Trump Kennedy olur mu?
İran bombardımanı altında bakanlar kurulunu üç ayrı sığınakta toplayan İsrail Başbakanı Netanyahu, “Amerikalıları bu sürece ben sürüklemiyorum. Müdahil olup olmama kararı Başkan Trump'a aittir ve yalnızca o, ABD'nin çıkarlarına göre hareket edecektir.” diye konuşmuş.
Türkiye’de aydınlar hep Yahudi lobisi ve dolayısıyla İsrail’in ABD yönetimi üzerinde çok etkili olduğuna vurgu yapıyor. ABD’nin İsrail’i desteklemesi, özünde İsrail’in bunu yaptırabilme başarısının sonucudur deniliyor. Oysa işin bir boyutu daha var ve üstelik bu boyut daha belirleyici. Bu yüzden Netanyahu’nun sözleri öylesine söylenmiş sözler değil.
SİSTEMİN GÜVENLİĞİ VE AMERİKA
Amerika sadece bir ülke değil bir uluslararası ilişkiler sisteminin merkez ülkesi. Onun bütün ulusal çıkarları, sistemin küresel çıkarları ile aynı anlama geliyor. ABD’nin süper güç olmayı sürdürmesi demek, Batı uygarlık sisteminin bugün ulaşmış olduğu mafyokratik ve hegemonik karakterin küresel üstünlüğünü sürdürmesi demektir. Bu nedenle bir Amerikan başkanı asla sadece Amerikan halkının başkanı değildir.
ABD Başkanı Trump’ın, yeniden seçilmesini sağlayan MAGA (Make America Great Again-Amerika’yı Yeniden Büyük Güç Yap) söyleminde, daha çok Amerikan ekonomisinin sorunlarına eğilmeyi ve ulusal güç faktörlerine dayanarak yeniden büyük bir güç olmayı vaat etmişti. Oysa İsrail’e verdiği aktif destek, Biden yönetiminin şahin dış politika anlayışına yönelmesi konusunda ciddi baskı altında olduğunu gösteriyor. Bunun temel nedeni, küresel bir güç olan Amerika’nın dış politikası ile iç politikasının bütünleşik yapısıdır.
Başka ülkelerden bahsediyor olsak, dış politikanın iç politikanın uzantısı olduğunu söylerdik. Ancak mesele ABD ve küresel sistemin mantığı olunca, bunun tersi de geçerli oluyor.
Çökmekte olan Batı uygarlık sisteminin güvenliği meselesi, sistemin üyesi ülkelerin öznel-ulusal güvenlik beklentilerini aşar. Sisteme dâhil olan ülkelerin kendilerine özgü ulusal güvenlik konseptleri olmaz. Güvenlik, sistemin güvenliğidir. Her ülke kendi güvenliğini, sistemin küresel güvenlik konsepti ile bütünleştirmek zorundadır.
Örneğin Türkiye çok partili dönemde NATO üyesi oldu. ABD liderliğindeki sistem, baş tehdit olarak SSCB’yi görüyordu. Bu nedenle NATO üyesi Türkiye’de de baş tehdit, içeride sosyalist hareket, dışarıda SSCB oldu. Siyasal söylemler, istihbarat öncelikleri, ordunun eğitimi ve coğrafi konuşlanması hep bu tehdide göre biçimlendirildi. Nitekim bugün de NATO, Türkiye’den Rusya ve Çin’den gelen tehditlere göre hizalanmasını beklemiyor mu?
ABD SAVAŞA ZORLANIYOR
Bu durum Amerikan iç güvenlik sistemi açısından da geçerlidir. Bugün Trump, bu yapı ile çelişirse, sistem Amerikan Başkanı’nın ayağını kaydırmaktan çekinmeyecektir. Geçmişte SSCB ile yumuşama sürecini ilerleten ve nükleer silah kapasitesini azaltma yönünde hareket eden Amerikan Başkanı Kennedy, suikastla öldürülmüştü. O yıllarda Amerikan ekonomisinin gücü, henüz şimdiki gibi sıcak para dolaşımına dayanmıyor, askeri-endüstriyel kompleks denilen bir sınai oligopol tarafından güdümleniyordu. Kennedy’nin izlediği hat, son tahlilde Batı sisteminin çıkarlarına bir saldırı olarak görüldü.
Tarihte, başat güçlerin değişimleri hep savaşlarla oldu. Osmanlı İmparatorluğu küresel üstün gücünü savaş yenilgileri ile kaybetti, Fransa veya İngiltere de öyle…
O halde Trump, yaşamak istiyorsa teslim olmak zorundadır. Bu yaşamayı siyaseten yaşama diye de anlamak mümkün. Çünkü belki de çeşitli dosyalarla Nixon gibi istifaya da zorlanabilir. Ayrı hikaye…
Emperyalist saldırganlık, Amerika’yı yöneten şu ya da bu başkanın kişisel tercihi değildir. Batı uygarlık sistemi 20. yüzyıla yayılan uzun bir kriz evresinin son aşamasına girdi. Geldiğimiz aşamada hem krizin yapısal bir hal aldığı hem de yeni bir uluslararası ilişkiler sistemini kuracak aktörlerin biçimlendiği görülüyor. Yani sadece kriz yok, seçenek de var.
Sistemin küresel mantığı, bizatihi ABD’nin savaşmadan çekilmek isteyen liderlerini bile savaşa zorluyor. Bu olay İsrail’i aşan dinamiklerle ilişkili. Netanyahu’nun sığınakta söylediği sözler bu nedenle bir mantığa oturuyor. İsrail, bütün Batı sistemini yönetebilecek bir güç değil. ABD’yi ve Batılı ülkeleri o savaşa sürüklemiyor. Gerçek bunun tam tersi: İsrail, dünyayı savaşa sürükleyen güçlerin Ortadoğu’daki koçbaşı olarak kafasını İran’a vuruyor.