Serhat Latifoğlu

serhatlatifoglu@gmail.com

Son Yazıları

Yüksek faiz enflasyonu körüklüyor

Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 01/12/2021 tarihinde ekonomi ile ilgili önemli açıklamalarda bulunmuştu. Söz konusu açıklamada söylediği ‘faiz sebep enflasyon sonuç’ ifadesi ortodoks/ana akım/neoliberal ekonomistlerin büyük tepkisiyle karşılanmıştı. Neoliberallerin çok arzuladığı politikalar 2,5 yıl önce uygulanmaya başladı. Programın başarısızlığı bir yana yüksek faizlerin ekonomiye olumsuz etkileri tüm çıplaklığıyla bir kez daha tecrübe edildi. 2,5 yıllık süreçte enflasyonu körükleyen etkenlere yüksek faizler de eklendi.

Ortodoks/neoliberal/ana akım ekonomi anlayışına göre yüksek faiz, talep daraltıcı etkisi nedeniyle enflasyonu düşürür. Bu görüş, enflasyonun temel kaynaklarından birinin aşırı talep olduğu varsayımına dayanır. Ayrıca faiz artışının enflasyon beklentilerini düşürerek fiyat istikrarı sağladığı öne sürülür. Avrupa Merkez Bankası’nın yayınladığı bir rapor bize bir kez daha yüksek faizlerin enflasyonu körükleyen etkisini gösteriyor. Rapor, şirket düzeyinde verilerle, Avrupa Birliği’ndeki faiz artışlarının kredi maliyetlerini ve şirketlerin uyguladığı satış fiyatlarını nasıl etkilediğine bakıyor. Çıkan bulgulara göre özellikle rekabetin düşük olduğu sektörlerde (oligopolleşmenin yüksek olduğu sektörler), faiz artışları şirketlerin fiyat yükseltmesiyle sonuçlanıyor; bu da maliyet kanalının enflasyonist olabileceğini gösteriyor. Hem dünya hem de Türkiye piyasalarında oligopolleşme çok yaygın olduğu için kar güdümlü enflasyonun önü açılmış oluyor.

Yazının Devamı

Emekli maaşları artırılmalıdır

Günümüzde emekli maaşlarının finansmanına ilişkin tartışmalar, çoğu zaman devletin para yaratma kapasitesini göz ardı eden, hanehalkı mantığıyla devlet bütçesi arasında yanlış bir paralellik kuran neoliberal/ana akım/ortodoks anlayışların etkisi altındadır. Bu nedenle, emekli maaşlarının kaynağına ilişkin yanlış bilgi ve inanışları düzeltmek önemlidir.

Türkiye’de emeklilerin nüfus içindeki payı artarken pastadaki payı düşüyor, emekli aylıkları yüksek enflasyon etkisiyle reel olarak dibe vurdu. 2003’te asgari ücretin yüzde 36 üzerinde olan ortalama emekli aylığı, bugün asgari ücretin yüzde 22 altında bulunuyor. 2002’de ortalama emekli aylığının kişi başına GSYİH’ye oranı yüzde 46,4 iken 2025’te bu oran yüzde 29’a geriledi. AB ülkelerinde ortalama yüzde 9,8 olan emekli aylığı ve hak sahiplerine yapılan ödemelerin GSYİH’ye oranı, Türkiye’de yüzde 3,7 düzeyinde bulunuyor. 2009-2024 arasında Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) yapılan bütçe transferlerinin bütçe ve GSYİH’ye oranı ciddi biçimde düştü.

Yazının Devamı

Devlet borcu değil özel borç krize yol açar

Son haftalarda sosyal medya platformlarında devlet borcu yüksek olan ülkelerin yakın zamanda büyük bir ekonomik kriz yaşayacağına yönelik iddialar arttı. Bazı ana akım ekonomistler bu söylemlere destek veren açıklamalar yaptı. En dikkat çekici olanı ünlü borsacı ve fon yöneticisi Ray Dalio tarafından yapılan açıklamalar oldu.

