Serhat Latifoğlu

serhatlatifoglu@gmail.com

Son Yazıları

Neoliberal politikalar güvenliğimizi tehdit ediyor

ABD’nin önemli dergilerinden birisi olan The Atlantic’te Nobel ödüllü ekonomist Joseph Stiglitz’in neoliberalizmi eleştiren bir makalesi yayınlandı. Eski Dünya Bankası baş ekonomisti Joseph Stiglitz halen Columbia Üniversitesi’nde öğretim üyesidir. Yeni Keynesçi ekonomi ekolünden olan Stiglitz, küreselleşme ve ‘serbest piyasa köktenciliğine’ karşıtlığıyla bilinir. The Atlantic dergisinde yayınlanan makalesi yeni satışa çıkan ‘Özgürlük Yolunda, Ekonomi ve Temiz Toplum’ başlıklı kitabı vesilesiyle yer almıştır. Kitapta neoliberal ekonomistlerin ideolojik körlüğü, yıkıcı sonuçları felsefi ve ekonomik boyutta ele alınıyor. Bu yazımda özellikle makalenin ekonomi ile ilgili boyutuna değineceğim. Ayrıca Türkiye’de ana akım medya, ekonomi bürokrasisi, akademi dünyasına hâkim dar bir asalak çevreye ait olan neoliberal ideolojinin 1980’lerden sonra neden olduğu tahribata bakacağız.

Avusturya ekolünün kurucusu ekonomist F. A. Hayek ve Chicago ekolünün kurucusu Milton Friedman’ın, dizginsiz (sözde kurala dayalı özde kuralsız) kapitalizmin en önemli savunucularıdır. Joseph Stiglitz makalesinde Hayek ve Friedman’ın savunduğu "serbest piyasa" veya kuralları, düzenlemeleri olmayan piyasalar fikrinin bir tezat olduğunu söylüyor Çünkü hükümet tarafından uygulanan kurallar ve düzenlemeler olmasaydı, ekonomik hayat olmazdı. Hile yaygınlaşır, güven azalırdı. Devletin koyduğu kurallar olmasaydı ortada kesinlikle bir ‘piyasa’ olmazdı. Bununla birlikte Hayek ve Friedman, kendi yorumladıkları haliyle, serbest ve kuralsız piyasalara sahip kapitalizmin verimlilik açısından en iyi sistem olduğunu, serbest piyasa ve serbest girişim olmadan bireysel özgürlüğe sahip olunamayacağını savundu. Piyasaların kendi başlarına bir şekilde rekabetçi kalabileceğine inanıyorlardı. Oysa onlar da biliyordu ki gerçek hayatta tam tersi gerçekleşmiş, ABD sermaye yoğunlaşmasına ve tekelleşmeye karşı Sherman Antitröst (1890) , Clayton Antitröst (1914) yasalarını çıkarmak zorunda kalmıştı.

Yazının Devamı

Altın yeni paradigmanın perdesini açıyor

Gün geçmiyor ki altın fiyatı yeni bir rekor kırmasın. Yılbaşından bugüne yüzde 20’nin üstünde artış gösteren ons altın fiyatı bu yıl sonuna kadar yeni rekorların devam edeceğini bize gösteriyor. Jeopolitik gerginlikler, merkez bankalarının artan talebi, faizlerin gerilemesi ihtimali gibi etkenler yükselişi destekliyor. Fakat yükselişin bu kadar hızlı olması ve süreklilik arz etmesi bize başka bir işaret daha veriyor; ekonomik ve finansal sistem büyük bir paradigma değişikliği içindedir.

Altın binlerce yıl boyunca bir saklama aracı olarak işlev gördü ve 'para' kavramıyla eş anlamlı kabul edildi. İlk banknotların tedavüle çıktığı 1700’lü yılların başında banknotlar altına dayalıydı. Altına dayalı para sistemi kapitalizmin hızlı büyümesi ve yaşanan iki büyük dünya savaşının ardından yavaş yavaş çöken kapitalizme ‘ayak bağı’ olmaya başladı. ABD öncülüğünde 1944’te kurulan yeni finansal sistem ABD dolarını altına bağladı. Ancak ABD’nin büyüyen bütçe açığı ve artan enflasyon ABD dolarına olan güveni sarsmış, Avrupa ülkeleri dolar satıp altın talep etmeye başladı. Bu süreçte ABD’nin altın rezervleri hızla eridi ve 1971 yılında bu erimeye son vermek için Bretton Woods sisteminin temeli olan ABD dolarının altına olan bağı bizzat ABD tarafından koparıldı. Böylece dünya altın standardından ‘ABD doları standardına’ mahkûm edilmiş oldu.

Yazının Devamı

Vatandaş Şimşek’e kırmızı kart gösterdi

Mart ayının 31’inde yapılan yerel seçimler tarihi bir sonuçla tamamlandı. Cumhur İttifakı ve AK Parti büyük oy kaybı yaşarken CHP 1977’den beri ilk kez birinci parti oldu. 20 yıllık siyasi hayatı boyunca genellikle yükseliş trendi içinde olan AK Parti hiç alışılmamış ve görülmemiş bir yenilgi yaşadı. Peki, bir yıl içinde ne oldu da tablo tersine döndü? Muhalefet belediyelerinin durumu ortada; hizmet yok, üstüne üstlük iyi durumda teslim aldıkları çok sayıda belediye borç batağında debeleniyor. Yaşanan oy kaybında ekonomik sorunların özellikle de emeklilerin ve gençlerin oylarının belirleyici olduğu konusunda herkes hemfikir. Bir yıl önce Cumhur İttifakı’nın başarısını silen ve gördüğü en ağır yenilgiye sebep olan ekonomik sorunlar nasıl bu hale geldi?

