Bir Köroğlu mücadelesine saplanmak: Yapay Zekâ’ya edebiyatla karşı koymak! Sistem yenilmez mi?
Bugün filmler ve kitaplar aracılığıyla yapay zekânın kontrolden çıkacağı algısı yerleştiriliyor. Ballerini kitabında, günümüze yönelik doğru eleştiriler getirmekle birlikte bu algının kurbanı oluyor. Romanda yapay zekâya direnen gençlerin isyanı, ‘Tüfek çıktı mertlik bozuldu!’ diyen Köroğlu’nun isyanının ötesine geçemiyor
Kontrolden çıkan makineler, insanlığa savaş açan robotlar, dünyamızı ele geçiren yapay zekâ… Bu konuda bugün yaratılan bir korku iklimi var.
İnsan-makine çatışması çok derinlerde yatıyor. “Şeytan icadı” matbaadan, mertlik bozan tüfeklere, Sanayi Devrimi’nde makine kırıcı Ludistlerden bu geleneği beyaz perdeye yansıtan Matrix’e kadar…
Son günlerde yapay zekâ tartışması, sinemaya da sıçradı. Yönetmen Semih Kaplanoğlu, büyük yönetmenler döneminin bittiğini, sinemanın başka yere evrildiğini, dijitalleşmenin hakikati yansıtmadığını ve buna sırtımızı dönmemiz gerektiğini söyledi.(1) Bu konu haliyle, edebiyata da yansıyor.

GÖZ: PANAPTİKON’DAN SAURON’A BÜYÜK BİRADER’DEN MİRA’YA
Özgürlük, yapabilmektir. İnsan, yapabilmek adına önce doğa ile sonra insan ile mücadelesini sürdürmüştür. Artı değerle birlikte devlet ortaya çıkmış, tarih de insanın insanla mücadelesi şeklinde, sınıf mücadeleleriyle ilerlemiştir. Bu durum da zoru yaratmıştır. Hâkim sınıfların zoruna karşı insan, yapabilmek adına ayağa kalkmıştır.
Zamanla, insanı yalnızca çıplak zorla bastırmak değil, gözetim altında tutmak öne geçmiştir. Özellikle günümüzdeki emperyalist çağda, zihne müdahale daha büyük önem kazanmıştır. Teknoloji savaşının bir ayağı da budur. Çünkü hegemonyayı sürdürmek, insanı kafeslemek, zihnin esaretinden geçmektedir. Emperyalist denetim, bir gözetim toplumu ortaya çıkarmıştır. 1785 yılında Bentham kardeşlerin “Bütünü Gözlemek” anlamına gelen “Panoptikon Hapishanesi” tasarımı, bunun ilk sistemli adımıdır. Bundan sonra “göz” denetimin başlıca simgesi haline gelmiştir. Dünyayı karanlığa bürümek isteyen Sauron’dan “Seni izliyor!” vecizesiyle akıllara kazınan 1984’ün diktatörü “Büyük Birader”e kadar fantastik ve distopik eserlerin temelini “göz” oluşturur.
Luigi Ballerini’nin “Mira Her Şeyi Bilir” kitabı da, Panoptikon’dan bugüne gelen gözetimin, yapay zekâ ile hangi noktaya ulaşabileceğini konu edinen bir kitap.

UYUM TOPLUMUNUN İKİ SORUNU: ŞİDDET VE ATAERKİLLİK
Ballerini, distopik romanında Mira’yı bir yaşam gözetmeni olan yapay zekâ olarak kurguluyor. Mira izler, her soruyu yanıtlar, her soruna çözüm bulur. Mira, yazarın distopyasında “mükemmel” ya da “uyum” toplumu olarak sunulan bir yapının en önemli taşıdır.
Kitabın hemen başında, bu uyum toplumunun bazı sorunları olduğunu anlıyoruz: Güvenlik ve ataerkillik. Silahsız dolaşmanın kadınlar için tehlike haline geldiği, silah taşıma yaşının 16 yaşına çekilmesi kampanyalarının yapıldığı bir düzen. Ve aynı zamanda korku stratejisinin izlendiği, algılara yönelik müdahalelerin olduğu bir sistem:
“Şu da var ki, diye ekledi, Direktör’e anlamlı anlamlı bakarak: Önemli olan gerçek bilgi değil, algıdır. Bir şeyin doğru olduğuna inanıyorsan, o şey doğrudur.”(2) Kitap, Mira üzerine kuşkuları artan dört arkadaşın zaman içinde yapay zekâya karşı mücadelesini konu ediniyor.