Devlet borcu krizleri hakkındaki ana akım ekolün görüşü, devletlerin borçlanmasının özel sektör yatırımlarını dışlayacağı, faiz oranlarını yükselteceği ve eninde sonunda temerrüt riskini artıracağı yönündedir. Ancak ulusal para birimiyle borçlanan ülkeler için bu iddia geçerli değildir. Ana akım/neoliberal/ortodoks ekol, devletin para yaratma kapasitesini göz ardı eder ve özel sektörün davranışını bütünüyle rasyonel varsayarak gerçekçi olmayan modellere dayanır. Ayrıca devlet borcunun mutlak büyüklüğüne odaklanırken, borcun makroekonomik işlevini ve reel kapasiteyle ilişkisini değerlendirmez.

Yazının Devamı

Para arzı artışı enflasyonist değildir

TCMB’nin geçen hafta içinde açıkladığı 2025 yılı dördüncü enflasyon raporu sonrası “Para Arzı ile Enflasyon İlişkisi” konusu kamuoyunda daha çok tartışılır hale geldi. Benzer şekilde sosyal medyada çok sayıda ana akım neoliberal ekonomistin dünya para arzının rekor seviyeye ulaştığı ve sözde ‘felaketin kapıda olduğu’ iddiaları yaygın şekilde paylaşıldı. Para arzı ile enflasyon arasındaki ilişki Milton Friedman’ın parasalcı (monetarist) çerçevesine dayandırılarak açıklanmaktadır. Özellikle M2 para arzı büyümesini enflasyon ve büyüme oranlarının toplamıyla karşılaştırarak enflasyon dinamikleri açıklanmaya çalışılmaktadır. Ancak bu yaklaşım, bugün modern makroekonomik tartışmalarda oldukça sınırlı, tek yönlü ve yetersizdir. Özellikle son 20–25 yılda hem gelişmiş hem de gelişen ülkelerin deneyimleri, tek başına para arzı artışının enflasyonu belirlemediğini, hatta çoğu durumda para arzı göstergelerinin geriden gelen ve zayıf ilişkili değişkenler olduğunu ortaya koymuştur.

Neoliberal parasalcı ekonomist Milton Friedman’ın ünlü formülasyonu şudur; “Enflasyon her zaman ve her yerde parasal bir olgudur”. Ancak modern ekonomi literatürü, enflasyonun yalnızca parasal nedenlere indirgenemeyeceğini göstermektedir. Özellikle 2008 Küresel Krizinden sonra: ABD, AB ve Japonya gibi ekonomilerde para arzı muazzam ölçüde artmış, ancak enflasyon uzun yıllar düşük seviyelerde kalmıştır. 2008–2020 arasında ABD'de M2 para arzı 3 kat artmıştır, ancak enflasyon bu dönemin büyük kısmında yüzde 2’nin altında seyretmiştir. Bu olgu, para arzının enflasyonun tek belirleyicisi olmadığı gerçeğini açıkça ortaya koyar. Dolayısıyla ana akım neoliberal ekonomistlerin M2 büyümesi > enflasyon + büyüme şeklindeki formülü, gerçek dünyada ekonomik ilişkileri izah etmek için yetersizdir. Ekonominin dinamikleri, çok değişkenlidir; tek bir eşitlik üzerinden açıklanamaz.

Yazının Devamı

Nadir elementler için stratejik plan

21.yüzyılın stratejik rekabet ortamında nadir toprak elementleri, enerji dönüşümü, savunma sanayii, yarı iletkenler, elektrikli araçlar, rüzgâr türbinleri ve ileri elektronik sistemlerinin temel girdileri hâline gelmiştir. Küresel güç mücadelesi artık yalnızca askerî kapasite ile değil, tedarik zinciri egemenliği ve teknoloji ekosistemlerine hâkimiyet üzerinden şekillenmektedir. Bu çerçevede, Türkiye’nin Eskişehir Beylikova başta olmak üzere sahip olduğu nadir metal rezervleri, yalnızca bir doğal kaynak değil, jeostratejik bir kaldıraç niteliği taşımaktadır. Ancak modern madencilik uygulamaları göstermektedir ki rezerv sahibi olmak tek başına stratejik üstünlük için yeterli değildir. Kritik olan, rezervi değer zincirinin en üst katmanına taşımak; yani sadece cevher değil, oksit, metal, alaşım, mıknatıs, parça ve nihai sistem üretebilmektir. Bu makalede Türkiye’nin nadir toprak elementleri alanında güçlü bir ekonomik ve teknolojik merkez hâline gelmesi için atması gereken adımlar analiz edilmektedir.

Nadir toprak elementlerinde küresel değer zinciri maden çıkarma ile değil, işleme ve ileri teknoloji ürünleri ile şekillenmektedir.

Yazının Devamı

Neoliberal paradigmanın çöküşü

Son kırk yılda, dünya ekonomisinin hâkim ideolojisi neoliberal ekonomi paradigmasıydı. Serbest piyasanın kendi kendine denge sağlayacağı, devletin rolünün asgari düzeyde kalması gerektiği ve bireysel çıkarın toplumsal refahla örtüştüğü varsayımları, küresel ekonomi politikalarının temel direklerini oluşturdu. Ancak 21. yüzyılda arka arkaya gelen büyük krizler – 2008 küresel finans çöküşü, Kovid-19 salgını ve 2020’lerin yüksek enflasyon dönemi – bu doktrinin temel varsayımlarının hatalı olduğunu bir kez daha ortaya koydu.

Neoliberal doktrine göre enflasyonun temel nedeni aşırı talep ve genişleyici para politikalarıdır. Milton Friedman’ın parasalcı yaklaşımına göre “enflasyon her zaman ve her yerde parasal bir olgudur”. Bu teori, merkez bankalarının bağımsızlığı ve sıkı para politikalarının fiyat istikrarı için yeterli olduğu varsayımına dayanır.

Yazının Devamı

Neoliberallerin deney tahtası Arjantin

Arjantin uzun yıllardır sadece bir ekonomik krizle değil, yapısal bir kalkınma tuzağıyla karşı karşıya. Kronik enflasyon, devalüasyon, dış borç bağımlılığı, sanayi üretiminin çöküşü, gelir dağılımındaki eşitsizlik … Bu tablo, neoliberal reçetelerle on yıllardır iyileştirilmeye çalışıldı ama sonuç hep aynı oldu: Kısa vadeli makro istikrarın ardından daha derin bir yoksulluk döngüsü. Javier Milei’nin 2023 sonunda iktidara gelişi, bu döngünün yeni bir evresini başlattı. Devleti küçültme, piyasayı ‘serbest’ bırakma, para arzını daraltma eksenindeki şok terapisi, aslında 1980’lerden beri Latin Amerika’ya IMF ve Washington Konsensüsü aracılığıyla dayatılan reçetelerin güncellenmiş bir versiyonudur.

‘Şok terapisinin’ temelleri tam bağımsızlık çabası içinde olan Latin Amerika ülkelerine yönelik olarak Chicago Ekolü’nün hazırladığı reçeteye dayanır. Sözde “reçete” 1970’lerden itibaren Şili ve Arjantin başta olmak üzere tüm gelişen ülkelere dayatılmıştı. ‘Şok terapisi’ adı altında dayatılan ekonomi politikaları ekonominin üretken kapasitesini büyütmek yerine toplumsal dokuyu zayıflatır, Batı’ya bağımlılığı derinleştirir ve ekonomik sorunları kalıcı hale getirir. Önceki hafta ABD Hazine Bakanı Scott Bessent’in açıkladığı 20 milyar dolarlık swap anlaşmasına ek olarak 20 milyar dolarlık destek bile bu yapısal çöküşü durduramayacaktır. Çünkü sorun likidite değil, iktisadi egemenlik ve kalkınma kapasitesi sorunudur. Unutmayalım ki dünyada IMF’ye en borçlu ülke Arjantin’dir. IMF tarihinin en büyük borç paketi Arjantin’e verilmişti. Arjantin IMF’nin verdiği toplam kredilerin üçte birini kullanmış bulunuyor.

Yazının Devamı

TRÇ ittifakının ekonomik dinamikleri

MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli, geçen ay içinde yaptığı açıklamada ABD-İsrail şer koalisyonuna karşı en uygun seçeneğin TRÇ ittifakı (Türkiye, Rusya, Çin ittifakı) olduğunu belirtti. Söz konusu açıklamayı bazı çevreler, Trump ziyareti öncesi yapılan taktik açıklama olarak değerlendirmişti. Ancak ilerleyen günlerde Sayın Bahçeli, Türkgün gazetesi ile yaptığı mülakatta önerisini ayrıntılı bir şekilde tarif ederek bunun stratejik olduğunu netleştirdi. Bu yazıda muhtemel TRÇ ittifakının bazı temel ekonomik göstergelerde sağlayacağı etkilere özet olarak göz atalım.

2024 itibarıyla üç ülkenin SAGP’ye (satın alma gücü paritesine) göre GSYİH büyüklükleri şöyledir (IMF, Dünya Bankası verileri):

Yazının Devamı

Barınma krizinde vergilemenin önemi

Son yıllarda Türkiye’de barınma krizi, ekonomik gündemin en yakıcı başlıklarından biri hâline geldi. Özellikle büyükşehirlerde konut fiyatlarının ve kiraların astronomik şekilde artması, vatandaşı doğrudan etkileyen sosyal bir soruna dönüşmüştür. ‘Barınma hakkı’ yalnızca fiziksel bir mekâna sahip olmak değil, aynı zamanda toplumsal refah ve ekonomik istikrarın da temel unsurlarından biridir. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de yaşanan barınma krizinin arka planında birbiriyle ilişkili çok sayıda etken bulunuyor. Konut imalatının yavaşlaması, konut piyasasında emsal değerlerin gerçek değerlerin çok altında kalması, vergilendirmenin yetersizliği ve manipülatif yatırımların önünü açan politikalar önde gelen etkenlerden bazıları arasında sayılabilir.

Türkiye’de son on yılda kiracı nüfusunun oranı belirgin şekilde artmıştır. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 2014 yılında toplam hanehalklarının yaklaşık yüzde 23’ü kiracı iken, 2024 itibarıyla bu oran yüzde 30’un üzerine çıkmıştır. Özellikle büyükşehirlerde, genç nüfus ve yeni kurulan haneler için konut artık erişilebilir olmaktan çıkmıştır. Bu eğilim, yalnızca vatandaşın alım gücündeki erime değil, aynı zamanda konutun ‘yatırım aracı’ hâline gelmesiyle de bağlantılıdır. Arsa ve konut piyasasında yaşanan manipülasyon, barınmanın bir temel hak olmaktan ziyade sermaye birikim aracına dönüşmesine yol açmıştır. Uygulanan yüksek faiz politikası ve TOKİ, KİPTAŞ gibi kamu kurumlarının ucuz konut yerine pahalı ve lüks konut imalatı yapması sorunları derinleştirmiştir. Böylece orta sınıfın konuta erişimi zorlaşmış, toplumun geniş kesimleri kiracılığa mahkûm olmuştur.