Cumhur İttifakı Kovid-19 salgını sonrasında büyümeyi ve ihracatı destekleyen politikalara öncelik verdi. Buna uygun olarak destek, teşvik, hibe gibi imkânların yanı sıra tüm dünyada izlenen genişlemeci politikalara paralel olarak faizleri düşük seviyede tuttu. Bu politikanın olumlu ve olumsuz çok sayıda etkisi oldu ancak genel anlamda bakıldığında milli bir ekonomi politikası yolunda ilerlendiğini söyleyebilirim. Bu politikalara batının ve yerli uzantılarının tepkisi gecikmedi. 2021’in son çeyreğinde döviz manipülasyonu yapılması, sağlanan kredi imkânlarının istismar edilerek tüm varlık fiyatlarının şişirilmesi, stokçuluk ve zam furyasının başlatılması ve bunlara ek olarak yapılan yoğun kara propaganda ile hükümet 2023 Genel Seçimlerine kadar sıkıştırıldı. Hükümet köhnemiş sistemin sahiplerinin bu saldırılarını göğüslemekte zorlanmakla beraber dünya ortalamasının üstünde büyüme, ihracat rekorları, büyük altyapı yatırımlarının gerçekleştirilmesi gibi başarılar elde etti. Doğrudan yabancı sermaye girişleri beklendiği kadar yüksek olmasa da yeniden artmaya başladı. Hükümet yüksek enflasyon ve alım gücünün hızla erimesinin önüne geçmek için maaş artışları, çeşitli sosyal destek ve yardımlar ile telafi etmeye çalıştı. Bu süreçte hükümetin yaptığı en büyük hata enflasyonu ve varlık balonlarını körükleyenlerin üstüne kararlılıkla gitmemesi oldu. 2023 Genel Seçimleri öncesinde yaşanan büyük depremi fırsat bilen döviz manipülatörleri ve başta TÜSİAD çevresi olmak üzere tekeller, hem enflasyonu hem de dövizi yükseltmek için büyük bir operasyona giriştiler. Bu operasyon ne yazık ki döviz rezervlerinin erimesinde büyük etken oldu. Planlı, tutarlı bir programı olmayan ve her türlü operasyonu yapan büyük şirketlere karşı gerekli iradeyi gösteremeyen hükümet 2023 Genel Seçimlerinin hemen sonrasında neoliberal ortodoks ekonomi politikalarını hayata geçirmek üzere Sn. Mehmet Şimşek’i görevlendirdi.

Yazının Devamı

İBB’nin borçla imtihanı

Gün geçmiyor ki İstanbul’da bir metro durağında yürüyen merdiven arızalanmasın. Metrobüsler, otobüsler sık sık arızalanıyor ve bakımsızlıktan dökülüyor. Dünyanın dört bir yanından milyonlarca turistin ziyaret ettiği güzel İstanbul’umuzun toplu ulaşım araçları ve metro durakları pislik içinde. Kaldırımlara yürümek için döşenen parkeler o kadar kalitesiz ki döşendikten birkaç ay sonra kırılmaya başlıyor. Eğri büğrü, çukurlu, ‘içi su dolu bubi tuzaklı’ kaldırımlarda yürümeye mahkûm oluyoruz.

Diğer yandan şehrin trafiği tarihinde hiç olmadığı kadar yoğunlaşmış durumda. Bundan on yıl önce sadece bayram günlerinde gördüğümüz trafik yoğunluğu bugün hemen her gün yaşanıyor. Trafiği hafifletmeye yönelik nadir olarak atılan adımlar ise trafiği daha da kilitlemekten öteye gitmiyor. Beşiktaş Meydanı’nda yapılan düzenleme ve sonrasında yaşanan trafik faciası bunu tipik örneğidir. İstanbullular taksi bulmak için takla atar hale geldiler. İstanbul Büyükşehir Belediyesi yönetiminin başındaki CHP’nin beş yıllık karnesi çok kötü. Hizmet tarafında kısaca özetlediğim başarısızlıkları bir yana bırakalım, İBB’nin son beş yılda attığı bazı finansal durumuna kısaca göz atalım.

Yazının Devamı

TÜSİAD bildiğiniz gibi neoliberal ve Batıcı

Eski TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner bu hafta içinde gazeteci Cansu Çamlıbel’le yaptığı röportajla gündeme geldi. T24 isimli internet gazetesinde yayınlanan röportajda Ümit Boyner siyaset ve ekonomi konusunda açıklamalarda bulundu. Röportaj ‘Cumhuriyet burjuvazisi (TÜSİAD) yapabileceklerinin çoğunu yaptı, duruşundan ödün vermedi’ başlığıyla yayınlandı. Ümit Boyner’in bu röportajı ekonominin soyut bir teori ve uygulama dizisi olmadığı, ekonominin dibine kadar politik olduğu gerçeğini göstermesi açısından çarpıcı bir örnektir. Önce TÜSİAD’ın duruşunun ne olduğunu tarihsel süreçle birlikte kısaca ele alalım, sonra Ümit Boyner’in ekonomi ile ilgili görüşlerine değinelim.

Ümit Boyner TÜSİAD’ı cumhuriyetin burjuvazisi olarak tanımlamış ve kurucu değerlerin koruyucusu olduğunu ima etmiş. Öyleyse Ümit Hanım’a şu soruları soruyorum; Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ideolojisi olan Kemalizm veya Atatürkçülük ile taban tabana zıt bir ideolojiye sahip olan TÜSİAD nasıl cumhuriyetin değerlerini koruyabilir? TÜSİAD, Kemalizm’in en temel ilkelerinden olan devletçilik, halkçılık, milliyetçilik, devrimcilik ilkelerinden hangisini savunuyor? TÜSİAD Batıcılığın AB’ciliğin şampiyonluğunu yaparak mı milliyetçiliği savunacak? Neoliberal ideolojinin sözcüsü TÜSİAD, devletçiliğe veya halkçılığa nasıl sahip çıkacak? 12 Eylül faşizmini destekleyerek mi devrimciliği savunacak? Bu dört ilke olmadan diğer iki ilke (cumhuriyetçilik ve laiklik) olur mu? TÜSİAD’ın açıklamalarını ve icraatlarını bir kenara bırakalım sadece internet sitesine baktığımızda sitenin her satırında Kemalizmin/Atatürkçülüğün devletçilik, halkçılık, milliyetçilik ve devrimcilik ilkelerine açık düşmanlık beslendiğini görüyoruz. Dolayısıyla TÜSİAD’ın cumhuriyetçiliği CHP’nin cumhuriyetçiliği gibi sahte ve içi boştur. TÜSİAD’ın Atatürkçülüğü kullanarak politik mevziini güçlendirmek istediği ve burada hayat bulmaya çalıştığı ortadadır. Bol bol Atatürk mesajları verirken savunma sanayimizin yaptığı atılımlarda, terörün ezildiği operasyonlarda, Mavi Vatan’da TÜSİAD’ı göremiyoruz. Nerede emperyalizmin kaşıdığı bir konu varsa orada TÜSİAD’ı görüyoruz. Bu ideolojik tutum bize TÜSİAD’ın kimliğini açıkça gösteriyor. Ümit hanım bir ‘duruş’tan bahsetmiş ama o duruş milli bir duruş değil batıcı duruştur.

Yazının Devamı

BRICS yabancı sermaye için önemli alternatiftir

Haziran 2023’te işbaşı yapan yeni ekonomi yönetiminin en önemli iddialarından birisi yabancı sermaye girişi ile ilgiliydi. Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek ortodoks politikaların uygulanması ve ekonomi politikalarının ‘rasyonel zemine’ çekilmesi ile birlikte ciddi bir para girişi olacağı iddiasında bulunmuştu. Göreve başlamasından sonra yoğun yatırımcı toplantıları ve ziyaretler gerçekleştirildi. Özellikle atamadan hemen sonra yapılan Körfez ziyaretleri önemliydi. Bu ziyaretlerde orta ve uzun vadede toplam 100 milyar dolarlık yatırım anlaşması imzalandı. Ayrıca TCMB yönetimi batıda çok sayıda ‘yatırımcı toplantısı’ organize etti. Ancak geçen sekiz ay içinde çok sınırlı bir yabancı sermaye girişi gerçekleşti. Batının bağımsız politikalar izleyen Türkiye karşısında izlediği baskıcı tutum yeni bir gelişme değil. Ancak ekonomi yönetiminin hala sadece batıya odaklı yaklaşımı bilinen ortodoks/neoliberal ezberlerden birisidir. Oysa dünyada jeopolitik dengelerle birlikte ekonomik dengeler de değişiyor.

Bu yıl yeni katılımlarla birlikte BRICS’e üye ülkelerin sayısı 10’a ulaştı. Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşan BRICS, bu yıl Suudi Arabistan, İran, Etiyopya, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri ile ekonomik olarak daha da güçlendi. Dünya nüfusunun yüzde 45’i BRICS üyesi ülkelerde yaşıyor. BRICS üyelerinin toplam GSYİH’si dünya toplam GSYİH’sinin yüzde 36’sına ulaştı. Böylece G7 olarak adlandırılan batı bloğununun toplam GSYİH’sini geçmiş oldu. Zira G7 ülkeleri dünya GSYİH’sinin yüzde 30’u kadar pay sahibidir. BRICS’in genişlemesi ve son 10 yılda büyük atılım yapması ile birlikte BRICS’in varlıklı bireylerinin portföyünde önemli artış oldu. Konu ile ilgili olarak Henley & Partners isimli danışmanlık şirketi ‘BRICS Varlık Raporu 2024’ başlıklı araştırmasını geçen ay sonunda yayınladı. Raporda BRICS üyesi ülkelerde finansal sistemde biriken bireysel varlıkların büyüklüğü toplam 45 trilyon olarak hesaplanmış.

Yazının Devamı

Tekellerin açgözlülüğü enflasyonu tetikliyor

Neoliberal mandacılar bugünlerde çok mutsuz. Oysa Mehmet Şimşek’in öncülüğündeki yeni ekonomi yönetimi ortodoks politikaları uygulayarak kısa sürede Türkiye ekonomisini düzlüğe çıkaracaktı. Fakat yeni ekonomi yönetimi işbaşı yaptığında yüzde 38,21 olan enflasyon, Aralık 2023’te yüzde 64,77’ye yükseldi. Bir TÜİK araştırmasına göre bugün vatandaşın hissettiği enflasyon yüzde 96’dır. Son aylarda gelen zam yağmuru enflasyonun birkaç ay içinde yüzde 80'lere ulaşacağını gösteriyor. Öte yandan Mehmet Şimşek’in adının bile büyük yabancı sermaye akışına neden olacağını iddia eden neoliberal ortodokslar yabancıların yolunu gözlemekten yorgun düştü. 1970 model neoliberal tezler bir kez daha çökerken yaşanan süreci ellerini ovuşturarak fırsata çeviren bazı TÜSİAD üyesi işadamları enflasyonu körüklemeye devam ediyor. Bu yazıda son üç yıldan beri konuyla ilgili yazığım makalelere atıfta bulunarak sürecin nasıl geliştiğini anlatacağım. Amacım her fırsatta ‘ben demiştim’ diyen ‘içi boş egosu yüksek Rolex saatli küçük adamların’ yaptığını yapmak değil, sürecin nasıl geliştiğini ve koca bir ülkenin açgözlü işadamlarının elinde oyuncak olduğunu göstermektir.

10 Aralık 2021 tarihli ‘Stokçuluk ve keyfi zam el ele’ başlıklı yazımdan alıntı yaptığım aşağıdaki paragraf bugün hala güncelliğini koruyor:

Yazının Devamı

İsrail ve Yunanistan’dan ne kazanç sağlıyor?

Moody's, geçen hafta Türkiye ekonomisine ilişkin takvim dâhilinde değerlendirmeye gitti. Kredi derecelendirme kuruluşundan yapılan açıklamada, Türkiye'nin kredi notunun "B3" olarak teyit edildiği, daha önce "durağan" olan not görünümünün ise "pozitif"e yükseltildiği bildirildi. Açıklamada, görünümün pozitife çevrilmesinin ana nedeninin "ekonomi politikasındaki belirleyici değişiklik, özellikle de ortodoks para politikasına dönüş" olduğu belirtildi. Manşet enflasyonun yakın vadede artması muhtemel olsa da enflasyon dinamiklerinin değişmeye başladığına dair işaretler olduğu vurgulanan açıklamada, bunun da para politikasının güvenilirliğini ve etkinliğini yeniden kazandığının göstergesi olduğu anlatıldı. Moody’s, emperyalizmin ekonomik tetikçilik araçlarından birisi olarak görüşlerini açıkça ifade etmiş. Açıklamada mealen ortodoks yani neoliberal politikalar uygulandığı için Türkiye’nin görünümünü düzeltiyoruz diyor. Neden? Çünkü neoliberal ekonomi politikaları emperyalizmin bir ülkeyi içerden fethetmesinin önünü açan en temel politikalardır. Peki, Yunanistan gibi borç batağında çırpınan bir ülke, İsrail gibi soykırımcı, emperyalizmin maşası olan bir ülke nasıl oluyor da ‘yatırım yapılabilir’ notu alıyorken Türkiye’nin notu ‘yatırım yapılabilir’ seviyenin beş kademe altında yer alıyor? Önce Moody’s ve benzeri derecelendirme şirketlerinin özelliklerine bakalım.

Derecelendirme yapılırken objektif kıstaslar ve subjektif kıstaslar kullanılıyor. Objektif kıstaslar matematik olarak ölçülebilen unsurları kapsıyor; örneğin bütçe açığı, cari açık, borç/GSYİH oranı gibi. Subjektif kıstaslar ise ağırlıklı olarak politik kıstaslara dayanıyor. Derecelendirmede kullanılan objektif kıstaslardan batma riski hesaplamalarında kullanılan matematik modelin ne kadar başarısız olduğunu 2008 krizinde ve 2023 ABD bankacılık krizinde yaşayarak gördük. Buna rağmen derecelendirme kuruluşları bu matematik modeli ısrarla kullanmaya devam ediyor! Subjektif kıstaslara gelince; bu kıstasların içinde bazı matematiksel ölçümler de bulunuyor ancak subjektif kıstasların ve yorumların ağırlığı bu ölçümleri değersizleştiriyor. ‘Etkinlik, istikrar, kurumsallaşma, şeffaflık, güvenirlik, dış güvenlik riskleri, hesap verebilirlik’ gibi kavramlar kullanılıyor. Bu kavramların tanımlamalarına detaylı olarak baktığımız zaman ne kadar yoruma açık olduğu, tek taraflı ve keyfi olarak belirlenmiş olduklarını görürüz. Bu kavramların sık sık kimler tarafından telaffuz edildiğine okuyucuların dikkatini çekerim. Atlantikçi neoliberal ekonomistlerin, muhalefetin, Türkiye karşıtı kara propaganda yapanların dayandığı kavramlar aynı çerçevededir. Aynı kavramlar emperyalizme direnen tüm ülkelere karşı yürütülen kara propagandanın aracıdır ve bu tesadüf değildir.

