Gönül Kenter

kentergonul@gmail.con

Son Yazıları

Soruya cevap ver Trump!

Bir Türk gazetecisinin yönelttiği soru üzerine ABD Başkanı Trump'ın ima dolu, kaba ve küçük düşürücü cevabı Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Washington ziyaretine şüphesiz damga vurdu...Soru şöyle: "Obama'nın yanlış, hatalı dış politikalarını devraldınız. Bu yanlış politikalardan biri ABD'yi PKK ve Suriye'de YPG gibi terörist gruplarla ortaklık ettirmekti. Şimdi siz bunların Türkiye-ABD ilişkilerine verdiği zararı düzeltmeye çalışıyorsunuz. Ancak, siz bir yandan da YPG'nin sözde lideri Mazlum Kobani'yi Beyaz Saray'a davet ettiniz. Bu kişi Türkiye'de en az 18 terör saldırısından sorumlu, bu saldırılar 184 asker ve 48 sivilin hayatını kaybetmesine sebep oldu. Bugünkü görüşmeden sonra hala onu Beyaz Saray'a çağırmayı düşünüyor musunuz? Ki bu Türk halkı için son derece üzücü ve kırıcı olur."

Gazeteci sorusunun girişinde Trump'ın örneğin terör örgütü YPG'ye gönderdiği binlerce TIR silahtan bahsetmeyerek, ABD'nin saldırgan Suriye politikasından sadece eski başkan Obama'yı sorumlu göstererek Trump'ı neredeyse aklama çabası içinde olduğu izlenimi veriyor.Soru, çikolatalı pasta yerken Suriye'de Tomahawk füzeleriyle sivilleri bombalama emri veren Trump için aşırı nazik...Gazeteci hanım Mazlum Kobani'den bahsederken de kadife eldiven takmış, açıkça terörist başı diyemiyor...

Yazının Devamı

NATO öldü!

Barış Pınarı Harekatı ve Soçi Anlaşması Avrupa merkezlerinin psikolojisini bozdu. “Oyunun dışında kaldık” psikozuna girdiler, ileri geri konuşmaya başladılar. Orta Doğu’nun uzlaşıya Batı’sız daha yakın olunduğunu görmek onları çileden çıkardı. Açıklamalar dağıldıklarını gösteriyor. Macron’un Perşembe günü “NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiği” yönündeki sözleri buna örnek. Fransa Cumhurbaşkanı ABD ve diğer üye ülkeler arasındaki koordinasyonsuzluğa, Türkiye’nin kendi başına hareket etmesine öfkeli. Amerika’nın Suriye’de liderlikten çekilmesine, Türkiye’nin oraya askeri harekat yapabilmesine öfkeli. Küresel güç dengeleri değişiyor, egemenlik ellerinden uçuyor, arkayı yasladıkları NATO’ya karlar yağıyor. Nasıl öfkeli olmasın?Macron’un NATO’nun öldüğünü ilanının ardından Merkel’in “Avrupa için Transatlantik ortaklık hala esastır, ancak Avrupa giderek artan bir şekilde kendi güvenliğini kendi eline almak zorundadır” açıklaması durumun vehametini örtmüyor, tam tersine. Barış Pınarı ve Soçi Anlaşması; taşların yerinden oynadığını, Avrupa ile Atlantik’in birbirinden koptuğunu, herkesin kendi başının çaresine bakmak zorunda kaldığını bir kez daha gözler önüne serdi. 70 sene kanlı NATO tarihi sonuna yaklaştı, bu sömürü düzeninin böyle devam etmeyeceği artık kesinleşti.

ALMANYA MGK İSTİYOR!Sıkı durun, senelerce “askeri vesayet altında” gerekçesiyle Türkiye’yi “demokratik olmamakla” suçlayan Almanya, şimdi kendisi için Milli Güvenlik Kurulu istiyor. Macron’un NATO’yu klinik mevta ilan ettiği saatlerde Almanya Savunma Bakanı Münih kentinde Askeri Üniversite’de yaptığı konuşmada Almanya’nın güvenlik ve dış politikasının yeniden düzenlenmesi gerektiğini söyledi. Kramp Karrenbauer Almanya’nın stratejik çıkarlarını korumak için yurt dışında askeri bağlamda aktif olmasını öngörüyor. Bayan Kramp Karrenbauer Mali’den tutun dünya liderliğine soyunan Çin Seddi’ne kadar; özellikle Doğu Asya ve Hint Pasifik bölgesine Alman çıkarları için Alman askerlerini göndermek istiyor. Gerekçe olarak İslamcı terör ağlarına karşı mücadele, ticaret yollarının korunması gibi bir sürü misyon gösteriyor. Kramp Karrenbauer Almanya’nın tıpkı Fransa, İngiltere, ABD gibi Hint Pasifik’te de askeri varlık göstermesini istiyor. Çin ve ABD arasındaki egemenlik rekabetinin Avustralya, Japonya, Güney Kore, hatta Hinditsan’ı etkilememesi için, gelecek otoriter baskılara karşı bu “dost ülkeler” yalnız bırakılamaz diyor. Bayan Kramp Karrenbauer bu bağlamda Almanya’nın yurt dışındaki askeri varlığını koordine etmek üzere Milli Güvenlik Konseyi oluşturulmasını, ayrıca askeri harcamaların artırılmasını talep ediyor. “Bu kadın resmen savaş tam tamları çalıyor, sömürge Almanya’sı istiyor” diyen üç beş Alman blogger dışında konuya itiraz eden pek çıkmadı. Normal Alman vatandaşı da zaten ne olup bittiğinin pek farkında değil. Şansölye Merkel bu fikri parlak bulduğunu açıkladı, eh fena mı olur pastadan pay kapma savaşlarının yürütüldüğü bölgelerde Alman askerlerinin olması? Suriye’nin Kuzeyinde de kendi askerleri olsaydı keşke... Yıllardır özellikle PKK terörüne karşı mücadelede TSK’nın eline neredeyse kelepçe vurdurmak isteyen, her fırsatta bölgede güçlü TSK istemediğini hissettiren Almanya şimdi dış politikada etkin olmak istediği yerlerde kendi askerini istiyor. Türkiye’deki “MGK Siyaset Belgesi ile yönledirilen yerde demokrasi mi olurmuş” diye dudak bükmeyi bu odaklardan öğrenmiş sözde solun, liberallerin kulakları çınlasın. Stratejik kilit konumdaki coğrafyamızda TSK’nın varlığının pastadan pay kapma savaşları için değil, Türkiye’nin güvenliği için ne kadar hayati ve kutsal olduğunu birgün onlar da kavrayacak.

Yazının Devamı

Barış Pınarı Avrupa’yı panikletti

Trump’ın Amerikan askerlerini Suriye’den çekeceği açıklaması, kendini ABD ile “ortak değerler ve çıkarlar” topluluğu olarak anlayan Avrupa’yı fena sarstı. Trump’ın adımı ihanet kategorisine alındı, Türkiye’nin “Barış Pınarı” harekatına dolaylı izin vermesi de çifte ihanet olarak görüldü.

ABD’nin “IŞİD’e karşı savaş” koalisyonundan çekilmesinin Avrupa için ne anlama geleceği Brüksel’de en üst düzeyde tartışılırken, Trump’a duyulan tüm öfke, Erdoğan ve Türkiye’ye yönlendi.Ankara’nın uzunca zamandır diplomatik yolları deneyerek harekâtı sürekli ertelemesi Avrupa başkentlerini o kadar umutlandırmıştı ki, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Fırat’ın doğusunu teröristlerden arındırmak için hamle yapmayacağına inanmışlardı.

Yazının Devamı

Çin Muhalefetinin Dış Karargahı Almanya

Başlık German Foreign Policy adlı strateji organının 12.9.1919 tarihli sayısından. Gördüğümde kendimi acı acı gülümsemekten alamadım, Almanya deyince Türkiye karşıtı faaliyetlerin odağı aklımıza gelir normalde, ancak daha fazlası söz konusu. Dünyada iç karışıklıkların kışkırtıldığı, NATO destekli darbelerin yaşandığı hangi ülkenin sözde muhalifleri soluğu Almanya’da almıyor acaba? Berlin onların ödeneklerini sağlar, krallar gibi karşılar, barış ödülleri verir, gerekirse hepsini baş tacı yapar, hatta vatandaşlığına geçirir; ama onun dış politikada “bölücülük” eksenindeki “zayıflatma” faaliyetlerinin bir parçası olma karşılığında.Bunları 15 Temmuz darbe ve işgal girişiminden sonra FETÖ’ye açılan kucaktan biliyoruz. Berlin’in neredeyse yarım asırdır, yasak dese de, PKK’ya destek ve sempatisini bilmeyen mi var? Atlantik’in Siyasal İslam tezlerini destekleyip laik Türkiye Cumhuriyeti’nin dibine dinamit koyacak dinci unsurların iktidara taşınmasında yine Almanya’nın desteği küçümsenmemelidir. Haritada nereye baksanız “bölücülüğü” dış politikasının doktrini yapmış “Alman etkisi” gerçeğiyle karşılaşıyorsunuz. Venezuela’dan, Çin’e, eski Yugoslavya’dan Ukrayna’ya, Türkiye’den Büyük Britanya’ya kadar durum böyle.

Berlin büyük bir küstahlıkla anayasa ve federasyon tartışmasının yapıldığı “Yeni Türkiye” konferansında sadece PKK temsilcilerine ve FETÖ ajanlarına, TC düşmanlarına mı ev sahipliği yapıyor? Geçtiğimiz haftalarda Hong Kong’lu aktivist Joshua Vong da Berlin’in davetlisiydi. Devlet adamıymış gibi bizzat Dışişleri Bakanı Maas tarafından kahramanlar gibi karşılanarak, onuruna göz kamaştırıcı bir resepsiyon verildi. Yapılan basın konferansında Vong’a “Çin’e Karşı Eylem Planı” ı açıklama olanağı sunuldu.

Yazının Devamı

YAŞ kararları, Rus silahları ve NATO’cular

Son YAŞ kararlarında 127 general ve amiralin yerinin değiştirilmesi, ardından cephedeki yüksek rütbeli subayların istifaları... "Orada ne oluyor" diye endişelenirken...Terörle mücadelenin en yetkin Komutanları Tuğgeneral Ercan Yaşin ile Manisa İl Jandarma Komutanı Tuğgeneral Erhan Can’ın, 30 Ağustos’tan itibaren emekliye sevk edildikleri haberi geldi.Yaşin, 15 Temmuz sonrası Tuğgeneral yapılıp Şırnak gibi kritik bir yerde Komando Tugay Komutanlığı görevine getirilmiş üstelik. Bu iki değerli komutanın görevden alındığı yetmezmiş gibi, Resmi Gazete’de yayımlanan kararnameden, Jandarma’da Tümgeneral ve Korgeneral rütbesine kimsenin getirilmediği anlaşılıyor.Terörle mücadelede ismi ilk sırada dillendirilen komutanların terfi ettirilmemesine yönelik Atama Kararnamesi’ne Ağacın Kurdu kitabının da yazarı Emekli Jandarma Kurmay Albay Mustafa Önsel’den tepki var: "Terfi etmesi gerekenlerin hiçbiri Tümgeneralliğe terfi etmedi. Sayıları çok azalan terör örgütü PKK ile mücadelenin sembol isimlerinin hiçbiri Tümgeneralliğe terfi etmedi, Korgeneralliğe terfi etmedi. Teğmenlikten beri PKK ile mücadele edenler Tümgeneral yapılmalıydı. İki General emekli edildi. Onlardan biri Ercan Yaşin." Mustafa Önsel gibi FETÖ’cülerin hedefi olmuş Emekli J. Kurmay Albay Güven Şağban da isyan etmiş: "Ercan Yaşin’in emekli edilmesine çok üzüldüm. Kendisi terörle mücadelede çok tecrübelidir. Güneydoğu’da çok başarılı görevlerde bulunmuştur. Emekli edilmesi haksızlık olmuş. Liyakatli olanların terfi etmesi gerektiğine inanıyoruz."Haberi okuyup, üzülmemek ne mümkün? Şehit haberleri kadar üzücü. Türkiye’de terör bitti mi?Hayır!Türkiye terörle mücadelede belki de en tehlikeli dönemeçlere gebe yeniden. Durum dışardan biz normal vatandaşlar için şöyle görünüyor: Terörle bağlantılı HDP kapatılmasın, provokasyonlar, bölücü siyaset zemin kazansın ama TSK’nın, Jandarma’nın Batı’lı devletlerde bile çok nadir yetişebilen sahada kendini kanıtlamış gözbebeği subayları bir kalemde oraya buraya atansın, emekli edilsin, istifa ettirilsin, daha yüksek pozisyonlara getirilmesin...Bu muazzam birikimili subaylar sanırsınız bir gecede yetişiyor... Atamalar, zorunlu emeklilikler bana açılımın uğursuz günlerini anımsattı.TSK, Jandarma hendekleri engellemek istedikçe Alman basınında Merkel’in kurmaylarından "Erdoğan’a baskı yapılmalı, TSK Kürtlerin (PKK) üstüne gitmesin" gibi küstah sesler yükselirdi.Açılımda; TSK ve Jandarmanın eli, harekat yetkisi valilerin iznine tabi tutularak ne çok bağlanmıştı. PKK ve uzantısı HDP şehirlerin dibini rahatlıkla cephaneye dönüştürmüşlerdi... Bedeli ağır oldu... Mehmetçik verilen tavizlerin bedelini kanıyla, canıyla ödedi.TSK’nın, Jandarmanın gözbebeği konumundaki yüksek rütbeli subaylarının son YAŞ kararlarından sonraki akıbeti "açılım sinsice devam ediyor" şüphesini uyandırdı.Jeostratejik konumu dolayısıyla, Türkiye’nin mücadelesinde güçlü bir Orduya ebediyen ihtiyaç varken, TSK ve Jandarma’nın AB/D’nin istekleri doğrultusunda küçültülmesi, özelleştirilmesi, okullarına, hastahanelerine, binalarına el konulması, geleneğinden ve Atatürkçü hafızasından, o ruhtan uzaklaştırılması Batılıları elbette sevindiriyor, çünkü "TSK küçülmeli, vesayet bitmeli" derken tam tersinin olacağından eminler, bölgede kendilerine rakip ordu paralize ediliyor. Türkiye’nin basiretsiz siyasileri TSK’nın Türk halkının tek güvencesi olduğunu elbette biliyorlar, ama o kutsal yüce çınara darbe vurmaktan geri kalmıyorlar. ABD madalyalı Milli Savunma Bakanımız da general istifalarını, haksız emeklilikleri "büyütmenin anlamı yok" diye geçiştiriyor. Türk halkının kaygılarını duymuyor.Batılı devletler böyle gözde subaylarını ne istifa ettirirler ne de emekli ederlerdi. Hele Türkiye gibi bir coğrafyada olsalardı ölesiye kadar en az danışmanlık görevinde tutarlardı.Savurganlıkların sonu yok, birikim her bağlamda ne yazık ki heba ediliyor!

RUS SİLAHLARI VE NATO ÜYELİĞİ CB Erdoğan’ın Rusya ziyaretinin ardından Rus savaş uçağı Su-57’nin F-35’lere "alternatif olabileceği" açıklamasını yapmasıyla, Atlantikçiliği ile bilinen CHP’li Sn. Ünal Çeviköz’ün "Türkiye’nin bir NATO üyesi olduğunu unutmaması, NATO yükümlülükleriyle uyumlu olmayan silah tercihleri yapmaya devam ederse Türkiye’nin güvenliği açısından ciddi sorunlar yaşanabileceği" uyarısını yapması bir oldu. Benzer bir açıklama da Sn. Uluç Gürkan’dan geldi "Su-57 krizi S-400’lerden daha büyük olur, en önemlisi NATO üyeliği unutulmamalıdır" dedi. Kendilerinden "tarihin en kanlı saldırı örgütü" NATO’ya üyelikle Türkiye’nin hangi güvenlik sorunları yaşadığını, önünün sürekli kesildiğini, bölünme noktasına nasıl getirildiğini sorgulamalarını istemiyorum. ABD’nin F-35’leri Türkiye’ye kendisinin vermeyeceğini açıkladığını unutmasınlar yeter. Zaten, Rusya da, ABD’nin bu açıklamasının üzerine Su-57’leri vermeyi, hatta ortak üretmeyi teklif etti. Unutulmasın.Emekli Hava Pilot Tümgeneral Sn. Beyazıt Karataş’ın da dediği gibi Türkiye kendi savaş uçaklarının yapımına elbette bir an önce başlamalıdır. Ancak Türkiye Rus silahlarına yönelirse ne olur? Kıyamet NATO üyesi olduğu için mi kopar? Yoksa, Amerikan silah sanayinin dünya piyasalarında prestiji mi sarsılır? Almanya’da da böyle durumlar yaşanıyor. NATO’nun Atlantik ötesi oluşumlarının dergahından geçmiş, ATLANTİKÇİ, SOROS’çu, BİLDERBERG’ci siyasetçiler, gazeteciler her yerde. Her halükarda Almanya’da propaganda farklı işliyor "bak NATO üyeliğine ters düşer" sopası yerine "öcü Rusya" korkusu yayılıyor, Almanya’nın güvenliği için NATO savunmasına bütçesinden daha fazla para ayırması isteniyor. Bu bağlamda yapılan tartışmalarda NATO karşıtları birkaç gün önce ABD’nin F-35’lerinin Su-57 karşısında şansı olmadığını gösteren uzman raporlarını açıkladılar. Su-57 veya S-400’ler farketmez, Rus savaş uçakları veya savunma füzeleri teknolojide kat kat üstün, ikincisi ABD’ninki gibi dünyanın en pahalı silahları değil. Örnek; F-35’lerin tekinin fiyatı 120 milyon dolar, buna karşılık Su-57’ler muhtemelen bu fiyatın yarısı kadar, üstelik daha modern. Rus S-400’lerin ABD Patriotlarına göre durumu da aynı, daha ucuz ve güvenilir. Yıllarca silah üretiminde rakipsiz ABD’de her türlü rüşvetin döndüğü danışmanlar ordusu, lobi şirketleri, devasa savunma konsernleri devrede, bu nedenle fiyatlar uçtukta uçuyor. Rusya’da durum farklı, tüm bu kurumlar devre dışı, herşey devlet elinde, dolayısı ile fiyat ve kaliteye yansıyan verimlilik söz konusu. Ayrıca, Rusya "yok silahları alırsınız almazsınız, benden almazsanız yaptırımlar yolda" gibi sapır saçma tehditlerde bulunmuyor. Rusya, dünya piyasalarında ABD savunma sanayi için ciddi rakip, ABD’ci, NATO’cuların endişesi de bundan, yoksa üyelik vs bahane.

Yazının Devamı

Akıl tutulması

Güvenli Bölge Mutabakatı, ABD'nin petrol coğrafyasındaki egemenliğini korumasına hizmet eden son aşama mı?Irak'ın işgali...Kuzey Irak'ın inşası; Barzani, Peşmergenin denetim altına alınması...Ardından Suriye...Suriye'ye girebilmek için işletilen BOP projeleri...Ankara'da iktidara getirilen, TSK'nın kurmay aklını Silivri zindanlarına tıkan İslamcılar sayesinde Suriye'de başlatılan kirli savaş...Suriye topraklarının en zengin alanlarının işgal edilerek ABD'nin kara gücü PKK/YPG'ye verilmesi.Kurulan askeri üsler, milyar dolarlık silah yığınağı, Kürt Koridoru...Ve Türkiye...

