18 Mayıs 2024 Cumartesi
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Türk işçi göçü hazırlıkları ve işçi gündemi

Kadim Ülker

Kadim Ülker

Site Yazarı

A+ A-

Avusturya’nın gündemi görebildiğim kadarıyla dış politikada İsrail ve Ukrayna’nın yanında durmak, iç politikada ise sendikalar ile işverenler arasındaki toplu sözleşme bilek güreşlerinden oluşmaktadır.

Enerji masrafları, temel gıda ürünlerindeki yüksek fiyatlar özetle enflasyon ve ekonomide durgunluk hala ciddiyetini koruyor. Bu konu son birkaç yılın sorunu olarak gündemde…

Evet, pahalılık/enflasyon sürekli tartışılıyor... Ana muhalefet partilerinin koalisyon hükümetine yönelik bu konuda adımlar atmaması da eleştiriliyor. Sonbahar bitti. Kış yüzünü gösterdi. Yeni yıla günler kaldı. Her yıl senenin son iki ayı sendikalar ile işverenler arasında haftalar süren toplu sözleşme görüşmeleri yaşanır. Bu yıl da bu konu gündemin en üst sıralarında yer alıyor. Yine toplu sözleşme görüşmeleri birkaç haftadır ediyor. Sadece memurlar ve ticaret branşında ve belirleyici önemde olmayan bazı işkollarında bu görüşmeler tamamlandı.

Sonlandırılan toplu sözleşme görüşmelerinin sonucunda zam yüzde 9-10 arasında gerçekleşti. Memurlar elde ettikleri yüzde 9,15 oranındaki maaş zammından dolayı oldukça memnun görünüyor. (Belki de öğretmen olarak görev yapan çocuklarımın ifadelerinden öyle olduğunu düşünüyorum.)

GÖZLER METAL İŞÇİLERİNDE

Her yıl toplu sözleşme görüşmelerinde gözler hep metal işçilerinin elde edeceği zamlarda olur. Zira onların alacağı zam diğer bütün branşlarda elde edilecek maaş zamlarına örnek teşkil eder. Metal İşçileri Sendikası temsilcileri zam taleplerini o yılki ve gelecekteki enflasyon oranına göre yapar. İşçilerin talebi haftalarca süren görüşmelerde kabul görmez, sendikalar işyerlerinde işçilerle toplantılar düzenlerler ve her defasında uyarı grevi kararı alırlar ve onu da uygularlar. Bu senede aynısı oldu. Ücretlerine yüzde 11,6 oranında zam talebinde bulundular ve bu talep kabul görmedi ve görüşmelere ara verildi. (Bu yazı kaleme alındıktan sonra, Metal İşçileri Sendikası'nın yüzde 10’a varan zam elde ettiği duyuruldu.)

Enflasyon oranına ve işverenlerin o yıl sağladıkları kar oranına göre talepte bulunan sendikacılardan iki saatlik uyarı grevinden sonra ses soluk çıkmamakta. İşverenlerin ne kadar kar ettikleri Avusturya’ya özgü çalışanların mesleki yasal örgütü olan İşçi Odası’nın araştırma ve çalışmaları sonrasında sendikalara sunulurken, enflasyon oranı zaten hükümet tarafından da açıklanmaktadır. Bu yılın şubat ayında yüzde 10,9 olan enflasyon oranı sürekli aşağılara çekildi. Bu oran aylara göre şöyledir: şubat %10,9; mart %9,2; nisan %9,6; mayıs %8,9; haziran %8,0; temmuz %7,0; ağustos %7,4; eylül %6,0; ekim 2023 %5,4.

İŞÇİ GÖÇÜNÜN 60 YILLIK SÜRECİ VE SEDAT UYAR’IN KATKILARI

Metal işçilerinin sendikal temsilcileri işverenle yeniden görüşmeleri bekleye dursun, ben aslında biraz kendi gündemimi yazma niyetindeyim. Biraz uzun olacak…

Geçen hafta Türkiye Cumhuriyeti Viyana Büyükelçiliği’nin sosyal medya hesaplarındaki bir paylaşımı dikkatimi çekti. “Türkiye’den Avusturya’ya işçi göçünün 60’ıncı yılında ne yapabiliriz diye dernek başkanlarıyla bir araya geldik” deniliyordu. Vakitli konuyu ele almak istediklerinden dolayı toplantıya ev sahipliği yapanları onu organize edenleri tebrik etmek gerekir.

İşçi göçünün 60 yıllık sürecinde, Avusturya’da yaşayan ve çalışan on binlerce Türk işçisine çalışma hayatlarında iş ve sosyal konularda danışmanlık yapmış; onların işsizlik ödentisinden emekliliklerine, oradan maliye dairesinden haklarının elde edilmesinde ve haklarının işverenler tarafından ödenmemesinde onları almada tam tamına 35 yıl çalışmalar yapmış birisi olarak bu konuda bir önerim var. Türkiye’den Avusturya’ya işçi göçünün 60. Yılında bir etkinlik düzenlenecekse, bir kişi mutlaka ve mutlaka hatırlanmalı ve altmış yılın ilk başlarındaki karşılıksız emeklerinden dolayı Türkiye Cumhuriyeti temsilciliği ve dernek temsilcileri hepimizin adına teşekkür edilmelidir. Bu kişi etkinlik için yer alan dernek başkanlarının babalarının, dedelerinin ve hatta dolaylı da olsa onların hayatına mutlaka dokunan kişi Kamil Sedat Uyar’dır. Sayın Uyar henüz kurumlaşamadığımız göçün ilk on ila yirmi yılı arasında dernek başkanlarımızın, dede ve babalarının hayatına dokunmanın yanında, bildiğim kadarıyla büyükelçilerimizden bazılarının hayatına bile dokunmuştur. K. Sedat Uyar bu günlerde Yozgat’ta yaşamını sürdürüyor. Yozgat ile An[1]kara arasında mekik dokuyor. Yapılacak etkinliklerin birinde sevgili K.Sedat Uyar’ın bulunması herkesi mutlu eder.

EN GÜZEL HEDİYE

60. yılın ilk yıllarına ait Sedat Uyar’ın çok[1]güzel anıları olduğunu biliyorum ve onun bu anıları olası bir etkinlikte dernek başkanlarımıza, o derneklerin üyelerine, işçimize, iş in[1]sanlarımıza kısaca bizlere anlatması içimizi ısıtacak, geçmişimizi bizlere hatırlatacaktır. Bazı güzel anılar benim de halen hafızamda.

Almış olduğum en güzel hediye bir teşekkürdü. On-on beş yıl önce gelmiş Türk bir baba ücret bordrosunu kontrol ettirmek istiyordu.

Kontrol sonrası ödemelerin doğru olduğunu kendisine söylediğim kişi teşekkür etmişti. Teşekküre değecek bir iş yapmadığımı söyledikten sonra bana, “Sizin yardımınızın öncesi de var, o danışmada yapmış olduğunuz yardım sonrası, çalışma iznim çıktı, on yıldan fazla bir süre çalıştım. Bu on yıl içinde iki çocuğumu üniversitede okuttum. Yardımınız olmasaydı...” demişti. Bir anne kızının kadın doktoruna muayenesine mutlaka beni istiyordu, “Sizden başkasına güvenemiyoruz” diyordu. Gelininin hamile olduğunu, “İşi yok gücü yok, dahası sigortası ve parası da yok ya bir yardım edeceksiniz ya da çocuğu aldıracağız” diye yardım bekliyordu. Yardımdan sonra bir kız torunu olduğunu daha sonraki ziyaretinde dile getirmişti. Bana da “O kız senin de kızın, doğmasına sen sebep oldun” diye teşekkür etmişti. Geçenlerde karşılaştım, “Kızım nasıl?” diye sordum baba[1]anneye. Sevinçle “Kızın çok iyi, iki çocuğu var, çocuklar da okulda çok iyiler” diyordu.

Buna benzer bazen firmada ödenmedik paralarını alarak, bazen varlıklarını garanti altına alacak çalışma izninin çıkmasında yardım ederek, çoğu zaman ise onların güvenlerini kazanarak, Türk işçilerinin yanında bulunduğumun binlerce anı var. Bir gün bunları ayrıntılı olarak yazma fırsatı olur umarım.

ASILI KALAN BAĞLAMA

Bir başka anım da şöyle… Yoğun bir iş günüydü, sorun bir değil onlarcaydı. Memleketinde iki çocuğunu bırakıp da çalışmaya gelmiş kadın soruyordu, “Mahkemeye gidersek patronumun vermediği paramı ne zaman alırım acaba?” Ve ekliyordu: “Buradan alacağım parayla çocuklarıma uçak bileti göndereceğim, vizeleri çıktı da bilet parasını denkleştiremedim.” Bu soruya cevap verilecek gibi değildi, cevapsız bıraktım soruyu. Soruya vereceğim cevap onun umutlarını ve hayallerini yıkabilirdi. Mahkemeden kararın çıkması ve paranın ödenmesi yılları da bulabilirdi. Davanın bitip de paranın eline geçmesinin daha da uzun sürebileceği biçiminde bir cevaba dilim varmadı. Böyle bir cevapla hem annenin hem de çocuklarının hayallerini yıkmaya hakkım olmadığını düşündüm.

Bir başka genç kadın, “Osman’ımdan ne istediler de üzerine işyerinde araba sürdüler, şimdi onu tekerlekli sandalyeye muhtaç ettiler” diyordu. Sözlerine kazaya sebep olanlara beddualar okuyarak, “Osman’ı işten attırıp yerine kendi akrabalarını aldırmak istiyorlardı hep” diye devam ediyordu konuşmasına. Yanındaki boncuk gözlü küçük yavrucağın “Babam ne zaman tekrar yürüyecek” sorusunu hatırlatmaktan da geri durmuyordu.

Bir başka genç hanım ise işten çıkarıldığına sevindiğini “Horlanmayı, dışlanmayı ve ayrımcılığı hissetmemek ve kötü sözleri anlamamak için ufak dozajlı uyuşturucu hapı alıp, öyle işe gidiyordum abi” sözleri dudaklarının arasından sanki masama dökülüyordu. “Firmadan ne alabilirim, bana ne ödeyecekler” sorusuna cevap arayarak, onca zamandır sanki horlanmanın bedelini öğrenmek istiyordu. İşten kurtulmuş olmanın da sevinci yüzüne yansıyordu.

Aynı günde büroma danışmaya ve sorunlarına çare aramaya gelenlerden bir diğeri ise orta yaşlarda bir erkekti, o da işten çıkarılmıştı. Bu ülkede iş ilişkisinin bitirilmesine ciddi bir engel olmadığını deneyimlerinden biliyordu. Sebep belirtme zorunluluğunun da hiç aranmadığını bilmekteydi. Ancak kendisinin işten neden çıkarıldığını biliyordu, böyle bir şey nasıl olur diye sorusuna cevap ararken, gönlündeki sızıyı hafifletmeye çalışıyordu. Bir iş kazasında meslektaşına yardım ederken yaralanmış, onu kurtarmıştı, ancak kendisi de yaralanmıştı. Bunun sonucunda da istirahat, viziteye ayrılmak zorunda kalmıştı. İstirahatteyken kendisine taahhütlü mektupla iş ilişkisinin bitirildiği iletilmişti.

Aslında buna benzer olaylar benim için olağanlaşmıştı. Aynı günde cevapsız bırakılacak birden fazla soruyla muhatap olmam, yüreğimin kaldırabileceği bir durum değildi. İş saatim bitmişti, büromdan kendimi dışarı attım. Arabama yöneldim. Arabada müzik çalarım. Beni bekleyen müziğe sığınmak istedim.

BENZİN İSTASYONUNUN GERÇEKLİĞİ

Kontağı çevirdiğimde benzinin doldurulması gerektiğine ait sinyal selamladı beni. Yolum üstünde bir benzin istasyonu vardı. Diğerlerine kadar gidebilir miydim acaba diye düşündüm. Benzin yetişecek gibi görünmüyordu. Komşumuz Irak`ın Amerika ve İngilizler tarafından işgalinden sonra mecbur kalmadıkça, İngiliz ve Amerikan malı kullanmamaya gayret ediyor, bunu da yaşamımda vazgeçilmez bir kural olarak görüyorum. Ancak bu kuralımı istemeyerek de olsa bir defa bozdum. Buna mecburdum, yoksa yolda kalabilirdim.

Yolumun üzerindeki İngiliz petrol işletmesine ait bir benzin istasyonu vardı, istemeye istemeye kendimden de utanırcasına bu benzin istasyonuna saptım, biraz benzin aldım. Arabanın sağına soluna baktım, durmuşken arabanın camlarını ve aynalarını temizlemek istedim. ‘Müzikçalar’ımda da beni büyüleyen bir ezgi vardı. Bengi Bağlama Üçlüsü üyelerinden Okan Murat Öztürk’ün bağlamasında şelpe tekniği ile çalınan Deli Derviş semahı bütün güzelliğiyle arabadan göklere yükseliyordu. Sivas-Mamaş yöresinin bu güzel semahını sık sık dinlerim, dinlerken de ayaklarım yerden kesilir, Anadolu’nun o ulu dağları Toroslar’ı, Canik Dağlarını, Erciyes’i Hasan Dağını, Beserek’i, Beydağı’nı turnaların kanatlarında gezer, oralara ait hasretimi gideririm hep.

Arabamın sağı ve soluyla ilgilenirken müzik çalarımı kapatıp, semahın o güzelliğine nokta koymak istemedim. Müziğin sesini sadece birazcık kıstım. Tarlada ırgatların türkü eşliğinde ekin biçtiklerini gören, yaşayan ve hisseden birisi olarak, ben de müziğin temposuyla arabamı hem temizledim hem de müziği dinlemeye devam ettim. Deli Derviş semahından sonra dinleyeceğim eser ise Erzincan yöresinden rahmetle andığım Ali Ekber Çiçek’in derlemiş olduğu gene bir semah olan Kırklar Semahı’dır.

Dinlediğim türkülerin sıralamasını bile biliyordum. Birbirinden güzel olan bu semahlar, sanki kendisi davet edilmiş gibi yanıma bir genç yaklaştı. Gencin selamı beni semahtan uyandırıp, hiç de olmak istemediğim benzin istasyonunda olduğumu duyumsadım. Selam verdikten sonra, bana, “Sizi tanıyorum galiba ağabey” dedi. Kendimi tanıttım. Bu tanıtmadan sonra işyerime geldiğini hatırlattı. İşini, gücünü sordum. Bana bulunduğum benzin istasyonunda işe yeni başladığını, durumundan memnun olduğunu ifade etti. Uzun zamandır sağlık sorunları nedeniyle raporlu olduğunu ve çalışmaya birkaç ay önce başladığını söyledi. Benzin istasyonunda çalışıyordu. Geçmiş olsun dileğimi ilettikten sonra, rahatsızlığının ne olduğunu sordum.

“Kaza geçirmiştim ağabey” dedi ve elini gösterdi. Sol el parmaklarında atlatmış olduğu kazanın izleri kalmıştı, üç parmağın yarısını makinaya kaptırmış. “Ağrımıyor, ancak yarım parmaklar çok fazla işime de yaramıyor” derken parmakları hareket ettiremediğini göstermek için elini açıp, parmaklarını hareket ettirmeye çalışıyordu. Kaza sigortasıyla ilgili ufak tefek sorular sordu, yanıtıma teşekkür etti. Benim kaderimdir, işyerinde saatlerce insanlarımızın dertlerini dinleyip, onlara çareler aramak yetmiyormuş gibi bulunduğum her yerde, pazarda, lokantada alışverişte ve sokakta da danışmanlık yaparım. Bir yere yetişmek için koşarken bile birilerinin sorularına yanıt yetiştirmek zorunda kalırım. Ancak bu ayaküstü sohbetimde Adapazarlı olduğunu konuşmamız sürecinde öğrendiğim bu gencin sorularını acelem olmadığından teker teker yanıtladım. Ben de kendisine bazı karşı sorular sordum. Elin kazadan sonra çalışmasını zorlaştırmasının boyutu da sorularımdan biriydi. İşte bu soruma verdiği yanıt, beni konuşmadan, arabadan, müziğin o ritminden kopardı ve bir şiire odakladı. O anda şiirle birlikte Anadolu’da tarım işçileriyle, Avrupa’daki sanayi işçileri arasında gidip geldim. Semahın ritmi ile başka yerlerdeydim, sanki ibadet ediyordum. Genç işçi arkadaş ile konuşmamız beni tekrardan benzin istasyonunun gerçekliğinde bulduğumu hatırlattı.

‘KASNAĞINDAN FIRLAYAN KAYIŞA KAPTIRDIN MI KOLUNU ALİŞİM!’

“Ağabey kazanın acısı geçti, onu atlattım. Kazanın kötü tarafı benim için parmaklarımı istediğim gibi kullanamamam. Saz çalamaz hale geldim. Çok iyi saz çalardım, artık çalamıyorum. Bağlamam evde beni bekler durur, duvarda asılı kaldı” dedi ve aceleyle “Ağabey hoşça kal” diyerek yanımdan ayrıldı, gitti.

Ben ise şok eden bu sözcüklerin kederiyle arabaya binip, yola koyulurken büyük şairimiz Rıfat Ilgaz’ın “Alişim” şiirini anımsamaya çalışıyordum: “Kasnağından fırlayan kayışa kaptırdın mı kolunu Alişim!” diyordu şiirinde, bir sarı öküzün gün görmüşlüğünü anlatıyordu. Diğer mısraları hatırlamaya çalışıyordum, ama zor birbirinden kopuk mısralar geliyor aklıma; Sevgili de sarmak için bir çift kol ister gibi sözcükler kafamın içinde dolanıp duruyorlar.

Eve gittiğimde, kitaplığımdan Rıfat Ilgaz’ın kitabını alıp ve o ölümsüz şiiri tekrar tekrar okudum.

Bu karşılaşmamızdan sonra aradan epeyce vakit geçti. İş ile evim arasında olan o benzinlikten her gün geçmekteyim. Bir daha oraya benzin almaya da girmedim. Ancak, her defasında benzin istasyonunun önünden geçtikçe, parmaklarını kaybeden, artık bağlamasının telleri arasında parmaklarını dolaştıramayan hem o genci hem de yıllarca odasının duvarında sessiz sedasız bekleyecek olan bağlamayı anımsar, acılarını yüreğimde hissederim.

Bir de Anadolu’da, “Alişim” şiiriyle dile getirilen tarım işçinin sorunuyla, Avusturya’da kaza geçirmiş bu işçisinin arasındaki ortaklığı düşünürüm. Boğazıma düğümlenen acıyla, gözlerim buğulanır, müzik çalarımın sesini biraz daha açarak, yola devam ederim.

ALİŞİM

Rıfat Ilgaz

Kasnağından fırlayan kayışa
Kaptırdın mı kolunu Alişim!
Daha dün öğle paydosundan önce
Zilelinin gitti ayakları,
Yazıldı onun da raporu:
"ihmalden!"
Gidenler gitti Alişim,
Boş kaldı ceketin sağ kolu…
Hadi köyüne döndün diyelim,
tek elle sabanı kavrasan bile
Sarı öküz gün görmüştür,
Anlar işin iç yüzünü!
Üzülme Alişim, sabana geçmezse hükmün
Ağanın davarlarına geçer…
Kim görecek kepenek altında eksiğini
Kapılanırsın boğaz tokluğuna.
Varsın duvarda asılı kalsın bağlaman
Beklesin mızrabını
Sağ yanın yastık ister Alişim
Sol yanın sevdiğini.
Kızlarda emektar sazın gibi
Çifte kol ister saracak.

Göçmen Avusturya