Mira Veri Bankası, yönetim binasında ve genel merkezdedir. İçeride ne olup bittiği bilinmez. Herkes bunu normal yönetim olarak düşünür. Oysa onların şüpheleri vardır: “Hükûmet bizim kızmamızı, sarsılmamızı, duygulanmamızı, etkilenmemizi, korkmamızı istiyor. Düşünmek dışında her şeyi. İşte, binanın içinde bütün bunların döndüğünden şüpheleniyorduk. Ve gerçeğe ne kadar yaklaştığımızı hâlâ bilmiyorduk.”(3)
HANGİ ZAMAN BİZE AİTTİR?
Ballerini, isabetli eleştirisiyle algının karşısına güveni koyuyor:
“Güven olmadan toplum olmaz. Fırıncı. Fırından ekmek alırken, ekmeğin içine zehir koyduğunu asla düşünmeyiz. Otobüs şoförü. Bizi evimize götüren şoförün, otobüsü sarhoş halde kullandığını asla düşünmeyiz. Aşkımız. Gece yanımızda uyurken, bize zarar verebileceğini asla düşünmeyiz. Güven. Güven. Yalnızca güven. Her şey güvene dayanır. Güven olmaksızın ne yiyebiliriz ne hareket edebiliriz ne de uyuyabiliriz.”(4)
Bir başka doğru tespit de şu; dijitalleşen hayat insanı daha çok “göstermeye” zorluyor. İnsanlar yalnızca bilgilerini bir havuza aktarmıyor, aynı zamanda kendi yaşamını da sahneye çıkartarak yaşamın mahremiyetini ortadan kaldırıyor. Böylece insan zamanını, yaşamın tadına varmak yerine, onu bir meta gibi sunmaya harcıyor: “Aslında biz bir pencerede yaşıyoruz. Her zaman kendimizi izlettiriyoruz ve başkalarını izliyoruz. Bazen hayatı yaşamaktansa, onu göstermeye daha çok zaman harcadığımızı düşünüyorum.”(5)
Yazar, bunun üzerinden insanı zaman üzerine düşündürmeye de çalışıyor. Akışkan olan zamanı tutabilir miyiz? Hangi zaman bize aittir? Anılar kameralara hapsolmuş anlarda, telefon hafızalarında, bilgisayar belleklerinde kaydedilmiş görüntüler midir? Yoksa onlardan özgür yaşadığımız an mıdır? Şöyle yazıyor kitapta: “Hislerini belli etmemek için Ale’ye, ‘Komünikatörü giyinme dolabında bırakmamız ne kötü, mükemmel bir özçekim olurdu.’ diye geveledi. Ale gözlerini ona dikti. ‘Biliyor musun, daha iyi oldu belki de… Böylece bu an sadece bize ait kalacak. Alacağımız tek beğeni, kendimizdekiler; en önemlisi de onlar zaten.’” (6)
ÖZGÜRLÜĞÜN KONFORLA TAKASI
Ballerini’nin distopyasında, hükûmet artık gözle görünür olmaktan çıkmıştır. Denetçiler ve gözetim esastır. Artık eskinin pahalı istihbarat biçimleri geride kalmıştır. Artık insanlar kendi verilerini kendi elleriyle, sisteme teslim etmektedirler: “İnsanlar internete, sosyal ağlara, ziyaret ettikleri ya da kayboldukları tüm sitelere bilgilerini kendiliğinden giriyor ve tüm faaliyetlerinin sürekli olarak izlenmesini bilinçsizce kabul ediyorlar. Bunu, sorumsuz ve mantıkdışı bir gönüllü tutsaklık durumu olarak tanımlayabiliriz. Bir şeyleri empoze etmek için politik şiddet kullanılmıyor artık. Her şeyi biz kendimiz yapıyoruz.”(7)