"Kemalist vesayetten kurtulacağına" inandırılan AKP'ye pompalanan "Osmanlıcılık" hayali üzerinden, Türkiye Cumhuriyeti'nin temeline döşenen federasyonculuk mayını...15 Temmuz işgal girişimine kadar sürdürülen açılım ihaneti...Sn. Cumhurbaşkanı, canına kasteden 15 Temmuz ihanetini bugünlerde unutmuşa benziyor. Yoksa eli kanlı ABD'yle bir kez daha pazarlık masasına nasıl otururdu? FIRAT'A İKİNCİ ERTELEME

Yazının Devamı

S-400'ler, Batı tehditleri ve Kıbrıs

Alman silah ihracatı bir önceki yıla göre rekor kırmış. Alman hükümetinin 2019'un daha ilk yarısında verdiği 5.3 milyar avroluk silah ihracatı onayı, 2018 yılının aynı zaman dilimindeki hacmini yüzde 107 oranında aşmış.

Federal hükümetin güncel açıklamalarından, Almanya'nın Yemen'e karşı saldırı savaşı yürüten Suudi Arabistan dışında, Suudilerin savaş ortağı Birleşik Arap Emirlikleri'ne de milyarlık silah ihracatı yaptığı ortaya çıktı. En büyük müşteri Almanya'ya pek sıcak bakmayan NATO ve Avrupa Birliği üyesi; ortak Macaristan!.. Berlin ve Budapeşte'nin arasının limoni olduğu herkesin malumu. Almanya buna rağmen geçen sene Macaristan'a 1.76 milyar avroluk silah satmış...

Yazının Devamı

Soros'un Askerleri

Geçtiğimiz günlerde yayımlanan Soros Listesi, Avrupa Parlamentosu'nun 226 milletvekilinin tamamıyla Soros'un emrinde olduğunu gösterdi.Listede, Avrupa Parlamentosu eski Başkanı Martin Schulz'dan başlayın, eski Belçika Başbakanı Guy Verhofstadt, Avrupa Parlamentosu'nun yedi başkan yardımcısı, koordinatörler, komisyon başkanlarına kadar herkes var.Soros Listesi; 226 milletvekilinin (751 sandalyesi olan Avrupa Paralamentosu'nun üçte biri) tamamiyle Georg Soros'un kontrolünde olduğunu ifşa ediyor.

"Soros Ağının" Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Birliği'nin diğer kurumlarında geniş bir etkiye sahip olduğu açıkça herkes tarafından bilinen bir sır olsa da, böyle bir listenin belgelenmiş varlığı Avrupa Birliği ve kurumlarına ciddi gölge düşürüyor.

Yazının Devamı

'Almanya'nın tazminat utancı'

Atina, İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi Almanya'sının işgali sırasında Yunanistan'da sebep olduğu zararların karşılanması için 17 Nisan'da Berlin’e bir nota vererek, tazminat müzakerelerinin başlatılmasını talep etti.Yunanistan, Almanya'dan Yunan halkına yaşattırılan büyük kayıplar için 288 milyar avro tazminat istiyor. Yunanistan'ın Birinci Dünya Savaşı'ndan kalan talepleri de var. Toplam 320 milyar söz konusu.Gelgelelim Almanya bahsedilen tazminatları asla ödemek istemiyor, yan çiziyor.Berlin, 5 Mayıs Çarşamba günü Dışişleri Bakanlığı'dan bir sözcüye "1990'da imzalanan İki Artı Dört Antlaşması ile tazminat dosyasının yasal ve siyasi olarak tamamiyle kapandığı" açıklamasını yaptırdı.Almanya sadece Yunanistan'a değil, benzer konumdaki Polonya'ya da özür dilemek dışında "her türlü tazminatı" reddediyor.Ancak, Almanya'nın uluslararası hukuk sahasında uzmanlaşmış Profesör Andreas Fischer-Lescano gibi öne çıkan isimleri açıklamayı "tek taraflı, keyfi ve kabul edilemez" buluyor.Bu çevrelerde, İki Artı Dört Antlaşması yapılırken Yunanistan'ın o masada bulunmaması nedeniyle Almanya'nın gerekçesinin "geçerli olmadığı" görüşü hakim. Ana akım Alman medyasında yer almasa da, Berlin'in, Atina'ya karşı tazminatları ödememek için böyle bir yola baş vurması "Almanya'nın utancı" olarak değerlendiriliyor.İBRETLİKAlmanya'nın II. Dünya Savaşı sırasında Yunanistan'da sebebiyet verdiği yıkımlar ve katliamların tazmininden kaçış biçmi; mağdur ülkelerin anlaşmalarla garanti altına alınan haklı taleplerini on yıllarca ertelemesi, anlaşmaları sulandırması, sonunda verilen sözleri yok sayması "ibretlik"...Uluslararası İlişkiler'de "ders" alınacak cinsten.İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminde Federal Almanya Cumhuriyeti'nin yasal selefi Hitler Almanya'sının Yunanistan'da sebep olduğu zarar ziyanın karşılanması hemen söz konusu değil.Almanya savaştan çok kısa süre sonra imzaladığı antlaşmalarla tazminat sözü veriyor, ancak o antlaşmalarla verdiği sözleri, yine bir antlaşmayla, diplomatik bir manevra ile iptal ediyor.Anlamak için aşağıdaki antlaşmalara bakmak yetiyor:* 2 Ağustos 1945 tarihli Potsdam Anlaşması'nda Almanya "işgal altındaki ülkelerde" yol açtığı "zararlar ve verdiği acılar" için "mümkün olan en büyük ölçüde telafi yoluna" gideceğini belirtiyor.* 14 Ocak 1946'da Paris Tazminat Antlaşması'nda Yunanistan'a 1938'in alma gücüne dayanarak 7,181 milyar Amerikan doları (2010 yılının 106,5 milyar dolarına denk) tazminat kararlaştırılıyor.Almanya ekonomik olarak durumunu düzelttiğinde ise, ilk işi Yunanistan gibi ülkelere tazminat ödemek yerine, galip devletlere borçlarını ödemek oluyor.* 27 Şubat 1953 tarihli Londra Borçların Ödenmesi Anlaşması; Almanya'nın öncelikle dış borçların ödemesini öngörüyor.Bunu yapması için de Almanya'ya borçlarının yüzde ellisinin silinmesi gibi çok cazip bir teklif yapılıyor. Aynı Antlaşma'nın 5. Maddesi, 2. Fıkrası'nda ise "tazminatların ödenmesi nihai bir tarih belirlenesiye kadar" erteleniyor.Tazminatların ödenme tebliği için bir yıl sonra, 23 Ekim 1954'te imzalanan Paris Antlaşması'nda, Almanya tazminat müzakerelerine başlamayı eski muhalifleriyle Barış Anlaşması yapılması koşuluna bağlıyor.Barış Antlaşması imzalanmadan masaya bir daha tazminatlar konusunun getirilmesini istemediğini deklare ediyor.Dolayısı ile savaş ziyanlarının tazmini meselesi 1990'a kadar rafa kaldırılıyor.Sonunda iki Almanya'nın birleşmesini sağlayan o tarihi İki Artı Dört Antlaşması, 12 Eylül 1990'da Batı ve Doğu Almanya ile Galip Devletler arasında imzalanıyor. ABD, Sovyetler Birliği, Fransa, Büyük Britanya o zamana kadar işgal altında olan Almanya'dan "hak ve sorumluluklarından feragat ettikleri" açıklıyor.BARIŞ ANTLAŞMASI HASIR ALTIBit yeniği tam da burada bulunuyor. Almanya'nın 1990'a kadar tam 36 yıl tazminat için şart koştuğu Barış Antlaşması birden ortadan kayboluyor. Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla, anlaşmanın yapılacağı günler gelip çattığında "Barış Antlaşması'dan büyük bir "ustalıkla" çark edilerek, onun yerine bilinçli biçimde isim değişikliğine gidiliyor ve İki Artı Dört Antlaşması masaya konuyor...BONN HÜKÜMETİ'NİN İFLASISiyasi yorumcular bugün Almanya'nın büyük "oyalama taktiği" ile tazminatlar konusunu 1990'lara kadar erteleyip, ardından "Bonn Hükümeti'nin hamlesi" ile tazminattan kaçabilmesini "diplomatik hile" (!) olarak görüyor.O günlerde Helmut Kohl Hükümeti'nde Bakanlık Müşaviri olan Horst Teltschik'in (Telçik) 15 Mart 1990 tarihinde Başbakan Kohl'e sunduğu raporda "Barış Antlaşması masaya getirilirse tazminat konusunda somut adımlar adım atmamız kaçınılmaz olur, sıkışırız... Bu nedenle Barış Antlaşması taleplerine itiraz etmemiz önceliğimiz olmalıdır..." ibareleri yer alan yazışmalar dikkat çekiyor.Teltschik, İki Artı Dört Antlaşmaları imzalandıktan 25 yıl sonra itiraflarında:"Barış Antlaşması olmadığı için, tazminat talepleri de söz konusu olmadı...Bilindiği gibi Nazi rejimi dünyada 50 ülkeyle savaş halindeydi, düşünün bir kere Barış Antlaşması'nın imzalanması bizim için müzakere masasına 50 ülkenin tazminat talebinin konması anlamına gelecekti..." diyor.

