17 Mayıs 2024 Cuma
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ağlamaya ‘mecalim’ yok

Levent Kırca

Levent Kırca

Eski Yazar

A+ A-

Gel de Zeki Alasya’dan söz etme. Birer ikişer gidiyoruz işte. Müjdat Gezen bir hafta kadar önce arayıp Zeki’nin karaciğer kanseri olduğunu, ağır olduğunu ağlayarak söyledi. Karşılıklı ağlaştık. Bir hafta sonra da ölüm haberini duydum. Hepimiz öleceğiz şüphesiz ama ölüm Zeki’ye hiç yakışmadı. Haberi duyduktan 2 saat sonra oyuna çıktım. Hep dilimin ucunda, hep içimdeydi. Denk getirip de nerede nasıl söyleyecektim. Daha da önemlisi dilim varmıyordu. Her insan ölür, ölecek. Hep söylerim önemli olan arkası, sonrası. Bilen bilmeyen her zamanki gibi elbette konuşacak, ahkamlar kesilecek. Öldüğünü duyduğumuzda bir arkadaşım “Elbette canım” dedi, “Bu kadar gece gündüz içerse olacağı budur.”. Zeki’yi tanımıyordu, sadece sinemadan, basından filan. Ama tanıyormuş gibi konuşuyordu, bilip bilmeden. Zeki’nin hiçbir kötü alışkanlığı yoktu. İçki içmezdi, sigara kullanmazdı. İçen Metin idi. O da onun bileceği işti. Her şey bir yana, Zeki iyi ve güzel bir insandı. Kalbi iyiydi. Onun da dahil olduğu Devekuşu Kabare Tiyatrosu, bir dönem Türk tiyatrosunda çok önemli bir soluktu. Bir efsaneydi. Bir daha da yapılamadı. Birisi için “İyi adamdı” diyebilmek, çok önemli. Çünkü bu vasıfta fazla kimse yok. Haksızlığa tahammül edemez. Eski yeni “solcu”, Cumhuriyet sever ve Atatürkçü idi. Bu nedenle başı çok ağrıdı. Seçim arifesi olduğu için siyasiler onu da Kayahan gibi kullanacak. Önünde saf tutacaklar. 

Her zaman söylüyorum. Bir elin parmakları kadar az sayıdayız. Sanata, sanatçıya bir şey yapacaksanız, sağlığında yapacaksınız. Öldükten sonra tepesine dikilmek kolay.  

O öldü, sanki ben öldüm. Yıkanıp, defnedileceğim. Türk tiyatrosunun kaybı büyük. Ailesine ve sevenlerine sabır diliyorum. 

BEN SALAK MIYIM! 

Zeki’nin üzerine birşey yazmak zor ama hayat devam edecek. Bir tane mütevazı kamyonetim var. Kadıköy’deki katlı otoparklardan birinde tırmanmaya çalışıyorum. Virajları biraz zor alıyorum. Arkada da bir araba korna çalıp duruyor. “Ya sabır” çekiyorum. Genç sürücü sabırsız gene kornaya basıyor. Virajı alamadığımdan ileri geri yapmak zorunda kalıyorum. Geri giderken gene yükleniyor kornaya... Açıp camı bağırıyorum “Sebep ne?” Yanıt “Ya arabama çarparsan!” “Ulan salak mıyım?” diyorum. “Olmadığın ne malum!” diye cevap geliyor. Bu cevap beni güldürüyor. Tartışmamın harareti sönüyor.  

İNANILMAZ DERS 

1 Mayıs’ta Taksim’e kutlama yapmaya gidenlerin önüne padişah yönetimindeki devlet, TOMA’ları, panzerleri, tankları, toplarıyla dikiliyor ve ellerinde ne varsa onları öldüresiye sıkıyorlar gençlere. Karşılığında gençler ne yapıyor. Dikkat buyurun! Gençler gülsuyu sıkıyor. Yanlış duymadınız gülsuyu serpiyorlar. Direnişin böylesi “Pes” dedirtiyor bana. Bir yanda “gaz” diğer yanda “gülsuyu”. Bu gençlerin önünde önümü iliklerim ve onları bir mizahçı olarak avuçlarım patlayana kadar alkışlarım.  

Bir Mayıs’ta Taksim’e girememek niye? Gelenek olmuş, bu bayram burada kutlanır. Başka bir bölgede kutlamak niye? Provakasyon olurmuş, olmaz. Tedbirini öyle bir alırsın ki hiçbir şey olmaz. Ben yönetici olsam, açarım Taksim’i. Hatta ben de aralarında olurum. Bir emirle Taksim’i kapamak, işin kolayından öte, güç gösterisi. Demokrasiden söz edeceksin. Hatta daha da ileri gidip bu komikliğe ileri demokrasi diyeceksin. “Devletimiz güçlü” diyeceksin. Sonra Taksim’deki gösteriden korkacaksın. 

TARİH PROFESÖRÜ 

Tuvalete gidip hacetimizi giderdikten sonra taharetleniyoruz çömelmeli tuvaletlerde. Musluğun altındaki bir naylon kaba birikmiş suyu avucumuzla götürüyoruz mabadımıza. Ne kadar başarılı oluyoruz ne kadar hijyenik, tartışılır. İki büklüm sırılsıklam oluyorsun. Üstelik temizlenemiyorsun. Oturmalı tuvaletlerde yapacaklarımızı oturduğumuz yerde yaparken popomuza uzanan bir bakır borudan gelen su temizlenmemizi kolaylaştırıyor. Üstelik bu icat bir Türk icadı. Adam suyu yumurta kapısına kadar getirmiş. Avrupa’daki tuvaletlerde bu boru yok. Avrupalı işi bittikten sonra kuru kuru çekiyor donunu. Versay sarayında altyapı yapmamışlar. Tuvalet de yok. Madamlar, hacetlerini perdelerin dibine, mermerlerin üzerine yapıyorlar. Üzerine de renkli tüy dikiyorlar. Uşakları, kurumuş kakaya kulp olmuş tüyden tutup bahçeye atıyorlar kakayı. Oyunu seyreden tarih profesörü ilave etti. Pis kokusunu örtbas edebilme için Avrupalı bugün “parfüm” dediğimiz adı o zaman “kokulu su” olan şeyi icat etmiş. İngiltere’nin Londrasında caddede yürüyenlerin başına evlerden atılan kaka torbası isabet etmesin diye şemsiye icat olmuş. Ayrıca yüksek topuklu ayakkabılar da kakalara basmamak için yükselmiş.
Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları