Yandex
16 Şubat 2025 Pazar
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

50. yıl iznimin bir bölümü

Şule Perinçek

Şule Perinçek

Gazete Yazarı

A+ A-

Ne zormuş Aydınlık gazetemizden ve okuyucularından ayrı kalmak.

Sanki aylar oldu gibi.

İki hafta olmuş.

Ama burası Aydınlık gazetesi.

Burası Türkiye.

Burası Asya.

Öyle yoğun yaşanıyor ki…

Mutlaka yazmak lazım…

Doğruya doğru… eğriye eğri…

Aman eğri doğru sanılmasın… doğru eğri sanılmasın…

Gerçekleri bilmeli.

50. yıl iznimin bir bölümü - Resim : 1

ELİNİZ DURMAZ

İşte o sorumlulukla 51 yıl olacak bu yıl, yazıyorum… haber yapıyorum… aman şunu da kaçırmayayım… aman şuna dikkat çekeyim… bilir misiniz ki hiç aksatmadım… günlükse günlük… haftalıksa haftalık… aylıksa aylık…

Kar-kış-bora-tatil-izin-yurt içi-yurt dışı yok!

Hiç izin kullanmadık.

Siz dursanız eliniz durmaz.

En resmi görüşmelerde ya da eğlenceli yemeklerde bile eliniz durmaz… masanın altından hemen not tutarsınız.

Tam kahkahaların arasında durup bana dönüldüğünü ve uyarıldığımı anımsıyorum, “bak sakın bunu yazma ama…”

Ya da önemli bir yurtdışı heyetler arası görüşmede masanın altında ne yaptığım dikkat çekince hemen kendime geldiğim…

Öyle bas düğmeye yolla dönemi de değil.

Eskiden kalmayız ya…

Elle yazarsın, fakslarsın.

Tatil yeri, müessese sahibinin çok masraf oluyor bakışlarının altında ezilerek sayfa sayfa gönderirsin. Hatta iki de bir kesilir yarım kalır… hadi bir daha… geldi mi telefonları…

Ter içinde kalırsın.

GAZİNODA TAHTA MASADA

Zaten müsvedde kağıt bulmanın bile zor olduğu yerler.

Gazinoda tahta oluklu masada yazıyorsun.

Rüzgardan uçmasın diye bir elin yazdığın bir elin öteki kağıt tomarında…

Bilgisayarlar geldi değişti mi…

Bir kere F-klavye kullanıyoruz… yanımda çeke çeke ağır bilgisayarı o olmadı klavyeyi dünyanın öteki ucuna bile taşıdım… anılarının izleri hâlâ belimde-boynumda.

Ameliyat olursun, sağlık sisteminde gördüklerini yazmasan olur mu…

Kaç kez doktorları güldürmüşlüğüm vardır.

İlk başlarda “ne zaman taburcu olacağım” diye soracağıma “ne zaman tahliye olacağım” diye sorduğumda… ya da 20 dikişle yatarken “işe yarın başlarsın artık” diye benimle dalga geçtiklerinde inanıp hemen yataktan fırladığımda…

YAZ BIRAK OLMAZ ÇARE DE BULACAKSIN

Dağın tepesine çıkarsın o insanının derdini aktarmak için.

Yaz bırak, olur mu!

Ağlat, geç karşısına seyret, olur mu!

Derdine çare bulmalısın.

Çözüm için kafa patlatmalısın.

İki satır da olsa sonuna onu da eklemelisin.

Hangi sözcüğü nasıl seçeceksin ki kırılmasın, üzülmesin, iyice anlasın..

O senin okuyucun, seyircin değil… senin vatandaşın… senin insanın … görev başındasın.

Şairin dediği gibi göğsünün sol yanında bir şeyler kıpırdamadan yazarsan o iyi haber olmaz. Köşe yazısı hiç olmaz.

Kıpırdayınca da yazmadan olmaz.

İşte hiç ayrılamadık.

İki hafta ne yaptın o zaman diyeceksiniz.

Köşede “bu hafta yazamadı” demek için her seferinde komik bir şeyler yazmışız, yazıişleriyle kendimizi bir türlü düzgün ifade edemedik. Ne zor “yazıymış”meğer! Gündem toplantısında eleştiri konusu oldu, yani, o kadar diyeyim!