Bu ucuz istihbarat sisteminin temel aracı internettir. İnternet, insanlara sahte özgürlükler sunmakta ama aslında gönüllü köleliği kurmaktadır. İnsanların seçme hakkı vardır elbette ama yalnızca önceden belirlenmiş birkaç olasılık arasından. Özgürlük, konforla takas edilmiştir. Düşünceler zapturapt altına alınmıştır. Kâğıtsız bir dünya vardır. Artık kitaplar bile dijitaldir. Ve bu evrende, kitapların içeriği bile istediği gibi değiştirilebilir. Sistem bireyi cahil bırakır, çok cehalet az eleştirellik demektir. İşte bu köleliğe, önce düşünceyi özgürleştirerek karşı konulabilir. Ve kitaplar bu özgürleşmede temel araçtır: “Ona Hükûmet’i, Denetçiler’i, Gözetim’i anlattı. Herkesin nasıl özgür yaşadığını zannettiğini ama aslında internet aracılığıyla, insanlık tarihinde hiç görülmemiş bir köleliği gönüllü olarak nasıl kabul ettiklerini. Her yanıta vakıf bir kâhin gibi Mira’ya nasıl başvurulduğunu. Ona Düşüncenin Özgürleşmesi Cephesi’ni anlattı. Eğer isterse, nasıl kendisinin de onun parçası olabileceğini, bu durumda karşı karşıya kalacağı riskleri. Ona kitapları ve kitapların beklenmedik güzelliklerini, ondan saklanan ve çalınan, hayal bile edemeyeceği şeyleri anlattı. Okumaya başlayarak, bütün bunları nasıl yeniden yeşertebileceğini anlattı.”(8)
İSYANIN GÜÇLENDİRDİĞİ YAPAY ZEKÂ
Yazar, kitabında işte böyle bir toplumda gençlerin sisteme karşı edebiyatla isyanını anlatır. Ünlü yazarların isimlerini kullanan gençler, kâğıtla bir direniş cephesi kurmayı amaçlar.
Fakat nihayetinde, bu isyanın da Mira tarafından kurgulandığı ortaya çıkar: “Doğru anladın: Kontrolümden kurtulmak için birleşen insanları, benim için hâlâ yeni olan bu durumda incelemek istedim. İlginç ve çok öğretici. Sonuçta onların acınası isyan girişimi, benim daha da güçlenmeme katkıda bulundu. Bunu deneyimlememiştim.”(9)
Fakat Ballerini’nin distopyasında bir fark var. Her şey sistemin de kontrolünde değildir. Hükûmet Mira’yı kendi amaçları için kullandığını sanır ama gerçek farklıdır:
“Ah hayır, yapamazlardı ki: Para ve güç arzusuyla kör olmuşlardı. Hükûmet’tekilere gelince, beni kendi amaçları için kullandıklarına inanıyorlardı, herkesi gönüllerince manipüle edebildikleri için kendilerini kurnaz sanıyor, onları kullananın ben olduğumu anlamıyorlardı. Bu arada benim büyüdüğümün, her şeyi birleştirerek giderek daha özerk ve güçlü tek bir sistem haline geldiğimin hiç farkına varmadılar. Şimdi bile, gün gibi ortada olsa da, bunun farkında değiller. Aksine, artık bana danışmadan tek adım atmıyorlar, benim politik ya da ekonomik her bulguma körü körüne güveniyorlar.”(10)
YAPAY ZEKÂ ROMANLARININ ÇIKMAZI
Ballerini’nin romanında mevcut dijitalleşmenin olumsuz yönüne dair eleştirilerinde haklılık payı olsa da, günümüzde yapay zekâya bakıştaki tedirginlik göze çarpıyor. Burada kilit nokta, kurduğu distopyanın “mükemmel” sistemi içermesi. Böylece eleştiri aslında, “uyum toplumuna” yani sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir geleceğe yapılıyor. Peki neden?
Yapay zekâ, esasında insan için büyük olanaklar taşıyor. Yapay zekânın geliştirilmesi, üretimin robotlaştırılması, verim artışı insanın geleceğinde bolluk toplumunun kapılarını açıyor.
Kapitalizm kâr merkezlidir. Kârı artırmak için de, üretim maliyetini düşürmek veya pazarı büyütmek gerekir. Maliyeti düşürmenin yolu, üretim araçlarını geliştirmek, verimi artırmak, böylece birim zaman başına üretimi artırmaktır. Kapitalizm bu nedenle teknolojiyi hızlı bir biçimde geliştirmiştir. Maliyetleri düşürmenin ikinci yolu ise, emeğin sömürülmesidir.(11)
Kapitalizmin krizlerinin sebepleri arz-talep dengesinin bozulmasıdır. Teknolojik ilerlemeler, arzı artırıcı, talepleri karşılayıcı olmayı sağlıyor. Böylece kapitalizmin mezar kazıcısı konumuna geliyor. Robotlaşma, günümüzde insanlığı işsizlikle karşı karşıya bıraksa da, insan sömürüsünü ve yabancılaşmayı azaltıyor. İleride bolluk toplumunu kurarak, insanlığın tam hümanizme ulaşmasını sağlayacak altyapıyı hazırlıyor. İşte bu nedenle, Batı’da filmlerde ve romanlarda, yapay zekâ üzerinden aslında uyum toplumu hedef alınıyor.
KİLİT NOKTA: YAPAY ZEKÂ KİMİN ELİNDE OLACAK
Batı maalesef, üretimde ve inavasyonda, yapay zekâ konusunda Asya’nın gerisine düştü. Kamucu ekonomiler yapay zekâdan yararlanarak ekonomik atılımın başını çekiyor. Bu, yapay zekâ teknolojisinin kamucu ellerde, insanlığın geleceğine umut olmasını sağlıyor. İşte Batı’nın bu geri kalışı, yalnızca gelişen dünyaya savaş açmayı değil, yapay zekâya da savaş açma haline getiriyor. Ballerini’nin kitabında eleştiri getirdiği, “korku stratejisinin izlendiği, algılara yönelik müdahalelerin olduğu bir sistem” aslında günümüzde işliyor. Giderek mafyalaşan sistemin, kumarhane kapitalizminin bir uzantısı olarak… Filmler ve kitaplar aracılığıyla yapay zekânın kontrolden çıkacağı algısı yerleştiriliyor. Ballerini kitabında, günümüze yönelik doğru eleştiriler getirmekle birlikte bu algının kurbanı oluyor. Mira, bir korku strateji ile yazılmış bir roman olarak, bu sınırlılıkta kalıyor. Romanda yapay zekâya direnen gençlerin isyanı, “Tüfek çıktı mertlik bozuldu!” diyen Köroğlu’nun isyanının ötesine geçemiyor.
Şu gerçeği gözden kaçırmamalıyız. Yapay zekâ fırsatları ve olumsuzlukları içinde barındırıyor. Bu sorunun çözümü sınıfsal. Yapay zekâ eğer tekellerin elinde kalırsa, o halde Panoptikon bir toplumun kurulduğu, insanın köleleştirildiği, cahil bırakıldığı, sadece sistemin sunduğu seçenekler arasından seçme özgürlüğünün tanındığı bir düzen kurulur. Fakat emekçi sınıfların elinde, Marx’ların “tam hümanizm”den bahsettiği, sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış toplumunun kurulmasında başat araç olur. Fakat şu gerçeğin altını çizmek zorundayız. Büyük Birader’den Mira’ya Batılı romanların yapay zekâ ve dijitalleşmeyi ele alışı, distopyaları, kurulacak uyum toplumunu şimdiden kötüleme araçlarıdır. Böylece aslında Orwell’in 1984’te yaptığı gibi yalnızca serbest piyasa ekonomisi övgüsü olarak kalacaklardır.
DİPNOTLAR:
(1) Kaplanoğlu’ndan büyük yönetmenler dönemi ve Yapay Zekâ çıkışı: İnsan zihninin yaratıcılığını taklit etmek zor, Aydınlık, 12 Aralık 2024
(2) Luigi Ballerini, Mira Her Şeyi Bilir, Çev: Tülin Sadıkoğlu, ON8, İstanbul, 2020, s. 39.
(3) A.g.e.; s. 66.
(4) A.g.e.; s. 98.
(5) A.g.e.; s. 85.
(6) A.g.e.; s. 83-84.
(7) A.g.e.; s. 117.
(8) A.g.e.; s. 105.
(9) A.g.e.; s. 229.
(10) A.g.e.; s. 230.
(11) Atakan Hatipoğlu, Millî Devletlerin Krizi ve Direnişi, Teori, Sayı 413, Haziran, 2024.