Yazının Devamı

ŞİÖ öncülüğünde yeni ekonomik düzen kuruluyor

Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), Çin’in Tianjin kentinde düzenlenen zirvede ‘Tianjin Deklarasyonu’nu kabul etti. Bildirgede, ABD ve İsrail’in İran’a yönelik saldırıları ile Gazze’deki insani felaket kınandı. Örgüt ayrıca kalkınma stratejisi, ŞİÖ Kalkınma Bankası ve enerji işbirliği yol haritası gibi kararlar aldı. Söz konusu bildiri bir manifesto niteliğindedir. Bildirinin üçüncü maddesi ekonomi ile ilgili başlıkları kapsıyor. ŞİÖ kurulduğundan beri Batı’nın dünya ekonomisine verdiği büyük zararların düzeltilmesine yönelik adımlar atıyor. Bildiride ifade edilen yeni adımlarla birlikte çok kutuplu dünyanın yeni kurumlarının oluşturulduğu görülüyor. Amaç dünyayı Batı’nın, IMF ve Dünya Bankası’nın boyunduruğundan kurtarmak, dolarizasyona son vermek, üretime ve adil ticarete dayalı yeni bir ekonomik düzen inşa etmektir. Şimdi üçüncü maddede dikkat çeken temel başlıklara yakından bakalım.

Yayınlanan bildirgede "Büyük Avrasya Ortaklığı" kurma girişimine vurgu yapıldı. Avrasya Ekonomik Birliği, ASEAN ve diğer ekonomik birlikler, çok taraflı mekanizmalar arasında diyaloğun önemine işaret edildi. Böylece örgüt özel ekonomik birliklerde karşılıklı ticaret yapılmasını teşvik ediyor. Bu da gelişen ülkelerin Batı pazarlarına bağımlılığını azaltması açısından büyük önem taşıyor. Örgüt küresel ekonomik yönetişim sisteminin daha da iyileştirilmesini ve reformunu destekliyor, uluslararası alanda kabul görmüş ilke ve kurallara dayalı açık, şeffaf, adil, kapsayıcı ve ayrımcı olmayan çok taraflı bir ticaret sistemini destekliyor.

Yazının Devamı

KKM bitti,

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Kur Korumalı Mevduat (KKM) hesaplarında 23 Ağustos'tan itibaren yenileme ve açılış işlemlerinin yapılmayacağını duyurdu. KKM uygulaması, döviz kurlarındaki oynaklığı engellemek amacıyla 2021 Aralık ayında devreye alınmıştı. KKM’nin toplam bakiyesi 2023 Ağustos'ta 140 milyar doların üzerine çıkarak zirve yapmıştı. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, KKM uygulamasının sona ermesine ilişkin, “Önemli bir koşullu yükümlülük olan KKM'nin sonlanmasıyla finansal istikrar daha da güçlenecek.” ifadesini kullandı. Bu açıklamalar kamuoyunda KKM tartışmalarını yeniden alevlendirdi. Öncelikle bu uygulamanın ne olduğuna sonra da ekonomiye olumlu ve olumsuz etkilerine bakalım.

20 Aralık 2021 tarihine kadar yaklaşık olarak dört ay boyunca manipüle edilen döviz fiyatları KKM uygulaması başladıktan sonra çok sert bir düşüşle gerilemişti. KKM’nin ilan edilmesi bile manipülatörleri korkutmuş ve panik satışları tetiklemişti. Bazı yabancı manipülatörlerin, mandacı ekonomistlerin ve muhalefetin körüklediği bu manipülasyon sürecinde kara propagandanın etkisinde kalan küçük yatırımcılar ne yazık ki zarar görmüştü. KKM’nin uygulanmasının iki temel nedeni vardı. Birincisi aylar süren döviz manipülasyonunun önünü kesmekti. Diğeri ise Türkiye’de enflasyonda dövizin geçişkenliği yani dövizin enflasyonun yükselmesinde temel etkenlerden birisi olması ve bunu engelleme iradesiydi. Dövizde yaşanan her birim yükselişin enflasyona etkisinin en az 1 ila 1,5 yıl arasında sürdüğü tahmin ediliyor. Bu veri hem TCMB’nin hem de çeşitli akademisyenlerin çalışmalarına dayanıyor. Uzun süreden beri TL’de yaşanan değer kaybının ardından sermaye hareketlerinin sınırlandırılması (yani bir anlamda dövizin yasaklanmasını) tercih etmeyen hükümet ara formül olarak KKM’yi uygulamaya başladı. Hükûmet bu hamlesi döviz manipülatörlerine büyük bir darbe vurdu.

Yazının Devamı

Trump BRICS’i umutsuzca kuşatmaya çalışıyor

ABD Başkanı Donald Trump göreve geldiğinden beri uyguladığı gümrük tarifeleri ve iddialı söylemleriyle gündemden düşmüyor. ABD’nin devasa bütçe açığı ve yabancı sermayenin ABD’ye borç vermekte eskisi kadar hevesli olmaması Trump’ı gümrük tarifelerinden tahsilat yapmaya yönlendirdi. Trump öncelikle dış ticaret açığı verdiği ülkelere yöneldi. Ardından BRICS ülkelerine yönelik bir strateji izlemeye başladı. Amaç BRICS’te olmanın ‘bir maliyeti’ olduğunu göstermek ve boyun eğdirmek.

BRICS şu anda, küresel ticaretin yüzde 40'ını kontrol eden, küresel GSYİH’nin yüzde 46'sını üreten stratejik bir ittifak olarak kuralları yeniden yazıyor. BRICS önemli bir küresel güç odağı ve gelişen ülkeler için zenginlik kaynağı olma yolunda ilerliyor. Batılı ülkeler durgunluk risklerini, enerji krizini tartışırken, BRICS üyeleri geleneksel Batı kontrolünü tamamen aşan maden koridorları, dijital ticaret ağları ve yeni bir finansal sistem inşa ediyor. BRICS’e katılan yeni üyeler küresel ekonomik güçle ilgili dengeleri önemli oranda değiştirdi. Yeni katılım sağlayan Mısır, Etiyopya, İran, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Endonezya’nın üyeliği tesadüfi değildi. Her yeni üye BRICS’e ekonomik silah sağlayan belirli stratejik yetenekler getiriyor.

Yazının Devamı

Gıda güvenliğimiz bir avuç çeteye teslim edilemez

İstanbul Ticaret Odası (İTO)'nın Temmuz 2025 perakende fiyat verilerine göre, İstanbul'da zam şampiyonu yüzde 29,49'luk artışla kiraz oldu. Kiraz pazarlarda ve marketlerde 500-700 TL arası fiyatlarla tüketiciye satıldı. Yüksek fiyatlara kuraklık ve buna bağlı rekolte düşüşünün neden olduğu açıklansa dahi vatandaş haklı olarak büyük tepki gösterdi. Kirazın fahiş fiyatlara ulaşması sonrasında marketlerde ve pazarlarda satılan gıdanın fahiş fiyatlaması konusu ana akım medyada tartışılmaya başladı. Gıda ve tarım konusunda yayınlar yapan akademik dergi ‘Nature Food’un bir araştırmasına göre Türkiye besin grupları bazında dünyada kendi kendine yeten ilk on ülke arasında yer alıyor. Peki, neden Türkiye pahalı gıda tüketiyor?

Türkiye’de son dört yılda yaşanan yüksek enflasyon ortamında gıda fiyatları dünya çapında rekor fiyat seviyelerine ulaştı. Trading Economics’e göre Temmuz 2025 itibarıyla yüzde 27,95 gıda enflasyonu ile Türkiye dünyada ikinci sırada bulunuyor (savaşta bulunan Filistin ve ambargo altında bulunan İran hariç). Türkiye’nin önünde Zimbabwe (yüzde 121) yer alıyor. Bu veriye göre Türkiye OECD ülkeleri içinde en yüksek gıda enflasyonuna sahiptir. Gıdada kendi kendine yetiyor olmasına rağmen yaşanan fahiş gıda fiyatların tek açıklaması gıda piyasasının etkin çalışmamasıdır. Etkin çalışmayan gıda piyasasında en önemli sorun üretici ile tüketici arasında bulunan satış ve dağıtımda etkin olan bir avuç şirket ve marketin varlığıdır. Bu şirket ve marketlerin farklı gıda kalemlerinde sık sık manipülasyon yaptığı bilinen bir gerçektir. Konu ile ilgili Rekabet Kurumu’nun 30 Mart 2023 yılında yayınladığı ‘Türkiye Hızlı Tüketim Malları Perakendeciliği Sektör İncelemesi Nihai Raporu’nda büyük market zincirlerinin tüketim malları perakendeciliğinde nasıl oligopolleştiği ve fiyatları manipüle ettiğine dair tespitler var. Gerek Rekabet Kurumunun gerekse Ticaret Bakanlığının fiyat manipülasyonu yapan yüzlerce şirkete kestiği cezalar biliniyor. Ancak tüm bu tespit ve cezalara rağmen fahiş fiyatlamalar devam ediyor.

Yazının Devamı

Yeni ekonomi doktrini şart

Türkiye büyük bir ateş çemberi içinde bulunuyor. Ukrayna-Rusya savaşı, dönem dönem patlayan İran-İsrail savaşı, Yunanistan’ın saldırgan tutumu ve çılgınca silahlanması, Batı’nın bitmek bilmeyen komplo ve oyunları gibi gelişmeler Türkiye’nin savunma sanayisini güçlendirilmesinin ve millileştirmesinin önemini artırıyor. ‘Millî Güvenlik Doktrini’ sadece savunma sanayisi ile sınırlı değildir. Enerji, gıda güvenliği, siber güvenlik gibi başlıklar da doktrinin kapsamındadır. Bu başlıklar ‘ekonomik güvenliğin’ gerekliliğini açıkça ortaya koyuyor. Ekonomi politikaları ve millî güvenlik, bir ülkenin ekonomik gücü ve istikrarı güvenliği için kritik öneme sahip olduğundan, birbiriyle derinden bağlantılıdır. Güçlü devletler, ekonomik şoklara karşı dayanıklılığı sağlamak, kritik altyapıyı ve jeopolitik gücünü korumak için güvenlik hususlarını göz önünde bulundurarak ekonomi politikalarını tasarlar. Ekonomi politikalarının güvenliğe bağlı olduğu temel noktalara kısaca göz atalım.

Devletler bütçelerinin önemli bir kısmını savunmaya ayırarak maliye politikasını etkiler. Savunma sanayisine (örneğin havacılık ve uzay, siber güvenlik, silah üretimi) yapılan yatırımlar, askeri hazırlığı sağlarken ekonomiyi de canlandırır. 800 milyar dolar ile dünyanın en büyük savunma bütçesine sahip olan ABD’nin savunma bütçesinin ARGE ve teknolojik gelişmeye olan katkısı büyüktür. ABD, 1945’ten beri dünyanın en büyük savunma bütçesine sahiptir. ABD ekonomisinin gelişmiş ülkeler içinde en güçlü büyüme performansı göstermesinde ve teknolojik üstünlüğü sağlamasında hiç şüphesiz savunmaya ayrılan kaynakların büyük katkısı vardır.

Yazının Devamı

ABD dolarının önlenemeyen düşüşü

ABD doları 2025 yılının ilk yarısında son elli yılın en büyük düşüşünü yaşadı. Dolarda hiç alışık olmadığımız sert dalgalanmalar görülüyor. Yaşanan satışlarla birlikte ABD doları uzun vadeli düşüş trendine girdi. Bu süreci tetikleyen en önemli nedenlerden birisi ABD varlıklarına (özellikle de tahvillere) yatırım yapan yabancı yatırımcıların büyük oranda satış yapmaya başlamasıdır. Diğer bir etken ise merkez bankalarının ABD doları satıp yerine altın almalarıdır. Yani ABD doları için sık sık telaffuz edilen ‘güvenli liman, yatırımcı güveni’ gibi iddialar ciddi oranda erozyona uğramış bulunuyor. Geçen ay içinde yaşanan İran-İsrail çatışması sürecinde yatırımcılar dolar yerine altın ve diğer yatırım araçlarını tercih ettiler.

