Yandex
05 Aralık 2025 Cuma
İstanbul 12°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Yeni bağımlılıklar ve sosyal politika ihtiyacı

Atakan Hatipoğlu

Atakan Hatipoğlu

Gazete Yazarı

A+ A-

Gelişen teknoloji, insan davranışlarında yeni bağımlılık türlerinin ortaya çıkmasını kolaylaştırıyor. Aslında sorun teknolojide değil dönüşen toplumsal ilişkilerde. Giderek artan yalnızlaşma, aile, komşuluk ve arkadaşlık ilişkilerinin yıpranması gibi nedenler, teknolojiye kaçan insanlar yaratıyor.

TEKNOLOJİYE KAÇIŞ

Cep telefonu ve internet, yeni türden bağımlılıkların ve sosyal davranış bozukluklarının tanımlanmasına neden oldu. Bunlardan biri olan ve İngilizce “no-mobile-phone phobia” kelimelerinin kısaltılmasından türetilen nomofobi. Kişinin cep telefonundan ayrı kaldığında paniklemesi veya ümitsizliğe düşmesi, etrafındaki konuşmalara veya işe odaklanamaması ve sürekli cep telefonunu kontrol etme ihtiyacı hissetmesi biçiminde ortaya çıkan bir kaygı türü olarak tanımlanıyor.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Uluslararası Hastalık Sınıflandırması (The International Classification of Diseases-ICD) adlı bir teşhis rehberi yayınlıyor. 2024 yılında bu rehberin 11. baskısı yayınlandı. 6C51 kodu altında yeni bir bağımlılık türü olarak bilgisayar oyunu bozukluğu tanımlanıyor. Dijital oyun bozukluğu, oyun oynama üzerindeki kontrolün bozulması, oyun oynamaya, oyunun diğer yaşam ilgi alanları ve günlük aktivitelerden daha önemli hale gelmesi ve olumsuz sonuçların ortaya çıkmasına rağmen oyun oynamaya devam etme biçiminde görülüyor. Bu yeni bağımlılığa kapılanların, kişisel, ailevi, sosyal, eğitimsel ve mesleki alanlarda bozulmalar yaşamaya başladığı belirtiliyor.

Toplumsal ilişkilerin yozlaşması ile teknoloji arasında karşılıklı işbirliği oluşmuş durumda. Bir taraftan kalabalıklar içinde yalnızlaşan, eğer iş bulabilirse aşırı çalışmaya zorlanan insanlar, diğer tarafta iş bulamazsa aile evinin arka odasına kapanarak kabuğuna çekilen “boomerang gençler” var. İşte teknolojinin görsellik üzerine dayalı imkânları, bu toplumsal ilişki altyapısı üzerine oturarak olumsuz işleve dönüşüyor. Teknoloji, yozlaşan toplumsal ilişkilerden kaçış ortamına dönüştürülerek, kendisi de yoz bir biçimde kullanılmış oluyor. Üstelik kültürü giderek görselleştiren yeni teknolojiler, toplumsal ilişkilerin erozyonunu daha da hızlandırıyor. Sosyolog Richard Sennett’e göre daha çok imaj tüketen insanlar, karşılıklı ilişkiye girmekte daha az istekli hale geliyorlar. Çünkü yeni medya teknolojileri, insanları bir veri bombardımana tabi tutarak sözde “bilgilendirirken” bir yandan da onların bu verileri eyleme dönüştürmelerini de yasaklıyor. Telefon ekranının başında oturup akşama kadar pasif bir şekilde başkalarını gözetleyen bir çeşit röntgenci tipi yaratıyor.

KENDİNDEN FAZLA HOŞNUT OLMAK

Yeni türden teknolojik bağımlılıklar, bilgi ile ilişkimizi de dönüştürüyor. Bilgi toplumunda yaşadığımıza yönelik bütün iddialara rağmen cehaletin de yeni bir türüne şahit olmaya bu çağda başladık.

Entelektüel olarak gelişmek veya yaratıcı hale gelmek, kendimizden tam olarak hoşnut olmamaya bağlıdır. Bu durum bizde gelişme ihtiyacına yol açar. Teknoloji bağımlılıkları, insanların kendilerinden psikolojik (içsel) olarak gayet hoşnut iken, bedensel olarak kavgalı hale gelmelerini teşvik ediyor. Kendini geliştirmek için hiçbir içsel motivasyon hissetmeyen ama sürekli bedenini değiştirerek, estetik müdahaleler yaptırarak tamlık hissine erişmeye çalışan insanlar türüyor.

Yeni olan, cehaletin kitleselliği değil. Esasen insanoğlu Sümerler’den bu yana yazıyı biliyor olsa da, okumak modern topluma gelinceye kadar seçkinlere ait bir ayrıcalıktı. Okulun ve okuryazarlığın kitleselleştirilmesi, esasen sanayi kapitalizminin ihtiyaçlarının sonucuydu. Nitekim okul sistemi de fabrika sisteminin bir yansıması olarak biçimlenmişti. Ancak sonuç olarak arkada kalan yaklaşık iki yüzyıl, yazılı basının ve kitabın görece daha kitlesel biçimde tüketildiği, kamuoyunun okuryazarlık temelinde inşa edildiği bir dönem oldu. Bütün ülkeler, halkın okuryazarlık oranını yüzde yüzlere taşımayı milli hedefler olarak benimsediler. Yine de, özellikle azgelişmiş ülkelerde veya bölgelerde, okulsuzlukla, okumaz yazmazlıkla simgelenen cehalet, kitlesel bir durum olarak kalmayı sürdürebilmişti.

Şimdilerde yeni bir durumla karşı karşıyayız. Okuryazarlık koşullarındaki cehalet! Bu yeni durum, cehaletinden utanmama ve kendini geliştirmek için hiçbir içsel güdüye sahip olmama durumunun kitleselliği ile simgeleniyor. Kişi böyle bir durumda kendisini entelektüel olarak geliştirmek için hiçbir harekete geçirici güdüye sahip değildir. Dünyası tümüyle maddi çevresiyle sınırlanmıştır. İlgileri içeriksiz ve sıradandır. Bir düşünce hayatı yoktur. Bu durum kullanılan dile de yansır. Kişi, giderek az sayıda kelimeyle konuşur, soyutlamalara daha az başvurmaya başlar. İdraki giderek daralır.

Bu durum bize özgü değil. Bütün dünyada, neoliberal kapitalizmin toplumsal hayata ve ilişkilere ödettiği bir fatura durumunda. Sosyolog Frank Furedi, İngiltere’nin en iyi üniversitelerinde bile çoğu zaman öğrencilerin bütün yıl boyunca tek bir kitap bile okumadığını belirtiyor.

Bütün bu veriler, bilgi toplumu denilen şeyin anlamı üzerine bir kez daha düşünmemiz gerektiğini gösteriyor. Bilginin metalaştığı ve yeni bilgilerin üretime uygulanma hızının arttığı doğru. Ama bilginin topluma mal olması anlamında bilgi toplumu tam bir palavra. Aksine yaşadığımız durum cehaletin iktidarından başka bir şey değil. O halde teknoloji yönetiminden eğitime, insan kaynağımızın planlamasından üretime kadar her alanda, çok daha ayakları yere basan, uzun vadeli ve gerçekçi kamu politikaları geliştirme ihtiyacı kendisini dayatıyor demektir. Hayat bizi, siyasete ilişkin algılarımızı eş-dost kayırmacılığı ve popülizmin ötesine taşımaya zorluyor. Bakalım hayatın baskısına ne kadar direnebileceğiz.

teknoloji Dünya Sağlık Örgütü