II. Dünya Savaşı yıllarında iki Türk öğrencinin Güney Afrika'daki hazin hikayesi
1930'larda Cape Town'un hareketli sokaklarında, iki zeki Türk genci bir hayal peşinden gitmekteydiler. Irk, din ve etnik kimliğin sıkça toplumun kaderini belirlediği bir toprakta, onlar insan şifacıları misali doktor olmayı istediler. Şehir, o dönemde Güney Afrika'nın büyük kısmı gibi, derin ırksal ve kültürel ayrımlarla doluydu. Ve o dönemde, Cape Town Üniversitesi'nde (UCT), kolonyal önyargılarla yönetilen bir sistemin sert gerçekleri ortaya çıkıyordu.
Bunlardan biri, dedesi Erzurum’dan Ümit Burnu’na gelmiş bir Osmanlı alimi Ebubekir Efendi’nin torunu olan Türk kökenli genç bir adam Muhammed Şükrü Efendi, her zaman doktor olmayı hayal etmişti. Bo-Kaap mahallesinde doğup büyüyen ve bilim ile ilimin her şeyin önünde tutulduğu bir evde yetişen Muhammed'in hırsı, onu Güney Afrika'da eğitim almaya yönlendirmişti. Kendinden yaşça bir hayli büyük olan kuzeni Havva Hayrünnisa hanım türlü zorluklarla da olsa Londra’da tıp tahsili yapmış ve bir süre İstanbul’da çalıştıktan sonra Cape Town’a dönmüştü.
MUHAMMED ŞÜKRÜ’NÜN KARARLILIĞI
Ancak Muhammed Şükrü’nün Güney Afrika’daki eğitim yolculuğu, basit bir akademik arayış olmayacaktı. Bir Müslüman olarak onun serüveni, o dönemde Güney Afrika toplumunu tanımlayan ırkçı politikalara sıkışıp kalmıştı. Akademik parlaklığına rağmen, sadece beyaz olmayan öğrenciler için ayrımcılığa uğramış okullara yerleştirilmişti. Muhammed’in eğitim alabileceği tek yer, coloured denilen renkli ve siyahi Güney Afrikalılar için bir okul olan Trafalgar Lisesi'ydi. Oysa onun entelektüel kapasitesi ve hayalleri, daha prestijli beyaz okullarındaki akranlarıyla eşdeğerdi. Ancak buna rağmen Muhammed Şükrü’nün kararlılığı sarsılmadı. Azmiyle, nihayetinde beyaz Güney Afrikalılar için yoğun bir şekilde ayrılmış olan, Güney Afrika Koleji Okulu (SACS) gibi elit okullardan gelen öğrencilerle dolu olan UCT’nin tıp fakültesinde bir yer kazanmıştı.
HRİSTİYAN TÜRK
Öte yandan Türk kökenli ancak Hristiyan bir ailede büyüyen Güney Afrika’daki son Osmanlı başkonsolosu Mehmet Remzi Bey’in tek oğlu Reginald Remzi-Bey ise Güney Afrika'da çok farklı bir deneyim yaşamıştı. Rus asıllı annesi tarafından yetiştirilen Reginald’in Hristiyan kimliği, onun beyaz Güney Afrikalılar için köklü ve prestijli bir okul olan SACS'a kabul edilmesini sağladı. O da Türk kökenliydi ancak Reginald’in dini Hristiyanlık, sömürgeci yönetim için büyük bir fark yaratmıştı. Hristiyan bir Türk olarak, bir İngiliz sömürgesi Güney Afrika’da Reginald’in önüne açılan kapılar, Müslüman olan Muhammed için tamamen kapalıydı.
Reginald, bir beyaz Hristiyan olarak SACS’in koridorlarında ayrıcalıklarla yürürken, Muhammed, onu "diğerleri" kategorisinde gören bir toplumun ayrımcı uygulamalarıyla karşı karşıya kaldı. Zira yasaya göre o ne tam anlamıyla bir Güney Afrikalı idi, ne de tam anlamıyla bir beyazdı.
FOTOĞRAFINI BİLE ÇEKMEDİLER
Muhammed Şükrü’yü, hayallerinden alıkoymaya çalışan sistemik ırkçılığa rağmen, 1942’de tıp eğitimini tamamladığında, bu zaferi acımasız bir dışlanma eylemiyle gölgelendi. Diğer tıp fakültesi arkadaşlarıyla birlikte mezuniyet fotoğrafı çekme fırsatından mahrum bırakıldı.
Reginald ise, bir Hristiyan Türk olarak, sınıf arkadaşlarıyla birlikte başarılarını kutlama anında gururla durabilirken, Muhammed bu sembolik andan uzak tutulmuş ve dışlanmıştı. Aynı sınavları geçmiş, tıpkı diğer öğrenciler gibi sıkı çalışmış ve akademik çevreye eşit şekilde katkı sağlamıştı, ancak kimliği, bu son kutlama anına dahil edilmek için yetersiz görülüyordu. Muhammed Şükrü benim bir çalışmamdan sonra geç de olsa Cape Town Üniversitesi’nin ilk Müslüman ve ayrımcılığa uğramış tıp öğrencisi olarak 2023 yılında üniversitemizde anıldı.
Bugün, Cape Town üniversitesinin tıp fakültesi ve aslında tüm ülke, sadece Güney Afrikalılar için değil, ırk ve din baskılarıyla marjinalleşmiş tüm insanlar için, onun öncü rolünü tanımalıdırlar. Güney Afrika’da Nelson Mandela gibi ülkenin özgürlüğü için savaşan liderlere ilham olan daha nice Türk kökenli şahsiyetler vardır.