06 Aralık 2024 Cuma
İstanbul 12°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Festivaller sezonunu noktalarken

Burçak Evren

Burçak Evren

Gazete Yazarı

A+ A-

Oldukça yoğun geçen festivaller takviminin sonlarına geldik. Geçtiğimiz günlerde 4. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali bitti, birkaç gün sonra başlayacak Ankara Film Festivali ile de bu yılki festivaller takvimi noktalanacak. Her zaman olduğu kimi filmler “aslında yok birbirimizden farkımız” dercesine tüm festivallerin yarışanları içinde yer alarak artık iyiden iyiye gelenekselleşen ortak bir tavrı yineledi.

Hatta önemli ya da akçeli ödüllerin büyük bir kısmı bir önceki festivalin ödüllerini adeta tasdik edercesine devam ettirdi.

Festivaller, adı ne olursa olsun fena halde birbirlerine benzemeye başladı. Bu durum da festivallerin birbirlerinden ayrışmasını büyük ölçüde etkiliyor. Oysaki her festivalin filmleri değerlendirmesinde bir ilke, diğerlerine benzemeyen farklı bir bakışı olmalıdır.

Örneğin Cannes’da büyük ödül alan bir filmin Venedik ya da Berlin’deki şansı ne kadar olabilir ki? Ya da Berlin’de büyük ödülü kazanan bir filmin Cannes’daki şansı gibi…

Ne var ki bizim festivallerimizde böyle olmuyor. Bir film festival festival dolaşarak tüm ödülleri alıp götürüyor. Elbette ki iyi bir filmin en doğal hakkı bu… Çok ödül aldı diye asla eleştirilemez. Ancak bu durum ulusal festivallerin birbirinden ayrışmasını da ortadan kaldırıp onları tavırsız kılıp, bir diğerinden farklı bir konuma gelmesini büyük ölçüde etkiliyor.

Elbette ki bu durum birbirlerine çok yakın tarihlerde yapılan ulusal festivaller için yoksa bir filmin uluslararası diğer ülke festivallerine katılıp ödül üstüne ödül alması çok önemli ve de bizler için gurur verici.

Ulusal festivallerde her bir jürinin birkaç filmi kutsayıp ödüllere boğarken birçoğunu ıskalamasının önüne geçmesi de pek zor değil. Bilinçli bir ön seçim, farklı ana jüriler, ilkeli bir bakış ve herhangi bir festivalde büyük ödül alan filmi yarışma dışında tutmak vs. Yani Antalya’nın ilk gösterim koşulunu öne sürmesi gibi.

İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali adından da anlaşılacağı gibi bu bilinen durumun dışına çıkmak isteyen yeni bir festival olma iddiasında. Ancak bilinen nedenlerle bunun dışına çıkması da pek kolay değil.

O da her ne kadar müzik konusunda diğerlerinden ayrılıyorsa da belirli filmlerin yarıştığı bir ortamda bu büyük ödül yinelenmesini önleyemiyor. Büyük ödülün Evcilik ve Mukadderat arasında paylaştırmasında olduğu gibi.

Sosyal demokrat belediyelerin tasarrufa kültür-sanattan (ve özellikle de sinemadan) başlamaları bu yılkı İzmir Müzik ve Film Festivali’nde de kendini belli etti. Konserlere milyonlar harcayan belediyelerin bir sinema festivalini bunlardan yokun kılması anlaşılır gibi bir şey değil.

Ancak yine de İzmir film ve Müzik Festivali tüm bu kısıtlı olanaklar içinde, seçkin konukları ve de sinemasever İzmirlilerin katkılarıyla (benim izlediğim kadarıyla) özellikle de yarışma filmlerinde salonları doldurmayı başarabildi. Bu da genç bir festival için büyük bir başarı.

Bu yıl İzmir Film ve Müzik Festivali’nde neredeyse Türkiye festivallerinde bir ilk denilebilecek bir duruma tanıklık ettik. İnanılacak gibi değil… Bu yılki festivale kaba bir tanımlama ile protokolden (yani vali, milletvekili, belediye başkanı vs…) hiç kimse katılmadı.

Protestodan değil, herhalde sinemaya olan saygı ve nezaketten (!) Kapanışta ödülleri biz bize verip, konuşmaları da biz bize yaptık. Festivalin konukları da bizdik, ev sahibi de… Üstelik protokolden boş kalan ön koltuklara sanatçıların oturması da ayrı bir güzellikti. Ama yine de belediye başkanını bu coşkunun içinde görmek sevindirici olabilirdi.

Bu yıl festivalde izlenen filmlere gelince… Birkaç gün sonra, aşağı yukarı benzer filmlerin yarıştığı Ankara Film Festivalinin ana jürisinde görev yapacağım için bunlara değinmem pek etik olmaz. İleriki bir tarihte belki tüm festivallerin neredeyse ortak oldukları filmlere bir göz atmak mümkün olabilir.

Bu yılki film festivalleriyle ilgili söylenecek son bir söz de kültür ve sanattan tasarruf edinilmesinin çok yanlış olduğunun altını çizmektir. Festivaller yerel yönetimlere para kazandırmazlar. Aksine para harcatırlar.

Ancak para ile satın alınmayan saygınlığı getirirler, yapıldıkları kenti marka yaparlar. Dahası o kentin sanatseverlerine, böylesine karamsarlıkla kuşatılmış bir coğrafyanın bunaltıcı ve de çekilmez yaşam kırılganlığı içinde, bir haftalık da olsa sevinci, coşkuyu, bir arada kültür sanatla solumayı armağan ederler…

Bu da az bir şey mi?

Film Festivali Sanat Müzik İzmir Cannes
Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları