığı soprano (Nimet Vahid) karakteri fiziksel benzerlikle birlikte sahne üzerinde başarılı bir oyunculuk sergilese de playback ile yürütülen performanslar yapaylık hissi yaratmıştır. Buna karşılık, bas bariton (Nurullah Şevket Taşkıran) rolündeki “gerçek bir opera sanatçısı” Burak Bilgili’nin fiziksel olarak da Taşkıran’a benzemezliği ve gerçek sesiyle oynaması, iki oyuncu arasında hem vokal hem de sahne duruşu açısından belirgin bir uçuruma neden olmuştur. Bas bariton rolünü opera sanatçısı kendi sesiyle oynadıysa, soprano da bir opera sanatçısı olmalıydı ya da bas bariton rolü için de Taşkıran’a benzer bir oyuncu olmalıydı. Bu noktada yapımın, opera gibi canlı performansa dayalı bir sanat dalını sinematik dille işlerken daha dikkatli davranması beklenirdi. Sesin ve bedenin sahnede birlikte var olduğu bir sanat formunu sinemaya aktarırken, vokal performansın temsilinde daha tutarlı bir yol izlenmeliydi.
GÖRSELLİK VE MÜZİK: FİLMİN EN GÜÇLÜ YANI
Tüm eleştirilere rağmen, filmin güçlü olduğu alanlar da vardı. Dönemin atmosferini yansıtan kostümler, mekân tasarımı ve ışık kullanımı oldukça başarılıydı. Ayrıca, Ahmed Adnan Saygun’un eserlerinden yapılan müziksel alıntılar ve operanın sahneye konuluş sürecinin canlandırıldığı sahneler, izleyiciye etkileyici bir görsel-işitsel deneyim sunmuştur. Bu yönüyle Bir Cumhuriyet Şarkısı, bir dönem filmi olarak açıdan tatmin edici sayılabilir.
SONUÇ: GÜZELLEME İLE GERÇEKLİK ARASINDA SALINAN BİR ANLATI
Bir Cumhuriyet Şarkısı, Özsoy Destanı gibi tarihsel bir dönüm noktasını konu alarak bir boşluğu doldurmuştur. Ancak film, tarihsel bir olguyu sanatsal bir yaratım süreciyle harmanlamaya çalışırken, (varsa) eleştirel mesafesini zaman zaman yitirmiştir. Özsoy’un ardındaki politik ve kültürel dinamikler yüzeysel kalmış, film, sanatın dönüştürücü gücünü yüceltirken, bu gücün devlet eliyle nasıl şekillendirildiğini yeterince tartışmamıştır. Bu konu, devlet, siyaset ve sanat arasındaki konu, günümüzdeki tiyatro ve opera kurumları, seçilen eserlerin kendisi ve sahnelenme niteliği için de geçerlidir. Cumhuriyet’in erken dönem kültür politikalarına nostaljik bir bakış sunan film, daha cesur ve sorgulayıcı bir anlatımı benimseseydi, belki de hem tarih hem sanat açısından daha çarpıcı olabilirdi. Tarihsel konular film yapılırken, her yönüyle düşünebilecek danışmanlar ve sanat yönetimiyle çalışılmalıdır.