Yazının Devamı

Bu yapılmadan enflasyon kontrol edilemez

Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek TBMM Genel Kurulu’nda uygulanan ortodoks neoliberal politikaların meyvelerini 2024’te toplamaya devam edeceklerini açıkladı. Ortodoks politikalarla birlikte TCMB (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası) rezervlerinde tarihi artış, cari açıkta nispi bir düzelme görüldü. Ancak beklenen yabancı sermaye girişinin olmaması neoliberallarin keyfini kaçırdı. Ekonomi yönetiminin kendi yayınladıkları raporlarla çelişki içine düştüğü ve ortodoks ezberlerle programını devam ettirdikleri görülüyor. Oysa enflasyonda durdurulamayan artışın kaynağının ne olduğu TCMB’nin raporlarında sabittir; tekellerin keyfi zamları. Konuyu daha detaylı inceleyelim.

Türkiye’de büyük şirket sayısı toplam şirket sayısının içinde yüzde 0,3’tür. TÜİK verilerine göre büyük şirketlerin toplam cirodan aldıkları pay yüzde 67,5’dir. Büyük şirketlerin ekonomideki toplam üretim değeri yüzde 63,7’dir. Ekonomide istihdamın yüzde 70,6’sı KOBİ’ler tarafından sağlanmaktadır. KOBİ’lerin imalat sanayi içindeki payı son yıllarda artış göstermiş olmasına rağmen oldukça düşüktür. Büyük şirketler (tekeller diyebiliriz) devasa karlar elde etmiş, büyük sermaye birikimi yapmış, devletten büyük destek ve hibeler almış olmasına rağmen ısrarla düşük teknoloji mal üretimi yapmaya devam ediyor. İmalat sanayi içindeki büyük şirketlerin ürünlerinin yüzde 44,9’u düşük teknoloji, yüzde 29,1’i orta-düşük teknoloji, yüzde 23’ü orta ileri teknoloji ürünleridir. Yüksek teknolojinin payı sadece yüzde 3’tür. Düşük faizli kredi çekip arsa, konut, lüks araç yat, uçak alan büyük şirketler döviz manipülasyonu yaparken ülke ekonomisinin düşük teknolojili üretim yaptığından yüzsüzce şikâyet ettiler. Tekellerin ileri teknoloji için gereken Ar-Ge yatırımları yapmak yerine kolay para kazanma peşine düştükleri gün gibi ortadadır.

Yazının Devamı

Kur Korumalı Mevduatı BES ve yatırım fonlarına yön

Sermaye piyasalarında yabancı yatırımcı girişi Aralık 2023’ün ilk haftasında ilk kez 1 milyar dolar sınırını geçti. Borsa İstanbul’un 2 ay boyunca 8100 seviyesini aşmakta zorlanması nedeniyle ortodokslar paniğe kapılmaya başladılar. ‘Yeni hikâye yok, halka arzlar likiditeyi azaltıyor, hisseler pahalı’ gibi karamsar yorumlar yayılmaya başladı. Hatta ‘yabancılar geliyor borsa düşecek’ gibi gülünç yorumlar yapıldı. Yatırımlara kısa vadeli bakışın sonucu olarak temelsiz, korkunun hâkim olduğu, içgüdülerin ağır bastığı bir ortamda maalesef yatırımcılar bu yorumlardan etkileniyor ve zarar görüyor. Piyasalarda önümüzdeki yıl daha dalgalı ve sert hareketlerin yaşanacak, carry trade fırsatı ve risk iştahının artmasıyla birlikte yabancı girişleri yoğunlaşacak. Bu süreçte küçük yatırımcıların sert hareketlerden etkilenmemesi için kurumsal ve profesyonel bir yönetim altında tasarruflarını yönetmesi gerekir. Küçük yatırımcılar için BES (bireysel emeklilik yatırım fonları) ve yatırım fonları doğru adrestir.

Bireysel emeklilik fonu, Bireysel Emeklilik Kanunu, Sermaye Piyasası Kanunu, emeklilik sözleşmesi, fon iç tüzüğü ve ilgili diğer mevzuat çerçevesinde kurulmuş ve emeklilik şirketlerinde bulunan profesyoneller tarafından yönetilen fonlardır. Bu fonlar, yerel ya da yabancı hisse senedi, repo, hazine bonosu, devlet tahvili, devlet ve özel sektör kira sertifikaları eurobond, mevduat, katılım hesabı gibi değişik para ve sermaye piyasası araçlarına yatırım yapabilmektedir. BES’e katılan yatırımcılar belirli dönemlerde birikimlerini emeklilik fonlarına yatırırlar ve belli bir vadenin sonunda toplu olarak birikimlerini geri alırlar. BES’in en önemli avantajı hesapta bulunan toplam birikime devletin yüzde 30 oranında katkı sağlamasıdır. BES hesapları Takasbank’ta saklanır dolayısıyla tamamı devlet güvencesindedir. BES’e katılan yatırımcıların risk profillerine uygun çok sayıda farklı fon bulunmaktadır. Yatırımcılar bu fonları Takasbank tarafından kurulmuş olan BEFAS’ta (bireysel emeklilik fon alım satım sistemi) görebilir ve kendilerine uygun bir fona yatırım yapabilirler. Özellikle uzun vadeli birikim yapan yatırımcılar BES’i tercih ediyor. Yatırımcıların BES’e yatırım yaparken bir uzmana danışmalarını öneririm.

Yazının Devamı

Jeopolitik gelişmeler ve savunma sanayimiz

Savunma sanayisi için kamu finansmanı, devletlerin teknolojik yenilikleri şekillendirdiği kilit yöntemlerden biri olarak ön plana çıkıyor. ABD'de, hükümetin savunmayla ilgili yıllık araştırma ve geliştirme (Ar-Ge) harcamaları 2016 yılında 78 milyar dolardı ve bu, devlet tarafından finanse edilen tüm Ar-Ge'nin yüzde 57'sinden fazlaydı. Savunmayla ilgili Ar-Ge, esasen ekonomik olmayan hedeflerle motive edilirken, genellikle merkezi hükümetler tarafından ekonomideki teknolojik yeniliklerin hızını ve yönünü etkilemek için kullanılan en önemli fiili sanayi politikalarından birisidir. Savunma Ar-Ge'sine ayrılan kamu bütçesi, ABD'deki diğer önde gelen teknolojik yenilik politikası araçlarına harcanan miktarı gölgede bırakıyor. Savunma Ar-Ge'si, İngiltere ve Fransa'da devlet tarafından finanse edilen Ar-Ge'nin en önemli kalemlerinden birisidir ve diğer birçok gelişmiş ekonomide kamu harcamalarında önemli bir pay alıyor.

Savunma Ar-Ge harcamalarının özel sektörde teknolojik gelişim ve ekonomik büyüme üzerindeki etkisi uzun yıllardır tartışılan bir konu olmuştur. Savunma Ar-Ge'sinin faydalarının savunucuları, askeri Ar-Ge'nin sivil uygulamalarla çok önemli teknolojik gelişme kaynağı olduğunun kanıtı olarak jet motorları, bilgisayarlar, radar, nükleer enerji, yarı iletkenler, GPS ve internet gibi büyük yeniliklerin ticari başarısına işaret ediyor. ABD, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra askeri teknolojiye en yüksek miktarda ve oranda yatırım yapan ülke olarak öne çıktı. ABD’nin sivil teknolojide ilerlemesinde uzun yıllara dayanan planlı ve büyük yatırımları göz ardı edilemez. İsrail, savunma Ar-Ge harcamalarının ticari olarak başarılı çok sayıda yüksek teknoloji girişimini nasıl ortaya çıkardığının örneklerinden birisidir. Konu ile ilgili son yıllarda akademik çalışmalar giderek artıyor. Bu çalışmalar içinde belki de en çarpıcı ve güvenilir olanlarından birisi Enrico Moretti, Claudia Steinwender ve John Van Reenen’in 2019 tarihli araştırmasıdır. NBER (Ulusal Araştırmalar Bürosu) isimli ABD’li ‘düşünce kuruluşu’ bünyesinde yapılan söz konusu çalışmadan çıkan sonuçlara bakalım.

Yazının Devamı

Ortodoks politikalar Arjantin’i bitirdi

Geçen hafta sonu Arjantin’de yapılan devlet başkanlığı seçimini Özgürlük Gelişimi Partisi Lideri Javier Milei kazandı. Faşist Milei ekonomi konusunda yaptığı iddialı vaatlerle dikkat çekiyor. Milei, merkez bankasını tasfiye etmeyi, Arjantin’in milli parası yerine ABD dolarını kullanmayı, devleti daha da küçültmeyi vaat ediyor. Yeni bir ‘Zelenski vakası’ ile dünyayı karşılaştıran süreci daha iyi anlamak için Arjantin’in ekonomik geçmişine bakalım.

Arjantin, Güney Amerika kıtasının ikinci büyük ekonomisidir. Zengin doğal kaynakları olan Arjantin dünyanın en büyük tarımsal ürünleri ihracatçılarından birisidir. GSYİH’si 633 milyar dolar olan ekonominin yüzde 17.2’sini imalat sektörü, yüzde 16.9’unu ticaret ve turizm, yüzde 6’sını tarım sektörü oluşturuyor. Arjantin ekonomisi 1880’lerde korumacı, ihracata dayalı büyüme modeli uyguladı. Bu model sayesinde Arjantin 20. yüzyılın başlarında dünyanın ilk on ekonomisi içinde yer aldı. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası uyguladığı ithal ikameci ve devletçi politikalar sayesinde GSYİH içinde imalat sanayinin payı tarım sektörünü geçti ve büyük bir orta sınıf oluştu. Bu dönemde merkez bankası, demiryolları gibi stratejik alanlarda millileştirmeler yapıldı. 5 yıllık kalkınma planları çerçevesinde imalat sanayinin payı artırıldı; Arjantin tarım ülkesi olmaktan çıktı ve sanayileşme sürecine girdi. Aynı dönemde öne çıkan en temel sorun yüksek enflasyon oldu. Enflasyon 1944 sonrasında başlayarak 1974’e kadar ortalama yüzde 26 oldu. Halkçı Peron sonrasında iktidara gelen Frondizi ilk iş olarak IMF’nin kapısını çaldı (1958) ve Arjantin’in kalkınma modelinin altı oyulmaya başladı. Şunun altını çiziyorum; IMF’nin kapısının çalınmasında en temel gerekçe sözde ‘yüksek enflasyon’ olmuştu.

Yazının Devamı

İsrail ile ticari ilişkilerimizi keselim ambargoyu dünyaya yayalım

Siyonist İsrail 40 günü aşkın bir süredir soykırıma devam ediyor. Dünya İsrail’in sınırsız vahşetini seyrederken Türkiye İsrail’in saldırılarını durdurması için tüm gücüyle çalışıyor. Öte yandan dünya kamuoyu İsrail’in vahşetine karşı ayağa kalktı, Türkiye’de vatandaşlar İsrail’i destekleyen markalara karşı başarılı bir boykot devam ettiriyor. Protestoların ve boykotun etkisi her geçen gün artıyor, bu da batı hükümetlerini huzursuz ediyor. Tüm bu gelişmeler önemli olmakla birlikte İsrail’in vahşetini durdurmak için yeterli değil. Bölgede Türkiye’nin önderliğinde bir Barış Gücü’nün eksikliği hissediliyor. Türkiye, Lozan Anlaşması’ndan doğan haklarını er geç kullanacaktır. Fakat bunun yanı sıra Türkiye’nin kullanabileceği etkili bir araç daha var; ekonomik ambargo. Ambargo hem Türkiye - İsrail arasındaki ticaretin durdurulması hem de İsrail’le önemli ölçüde ticaret yapan ülkelere yönelik olarak lobi yapılmasını gerektiriyor. Batı Asya/Orta Doğu’da ve dünya ölçeğinde uygulanacak ambargoya Türkiye önderlik edebilir. Dolayısıyla Türkiye yoğun diplomasi trafiğine ambargo konusunu da ekleyerek güçlendirmelidir.

Ambargonun hangi kapsamda olması gerektiğini belirlemek için önce İsrail’in dış ticaret yapısına bakalım. İsrail’in ithalat yaptığı ülkeler sırayla Çin (13,15 milyar dolar), ABD (9,66 milyar dolar), Almanya (7,08 milyar dolar), İsviçre (6,09 milyar dolar), Türkiye ( 5,70 milyar dolar). İsrail’in Türkiye’den ithal ettiği belli başlı ürünler; demir çelik (1,06 milyar dolar), plastik (464,67 milyon dolar), demir-çelik ürünleri (366,12 milyon dolar). İsrail’in ihracat yaptığı ülkeler sırayla şöyle; ABD (18,62 milyar dolar), Çin (4,63 milyar dolar), Hindistan (3,35 milyar dolar), İngiltere (3,12 milyar dolar), İrlanda (2,58 milyar dolar), Hollanda (2,44 milyar dolar), Türkiye (2,34 milyar dolar).

Yazının Devamı

Türkiye Yüzyılı’nı ekonomiyi geliştirerek taçlandıralım

Osmanlı İmparatorluğu hüküm sürdüğü yüzyıllar boyunca sadece politik ve askeri bir güç değil önemli bir ekonomik güç olmuştur. 16. yüzyıldan itibaren dünyada daha ileri üretim modellerinin oluşması ile birlikte Osmanlı duraklama ve gerileme sürecine girdi. 18. yüzyılda yapılan modernleşme girişimleri ‘batıcılaşmaya’ dönüştü ve ekonomiyi geliştirme iddiasıyla emperyalizme büyük ekonomik imtiyazlar sağlandı. Devlet vergisini bile toplayamaz hale geldi ve bu çarpık yapı nihayetinde yüz yılı aşmadan iflasla sonuçlandı. Ekonominin geliştirilmesi için bazı adımlar atılsa da emperyalizmin ekonominin içine nüfuz etmesi ve kendine bağlı bir burjuvazi oluşturması yapılan reformların etkin olmasını engelledi. 1908 Devrimi ile ekonominin millileşmesi için önemli adımlar atıldı. Yabancılara sağlanan imtiyazlar kaldırıldı, milli burjuva oluşturulması için çeşitli adımlar atıldı. Ancak İmparatorluğun dört bir yandan büyük saldırılar altında kalması ve Birinci Dünya Savaşı, sürecin aksamasında etken oldu.

17. Yüzyılda başlayan iki yüz elli yıllık ricat süreci Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile son buldu. Cumhuriyet dönemi Türkiye ekonomisini iki ayrı kategoride değerlendirmekte yarar vardır. Birinci kategori milli, kalkınmacı, planlı karma ekonomi modeli. İkinci kategori neoliberal, ‘serbest’, dışa açık kapitalist modeldir. Birinci kategori esasen milli irade ile oluşturulmuş milli politikalara dayanır. İkinci model ise daha çok IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası kurumların dayattığı veya hazırladığı reçetelere göre yönetilen ekonomi modelidir. Birinci kategoriyi 1930-1939 ve 1961-1974 yılları arasında uygulanan ekonomi politikaları ile incelemekte yarar var. Sözde ‘dışa açılmacı’, ‘küreselleşmeci’ neoliberal uygulamalar ise 1980 sonrasından başlayarak 2000’lerine ilk on yılına kadar devam etti.

Yazının Devamı

İsrail sorununun bölge ve dünya ekonomisine etkisi büyük olacak

Siyonist İsrail devletinin Gazze’de yaptığı soykırım bugün itibarıyla 21. gününe girdi. 3 hafta içinde binlerce çocuk, binlerce kadın, yaşlı ve erkek şehit oldu, on binlerce yaralı var. Gazze büyük bir kuşatma ve saldırı altında, Filistin halkı kararlılıkla zulme karşı direniyor. İsrail’in zulmünü, şiddetini artırması İkinci Dünya Savaşı sonlarına yaklaşılırken Nazilerin çaresizlik ve korkudan şiddeti tırmandırmasına benziyor. Siyonizm ile Nazizm ortak damardan besleniyor, Nazizm varlığını Siyonizm ve emperyalizm himayesinde sürdürüyor. İsrail ordusu Gazze’ye adım atmadan önce tıpkı korkak Nazi ordularının yaptığı gibi yoğun bombardımanla işgali kolaylaştırmaya çalışıyor. Ama kendileri de biliyor ki Gazze yeni bir Stalingrad olabilir. Stalingrad direnişi Nazilerin ilk büyük mağlubiyeti ve İkinci Dünya Savaşı’nın dönüm noktası olmuştu. Naziler ‘yenilmezlik’ iddiasını kaybetmiş, bu direnişten sonra tüm cephelerde yenilmiş ve Berlin’e kadar sürülmüş, yok edilmişti. İsrail benzer bir kaderi paylaşmanın eşiğindedir. Kara operasyonu yapılsa da yapılmasa da Batı Asya asla eskisi gibi olmayacak, emperyalizm ve Siyonizm coğrafyadan kovulacaktır.

Bölgede savaşın yayılmasının Türkiye ve dünya ekonomisine olası etkilerine bakalım. Savaş, salgın, doğal afet gibi olağanüstü gelişmelere karşı portföy yatırımları çok hassastır ve hızla ‘güvenli liman’ olarak nitelendirdikleri yatırım araçlarına yönelirler. Ekonomilerde üretim ve tüketim yavaşlar, küçülme başlar yüksek enflasyon, devalüasyon, karaborsa gibi olgularla karşılaşılır. İsrail sorunu bölgeye ve dünyaya henüz yayılmadı fakat yayılma potansiyeli çok yüksektir.

Yazının Devamı

İslam dünyasının ekonomik birliği sağlanmalıdır

Hamas’ın geçen hafta sonu başlattığı operasyonun ardından İsrail devletinin yaptığı soykırım dünyada büyük tepkiyle karşılaştı. Birleşmiş Milletler'in, batının ve İslam dünyasının bildiğimiz protesto notalarının ötesine gitmeyen açıklamalar yaparak eli kolu bağlı, olan biteni seyretmesi vicdanları yaralıyor. İslam dünyasının zaafları, İsrail ve emperyalizmin Batı Asya’da rahatlıkla at oynatmasının temel nedenlerinden birisidir. İnsanlığın gözü önünde her türlü zulmü uygulayan, açık soykırım suçu işleyen İsrail’in esas gücü emperyalizmin sağladığı destek ve İslam dünyasının parçalanmışlığından geliyor. İslam dünyasını tek çatı altında toplayan tek kuruluş İİT’dir (İslam İşbirliği Teşkilatı). Teşkilat, Mescid-i Aksa’nın saldırıya uğradığı 1969 tarihinde kuruldu.

İİT’nin 57 üyesi bulunuyor ve dünya nüfusunun beşte birini temsil ediyor. İİT’nin üyeleri çoğunlukla Asya ve Afrika kıtalarından oluşuyor. Teşkilatta genç bir nüfus var; 564 milyon erkek 543 milyon kadın işgücü ile önemli bir işgücü potansiyeli taşıyor. İİT’nin SAGP’ye (satın alma gücü paritesi) göre GSYİH toplamı 22,15 trilyon dolardır. SAGP’ye göre Endonezya 4,4 trilyon dolar, Türkiye 3,6 trilyon dolar, Suudi Arabistan 2,3 trilyon dolar ile İİT’nin en büyük üç ekonomisidir. Teşkilat, üç temel ekonomik gruptan oluşuyor; yoksul ülkeler, orta gelirli gelişen ülkeler ve ham madde ihracatçısı ülkeler. Teşkilatın ortalama büyüme oranı yüzde 5,9’dur. Son 5 yılın büyüme oranlarına göre yüzde 10’un üstünde 4 ülke, 33 ülke yüzde 5’in üstünde büyüme göstermiştir. Bu yönüyle İİT ekonomik anlamda büyük bir dinamizm ve ekonomik potansiyeli ifade ediyor. Dünya petrolünün yüzde 65’i, doğalgazın yüzde 51’i İİT’ye üye ülkeler tarafından çıkarılmaktadır. Teşkilat, toplam dünya ticaretinden yüzde 18 oranında pay almaktadır. 2021’de toplam ihracatın yüzde 19,3’ünü, toplam ithalatın yüzde 17,9’unu İİT üyeleri kendi içinde yapmıştır. İİT’nin en çok ihracat yaptığı ülkeler sırayla Çin, Hindistan, ABD, Singapur ve Japonya’dır.

Yazının Devamı