‘Taraflı, ön yargılı, mesnetsiz’ ama hedefimiz AB!
Avrupa Birliği (AB) Komisyonu, 4 Kasım’da Batı Balkan ülkeleri ve Türkiye’yi içeren 2025 Genişleme Paketi ve ülke raporlarını yayımladı.
Karadağ, Arnavutluk, Moldova ve Ukrayna’nın en fazla yol kaydeden aday ülkeler olduğu belirtildi.
Etki Ajanlığı Yasası çıkaran Gürcistan’ın durumu olumsuz.
Yıllardır seçim yapmayan, yolsuzluktan dibe batan, Nazi artığı örgütlerin ordusunu yönettiği bir ülke, AB’ye uyumlu… Çünkü AB ve NATO için kan döküyor…
“İç işlerime burnumu sokamazsın!” diyen Gürcistan olumsuz, “Senin için Rusya’ya saldırırım!” diyen Ukrayna olumlu… İşte AB demokrasisi…
AB’NİN HOŞUNA GİTMEYENLER
Türkiye’ye ise AK Parti Hükûmeti’nin denge siyaseti yansımış durumda. Neler var raporda?
-Türkiye muhalif siyasetçiler üzerindeki aşırı yargı baskısıyla siyasi rekabeti engelleyerek temel demokratik ilkeleri zayıflatıyor.
-Türkiye’de denge ve denetim mekanizmaları bulunmuyor.
-Kamu yönetimi son derece siyasallaşmış durumda.
-Seçilmiş muhalefet belediye başkanlarının yargılanması ve görevden alınması, bazılarının yerine kayyum atanması, yerel demokrasiyi daha da zayıflattı.
-Yargı, yürütmenin kontrolü altında olmaya devam etmekte, bu ise hem yargı bağımsızlığını zedelemekte hem de yargı kararlarının niteliğini olumsuz etkilemekte.
-AİHM’nin bazı kararları hala uygulanmamış ve bazı mahkemeler ise Anayasa Mahkemesinin kararlarını yerine getirmeyi reddetmekte.
-Türkiye yolsuzluğun önlenmesi ve kontrolü için bir çerçeve oluşturmadığı gibi, bu yönde herhangi bir yolsuzlukla mücadele kurumu da tesis etmedi.
-Siber Güvenlik Yasası ciddi endişeler oluşturdu.
-Gayrimüslim ve Alevi topluluklar için tüzel kişilik eksikliği hala çözülmemiş bir sorun.
İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM HEDEFTE
AB’nin son dönemde hoşuna gidenlerden biri, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’den çekilmesi. Malumunuz Türkiye, Yunanistan’la bir “normalleşme” başlatmıştı. Bu rapora da yansıyor: 2023 yılından bu yana Türkiye ile Yunanistan arasındaki ikili ilişkilerin iyileşmeye başladığı ve Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de herhangi bir izinsiz sondaj faaliyeti yürütmediği ve Yunan adaları üzerinde uçuşlar yapmadığına değiniliyor.
Fakat AB, Türkiye’nin Kıbrıs tavrından rahatsızlık duyuyor. Raporda, Türkiye’nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni tanımayı reddetmeye devam ettiği ve BM Güvenlik Konseyi kararlarına zıt bir şekilde iki devletli çözümü savunmaya devam ettiği not ediliyor.
Türkiye’nin terörle mücadele hakkı olduğu belirtilirken, “Kürt sorununun çözümü için anlamlı bir girişimin gözlemlendiği” kayda geçiriliyor. Bu konuda hatırlarsanız, AB “açılım” sürecinde davul ve zurna çalıyordu. Fakat şimdi ise temkinliler. Çünkü bu süreç ABD-İsrail müdahalesinin dışında ve ana hedef PKK’nın silah bırakması. ABD-İsrail sürece müdahale etmeye ve etkilemeye de çalışıyor. Bu yüzden bir aralık bırakılıyor.
EKONOMİYE ÖVGÜ
Raporda ayrıca, AK Parti Hükûmeti’nin Mehmet Şimşek’i göreve getirerek yeniden neoliberal politikalara dönüşü de övülüyor. Raporda, sıkı para politikasının enflasyonu ve enflasyon beklentilerini düşürmede etkili olduğu, ancak söz konusu seviyelerin halen yüksek seyrettiği kaydedildi. “Bankacılık sektörü istikrarını korudu.” ifadesi yer alan raporda, mali konsolidasyonun büyük ölçüde deprem sonrası yeniden yapılanma harcamalarının azaltılması sayesinde ilerlediği bildirildi. Raporda, Türkiye’nin malların serbest dolaşımı konusunda iyi düzeyde olduğu ve AB müktesebatına uyum sağlama konusunda bazı ilerlemeler kaydettiği bildirildi.
TAVSİYELER
Raporda, terörle mücadele mevzuatının Avrupa standartları, AİHS, AİHM içtihatları ve AB müktesebatıyla uyumlu hale getirilmesi, kadın hakları ve cinsiyet eşitliğinin korunması, LGBTİ bireylere karşı olanlar da dahil her türlü ayrımcılığın etkin şekilde ele alınması ve Osman Kavala davası da dahil olmak üzere AİHM kararlarının öncelikli olarak uygulanması, insan hakları alanındaki tavsiyeler arasında yer aldı. Ayrıca raporda “Türkiye vize politikasını AB politikasıyla daha uyumlu hale getirmeli.” ifadeleri kullanıldı.
AB’DE ÇÖZÜM YOK
Özetle, Türkiye’nin denge politikası adı altında Atlantik’le uyumlu siyasetleri ve ekonomi adımları övülüyor.
Fakat KKTC’de iki devletli çözüm, Atlantikçi muhalefete müdahaleler ve Avrasya’ya yönelik adımlar raporda hedef alınıyor.
AB üyeliği için Türkiye’nin önüne ne konuyordu:
-Kıbrıs’tan asker çekmek.
-Terörle Mücadele Yasası’nı yumuşatmak.
-Ermeni Soykırımı’nı tanımak.
-Sıcak para ekonomisini sürdürmek.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Almanya Şansölyesi Merz ile görüşmesinde “Ankara Kriterleri”nden bahsetse de, raporda AB’nin bu stratejik tutumunun değiştiğini görmüyoruz.
İşin ilginci, Dışişleri Bakanlığı bu rapora tepki gösterdi. Açıklamada raporun taraflı, ön yargılı ve mesnetsiz olduğu belirtildi. Fakat “AB üyeliği stratejik hedefine olan bağlılık” yinelendi.
Maalesef AK Parti Hükûmeti bir süredir yeniden Avrupa Birliği hedefini güncellemiş durumda. Stratejik hedef olarak da, bu belirtiliyor. Oysa AB raporunda da görüldüğü gibi Türkiye yararına bir şey yok. Aksine Türkiye’nin haklarından vazgeçilmesi, bir uydu devlet haline getirilmesi var. Özeti şu: Karadağ ve Ukrayna gibi olursanız, övgüyü alırsınız. Eski Almanya Başbakanı Helmut Schmidt, “Türkiye’ye haksızlık yapıyoruz. Almayacağımızı bile bile, ABD baskısıyla AB’ye aday üye yaptık.” diyordu. Bu oyalama sürüyor. Türkiye’nin AB ile yürüyebileceği bir yol yok. Atlantik ittifakında gelecek yok, yaşam yok. Çözüm ise Avrasya’da.
Mağlubiyet acısı
SALİH TUNA-SABAH
İlk gençlik yıllarımda en çok tanık olduğum tartışma “İslam terakkiye mâni midir?” sorusu etrafında şekillenirdi.
Batıcı sekülerler “İslam ilerlemenin önünde engeldir” derken; muhafazakâr dindarlar “İslam değil, İslam’ı yanlış anlayışımız ilerlemeye engeldir...” derlerdi.
Lakin her iki taraf da geri kaldığımız konusunda hemfikirdi, sadece sebepte ayrılırlardı. (İlerlemeye farklı bakış veya terakkinin epistemolojik sorgulanması sofistike olduğu kadar da oldukça dar bir çevrede karşılık bulmuştu. Bahsi diğer.)
Aslında söz konusu tartışma çok eskiydi. Mesela, Renan’ın 1883’te ortaya attığı o meşhur “İslam ilerlemeye engeldir” iddiasına, Namık Kemal sert bir reddiyeyle karşılık vermişti.
Sonuç itibarıyla iki ana akımdan söz edebiliriz. Biri çareyi Batı’ya teslim olmakta buluyordu, diğeri öze dönüşte.
Fakat her iki tutum da özünde aynı trajediyi taşıyordu: Mağlubiyetin acısını. İbn Haldun “Mağluplar galibi taklit eder...” demişti. Mağlup oldukça, mağlup edenlere yani müstevlilere benzemeye başladık. Ne yazık ki taklidin de ötesine geçtik; artık kendimize de büsbütün yabancılaştık.
Dünün “yobazı” kendi gerçekliğini koruma çabasında, anakronik ama samimiydi. Yani dünün yobazı kendi kalmak istiyordu; günümüz yobazı kim olduğunu da unuttu. Günümüzde “yobazlığın” alametifarikası, farklı düşüneni linç etmekte, “kendisinden olmayanı” yok saymakta vücut buluyor. “Küfür yobazı” ile “din yobazı” bir yanıyla ruh ikizi gibidir; biri ötekini susturmaya, diğeri yok saymaya çalışıyor. Fakat ikisi de aynı tahammülsüzlükle kaim.
Bir taraf “Kemalist” deyip topyekûn saldırıyor, öbür taraf “İslamcı” diyerek herkesi aynı torbaya atıyor. Peki, kimdir bu “Kemalist”? Atatürkçüyle farkı nedir? Söz gelimi Attilâ İlhan’ın müstevlilerle savaşan Atatürk’üyle, Can Dündar’ın müstevlilerin gözüne bakan Atatürk’ü aynı mı?
Aynı şekilde, Sezai Karakoç’un İslamcılığıyla “dünyada makam, ahirette iman turizminin yolcuları” bir mi?