Yandex
05 Aralık 2025 Cuma
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Afrika’yı sömürgecilikten arındırma mücadelesinde müzeler

Halim Gençoğlu

Halim Gençoğlu

Gazete Yazarı

A+ A-

Geçen hafta uluslararası bir konferans sebebiyle Almanya’da idim. Berlin Humboldt Müzesi'nde gördüğüm birkaç şeyi sizinle paylaşmak isterim. Şöyle ki müzenin İslam eserlerine ayrılmış bir bölümü var ancak Şii bölümü kaldırılmış zira görünüşe göre İran ile İsrail arasındaki gerilim sorun oluşturmuş. Bu durum şüphesiz İsrail lehine açık bir çifte standardı yansıtıyor.

Alman hükümetinin Siyonist İsrail’e verdiği desteğe rağmen, birçok Alman vatandaşının Orta Doğu’nun kadim şehirlerinde yaşayan insanlara ve şimdi de İran’a yönelik İsrail’in barbarca saldırılarına açıkça karşı durması umut verici. Hatta geçen cumartesi günü Alman vatandaşlarla Filistin için yürüyüşe de katıldım.

Humboldt Forum binasında müzenin bir de İslam eserleri bölümü var. İslam eserleri bölümünü vakit ayırıp bana gezdiren sayın Feride Gençarslan Hanıma içten teşekkürlerimi sunuyorum. Feride Hanım burada İslam'ın Sufi duruşunu gösteren çok güzel programlara imza atmış ve halen Osmanlı tasavvuf dünyasını tanıtan son derece etkili faaliyetler yapmaktadır. Bunları Almanya gibi İslam’a taraflı bakan bir dünyada başarabilmek şüphesiz ayrı bir meziyet ve cesaret ister.

SAVAŞ VE HIRSIZIKLA OLUŞTURULAN KOLEKSİYONLAR

Ben programdaki konuşmamda, müzelerin sömürgeci temellerini ve yalnızca nesneleri iade ederek değil, aynı zamanda bağlam ve özne kazandırarak bu kurumların sömürgecilikten arındırılması gerekliliğini anlatmaya çalıştım. Zira bu hususta Sarah Baartman ve Cezayirli direnişçilerin hem sembolik hem de gerçek hikâyeleri üzerinden müzelerin tarih boyunca Afrika anlatılarını nasıl susturduğu artık çeşitli platformlarda bahis konusu olmaktadır

Şöyle ki sömürge döneminde, Avrupa güçleri Afrika’dan büyük miktarda kültürel eseri çoğu zaman zorla, savaşla ya da doğrudan hırsızlıkla elde etti. Bu nesneler genellikle Batı’daki büyük müzelerde sergilendi. Bunlardan Benin bronzları, Nok terrakotaları, Etiyopya el yazmaları ve Aşanti taht mücevherleri, en bilinen yağmalanmış eserlerdendir.

Sömürgeleştirilmiş bedenler hem fiziksel hem de mecazi anlamda uzun süredir cam vitrinlerin arkasına yerleştirilmiş, rızaları olmadan yorumlanmış ve otoriter anlatılarla susturulmuştur. Bunun çarpıcı örneklerinden biri, 19. yüzyılın başlarında Güney Afrika’dan kaçırılıp Avrupa’da aşağılayıcı ucube gösterilerinde sergilenen Khoikhoi kadını Sarah Baartman’dır. Ölümünden sonra bile bedeni parçalanmış, korunmuş ve 20. yüzyılın sonlarına kadar Paris’te bir müzede sergilenmiştir.

Bu hikâye bir istisna değil, sömürge şiddetinin yalnızca topraklara ve ekonomilere değil, bedenlere, hafızalara ve anlatılara da sızdığının bir sembolüdür. Bu nedenle sömürgecilikten arındırma, yalnızca çalınan eserlerin iadesi değil, bağlamın, sesin ve öznenin de geri verilmesidir.

CEZAYİR KAFATASLARI VE ŞİDDET ARŞİVİ

Temmuz 2020’de, Fransız hükümeti 19. yüzyıldaki Cezayir işgali sırasında idam edilen 24 Cezayirli direnişçinin kafataslarını iade etti. Bu kafatasları, Paris’teki Musée de l’Homme’da bir asırdan fazla süre boyunca emperyal kibirin grotesk bir kalıntısı ve bilimsel örnekler olarak sergilenmişti.

Bu kalıntıların iadesi sadece sembolik değildi. Cezayirli akademisyenler, torunlar ve sivil toplumun yıllarca süren mücadelesiyle sağlandı. Talepleri yalnızca kemiklerin değil; onurun, tanınmanın ve kendi terimleriyle hatırlama hakkının iadesiydi.

Bu an, müzelerin tarihin pasif arşivleri değil, kolektif hafızayı (ve unutkanlığı) şekillendiren aktif aktörler olduğunu açıkça gösterdi.

AFRİKA ACININ MÜZESİ DEĞİLDİR

Müze mekânlarında Afrika’dan söz etmek çoğu zaman acıdan, kayıptan ve yokluktan söz etmek demektir. Oysa bu bakış açısı, kıtanın direncini, entelektüel emeğini ve yaratıcılığını göz ardı eder. Afrika, bir sömürge zaman kapsülünde donmuş değildir. Yaşayan, düşünen, üreten ve direnen bir kıtadır. 1990 yılında Nelson Mandela Birleşmiş Milletler önünde şöyle demişti:

“Apartheid, bir sömürgecilik biçimidir. Doğdukları topraklarda çoğunluğun demokratik haklarının inkârıdır.”

Mandela’nın sözleri, günümüzdeki müze söylemlerinde derin bir yankı buluyor. Kurumları sömürgecilikten arındırmak, yalnızca geçmişin adaletsizliklerini sökmek değil; susturulanların kendi tarihlerini anlatma ve yorumlama haklarını tanıyan müesseseler inşa etmektir.

Afrika Müze