Evet, lafı dolandırıp duruyorum.

Ev taşıdık da ondan yazamadım demek çok ikna edici olmayabilir.

Ama gerçek bu.

Kentsel dönüşüm.

Mecburi.

AZ PARAYLA AZ VAKİTTE

Otuz yılı aşkındır bu evde oturuyoruz.

Otuz bin kitapla ve de az parayla ve az vakitli taşınmak çok da kolay değil.

Kitapların bir düzeni ve sırası var. O bozulmamalı. Ona göre paketlenmeli. Salonun S’si, birinci kütüphanenin 1’i, yukarıdan aşağı rafın a’sı… paketlerin hepsinin üzerine yazıldı.

Üç çocuğumuz da okur-yazar diyeyim… kısaca… torunlar da arkadan öyle geliyor. Herkesin alanı ayrı…ona göre bir bileşim. Tam bir kent kütüphanesi oluştu. İngilizce, Almanca, Fransızca, Rusça, Çince… de konuşulan ve okunan bir ev.

Bir de her çekmeceyi açışımda aklıma gelen bana bir arkadaşımın söyledikleri:

-İkinci Dünya Savaşından kalan kadınlar gibisin…

Demişti, yıllarca önce yine bir ev taşırken. Üstelik de o zaman daha çok yeniydik. 50 yıl oldu evliyiz ve yerleşik bir aileyiz.

Hep yedekli… hep az giderli… hep yeniden kullanımlı… hep ev yapımı…

Artık uzun süre bütün kağıtları temizlenmiş şişeler, kavanozlar, reçeller, turşular, dondurulmuş gıdalar, bamya konserveleri vb. görmek istemiyorum.

Diyorum ama inanmayın.

Onlar benim elim ayaklarım… ha deyince çarşı pazara vakit olmuyor, konuk nasıl ağırlayacağız… öyle değil mi…

KARSLI AKRABALAR

Taşıyan ustalarla bir de akraba çıkmaz mıyız… soyadları Zaloğlu, benim bir yazımı okumuş damatları… derken a..aa. Kafkasya’dan gelen altı kardeşten birinin torunlarıymışız meğer… Aman ne keyif… “hala şöyle mi” “hala böyle mi yapalım” diyen yeni yeğenlerle artık taşınamayacak hale gelmiş, yere devirdiğimiz dolabın üstünde kahvaltı yapmak beni biraz sakinleştirdi.

Onlar Kars’a yerleşmişler. Buzlukta bir kazım vardı “ihtiyaç hali” için… Kazlı pilav pişireyim dedim, benden tencere tavayı kaçırdılar, sarıp paketlemişler, sonunda yapamadım ama sözüm var.

YA SAN FRANCISCO KÖPRÜSÜNE BENZERSEK

Elbette bu arada ne televizyon, ne haber… gündemden de koptuk.

Bazen yazı yazarken sabah erken televizyonu da sesini kısıp açıyorum ki yeni bir gelişme olursa yazıya dahil edeyim diye… Türkiye böyle, Asya böyle… hareketli, değişime açık… ne olur ne olmaz. O nedenle de cesaret edemedim, kaşla göz arasında yazmaya. Yoksa sabah dörtte hep ayaktaydım. Ne olacak bu evin hali diye.

Şimdi de San Francisco köprüsüne benzer miyiz korkusu sardı beni.

Amerika’ya ilk gittiğimde anlatmışlardı. O zamanlar dünyanın en uzun asma köprüsüydü. Şimdi 19’uncu olmuş… Neyse şimdi bir dünya ekonomisine ve siyasetine girmeyelim. Boyamaya ve bakıma bir yakadan başlıyorlarmış, öteki yakaya gelene kadar yeniden bakım ve boyama zamanı geliyor, yeniden başlıyorlarmış.

Acaba yerleşeceğiz yeniden taşınma zamanı mı gelecek…

Yok bu işin şakası.

Uzun lafın kısası.

30 yıllık evimizi 30 bin kitap, 30 yıllık her türlü anı, erzak ve yeniden kullanıma hazır birikimle taşıdığımız için birikmiş 50’inci yıl iznimin bir bölümünü kullandım.

Aslı budur.

Selam ve saygılarımla…

Aydınlık