Trump’ın uyguladığı gümrük tarifelerinin bazılarında geri adım atıldı. Ancak bu geri adım ABD dolarında satışları durduramadı. Neoliberallerin çok önem verdiği ABD Merkez Bankası FED’in bağımsızlığına dair endişeler başka bir ‘risk unsuru’ haline geldi. Trump’ın zaman zaman FED Başkanı’nın değişmesi ve faizleri indirmesi konusunda yaptığı açıklamalar ABD’ye yatırım yapan kurumsal yatırımcıları endişelendiriyor. Son olarak ‘Big Bill’ olarak adlandırılan yeni vergi teşvik paketi doları baskı altına aldı. Trump’ın 2017’de uyguladığı vergi paketine ek olarak getirilen düzenlemelerle ABD’nin borçlarına en az 3,3 trilyon dolar daha eklenecek. Yeni vergi paketinde sağlık ve sosyal güvenlik harcamalarında kesinti yapılırken savunma bütçesinde artışa gidilecek. ABD’nin toplam borcu 37 trilyon dolar ve borç/GSYİH oranı yüzde 124’ü aşarak rekor kırmış bulunuyor. İkinci Dünya Savaşı’nda borç GSYİH oranı sadece yüzde 112,7 idi.

Yazının Devamı

Savaşların maliyeti ABD’yi ve İsrail’i zorluyor

Soykırımcı İsrail’in saldırılarıyla başlayan İran-İsrail çatışması bu hafta içinde ateşkesle sonuçlandı. Her savaşta olduğu gibi yaşanan insan kaybı savaşın acı bilançosuydu. Ancak işin bir de maddi boyutu var. Yüksek teknoloji ürünü silahların kullanıldığı 12 günlük savaşta İsrail ve ABD büyük bir fatura ödedi.

Amerikan savunma uzmanlarına göre İsrail’in Gazze’ye ve İran’a yaptığı saldırılarda günlük 725 milyon dolardan toplam 1,45 milyar dolar maliyeti oldu. Sadece füze savunması ve hava operasyonları için günde yüzlerce milyon dolar harcandı. Her müdahale masrafına kalem kalem bakarsak; Demir Kubbe 30 bin dolar, Davut Sapanı 700 bin dolar–1 milyon dolar, Arrow sistemlerinin atış başına 4 milyon dolara kadar maliyeti var. İran genellikle saldırı başına onlarca ila yüzlerce milyon harcarken, İsrail savunma için yüz milyonlarca ila milyarlarca dolar harcıyor. Örneğin, savunma uzmanları İran'ın füze/insansız hava aracı saldırısının maliyetinin yalnızca 80–100 milyon dolar olduğunu tahmin ediyor. Oysa İsrail ve müttefikleri müdahale için yaklaşık 1 milyar dolar harcadı. iran’ın maliyetleri operasyon başına 200 milyon doların altında. Maliyetler İsrail'in savunma bütçesini ve ulusal rezervlerini zorluyor. Bu arada İran, İsrail'i pahalı savunma döngülerine zorlarken maliyeti düşük saldırı teknolojileriyle sınırlı kaynaklarını koruyor. İran’ın yaptığı operasyonların İsrail topraklarında yaptığı yıkımın günlük en az 350 milyon dolar olduğu tahmin ediliyor. Tüm bu verileri topladığımız zaman 12 günlük savaşın İsrail’e maliyetinin 20-25 milyar dolar arasında olduğu anlaşılıyor.

Yazının Devamı