28 Nisan 2024 Pazar
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Dolandırıcılığın hayat bulduğu zemin

Atakan Hatipoğlu

Atakan Hatipoğlu

Gazete Yazarı

A+ A-

Geçen yazımda tüketim toplumu ve kuralsızlık ortamı dolandırılmamız için ortak bir zemin yaratır fakat içimizden bazıları o zemini başkalarını dolandırmak için bir fırsata çevirir demiştim. Bunlar milim milim ilerleyen araç trafiği sırasında emniyet şeridini kullanan ya da aracına çakar takarak kendisine yol açtıran uyanıklara benzerler. Dolandırıcılar aramızdaki ahlaken en zayıf fakat cesaret ve hırs bakımından en gözü dönmüş olanlarımızdır. Bizimle aynı trafiğin sıkıntısını paylaşır fakat bu sorunu aşmak için bizlerden farklı olarak, meşru olmayan yollara yönelirler. Dolandırılanlar olarak bizim yaptığımız ise Çakarlı arabanın geçmesi için önce kenara çekilip, ardından boşalmış koridorda gaza basmaya benzer. Tek fark, koridoru açmış olanın, biraz ileride bizim takılacağımız oltayı suya atmış olmasıdır.

İnsanların bu ağlara takılmasını kolaylaştıran toplumsal faktörler ortadan kaldırılmadıkça sorun devam edecek. Yoksullaşma ve gelir dağılımı adaletsizliği hepimizin para ile olan ilişkisini çarpıtıyor. Parasını bir biçimde katlama, o olmazsa değerini koruma kaygısı bir toplumsal atmosfer halini aldı. Bir taraftan ekonomi bilgisi olmayan milyonlarca yurttaşımız üç kuruş birikimini dolar, altın, hisse senedi vb. olarak tutup, enflasyona ezdirmeme kaygısı içinde yaşarken, diğer taraftan birilerinin borsadan vurgunlar yaptığını, ‘akıllı yatırımlar’ sayesinde yıllarca emek vererek çalışmış insanların rüyalarında göremeyecekleri kazançlara eriştiklerini duymakta, görmekteler. Bu koşullarda siz istediğiniz kadar insanlara finansal okuryazarlık çağrıları yapın, birileri arabasına çakarı takmış trafiği delip geçerken, ortaya çıkan koridorun cazibesinden kimseyi kurtaramazsınız.

Örgütlü dolandırıcıların hareketini mümkün kılan toplumsal psikoloji budur. Ne demiştik, dolandıran varsa dolandırılan da var, bu bir arz-talep meselesi. Hem arzın hem talebin bu denli yükselmiş olması, meselenin bir olguya dönüşmüş olduğunu, dolayısıyla aptallık, cahillik, dalgınlık vb. gibi bireysel faktörlerle açıklanamayacağını gösteriyor. Kumarhane kapitalizmi de denilen neoliberal sermaye birikim modeli, üretimden kopuşla simgeleniyor. Türkiye’yi de esir almış olan bu sistem, kitlelerin üretmeden kazanma hayaline kapıldığı bir değerler sistemini beraberinde getirdi. Kendi rol modellerini oluşturdu, kendi zenginlerini çıkardı, kendi değer yargılarını benimsetti. Batı sisteminde soğuk savaş döneminin tu kaka kavramı nasıl ‘komünizm’, küreselleşme döneminde nasıl ‘ulusalcılık’ olduysa, kumarhane kapitalizmi döneminin toplumsal ilişkiler alanındaki tu kaka kavramları da çalışmak, sebat etmek, sabretmek, emek vermek, korumak ve sevmek oldu. Para kazanma ihtiyacı bu kavramlarla olan ilişkisinden kopartıldığında, ahlaken başkalarını dolandıracak kadar düşkünleşmeyen ya da suç işlemek için yol-yordam bilmeyenler, çalışmadan kazanma hırslarına yenik düşmüş ahlaksızların oltasına takılmaya hazır kimselere dönüştüler. Günümüzde doğruyu yanlıştan ayırt etmemizi güçleştiren mesaj bombardımanı koşullarını da bütün bu söylenenlere eklemek gerekiyor. Kimileri yaşadığımız dönem için ‘bilgi toplumu’ demeyi seviyor. Fakat somut göstergeler, insanlığın bugüne kadar hiç ‘bilgi toplumunda’ gördüğümüz ölçüde cahilleşmediğini gösteriyor. Cehalet, eskiden okuma yazma bilmeyen, tahsil düzeyi düşük olanlarla ilişkili bir kavramdı.

Günümüzde okullaşma yükseldi fakat televizyonundan internetine her an saatlerce maruz kaldığımız mesaj (bilgi) maruziyeti, doğru bilgiyi yanlıştan ayırt etmeyi imkânsız hale getirdi. Nasıl finansal okuryazarlığı olmayanlar paralarını nasıl koruyacakları konusunda dolandırıcıların tuzağına açık hale geliyorsa, bilimsel yöntem donanımı olmayanlar da, Lozan’ın gizli maddeleri olabileceğine ya da kovid aşılarının içine çip yerleştirildiğine inanmaya hazır hale gelebiliyorlar. Zemin aynı zemindir. Bu nedenle yeni tipte bir cahillikle karşı karşıyayız: Külyutmaz olduğuna inandırılmış insanın kendisini entelektüel gelişmeye kapatan cahilliği! Buna “filistinizm” deniyor ki, başlı başına tartışma gerektiren ayrı yazıların konusu.