Yazının Devamı

Yemen ‘soykırımı’

Yemen! Kanayan yara...Bir deri bir kemik kalmış ceylan gözlü masum yavruların açlıktan ölüme terk edilişteki son bakışları...Parçalanmış küçücük bedenlerinin fotoğrafları...Batı basınının genellikle hiç yokmuş gibi davrandığı, çoğu kez sadece sosyal medyada yer alan, her seferinde hafızaya ok gibi saplanan emperyalist vahşetin kareleri.Yaşatılan acılara yüreğin yetmediği, bir halkın çığlığının susturulduğu yer,Yemen...Coğrafyayı kasıp kavuran, kana bulayan emperyalist zulmün ateşi, Yemen’de de düştü içimize.YEMEN HALKI YOK EDİLİYORABD, Mısır, Bahreyn, Katar, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün, Fas, Sudan ve Senegal koalisyonu Mart 2015’ten bu yana Yemen’e karşı savaş yürütüyor. Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) verilerine göre Yemen’de savaşın başlatılmasından itibaren en az 7 bin 300 çocuk katledilmiş. Resmi olmayan rakamlara göre on binlerce kurban söz konusu. 85 bin çocuğun açlık nedeniyle ölüm tehdidi ile karşı karşıya kaldığı, halkın yüzde 80’inin insani yardıma muhtaç olduğu bildiriliyor. Bombalı saldırılar sonunda ülkenin altyapısının neredeyse tamamının zarar gördüğü rapor ediliyor. Yetmezmiş gibi, özellikle Mısır ve diğer saldırı ortağı ülkelerden organ mafyalarının Yemen’e musallat olup, kaçak organ ticareti yaptığı söyleniyor.Yemen halkına benzersiz büyük vahşet yaşatılıyor.Yemen’e karşı ABD ve AB ile ortaklarının Suudi Arabistan önderliğinde yürüttüğü savaşın adı ‘soykırımdır’!BİRLEŞMİŞ MİLLETLER SUÇ İŞLİYORBirleşmiş Milletler her ne kadar Yemen’de dünyanın en büyük insani felaketinden bahsetse de, Yemen halkına uygulanan ‘soykırımı’, 2015 yılında aldığı 2216 sayılı karar ile meşrulaştırmıştır.Birleşmiş Milletler’in 2216 sayılı kararıyla, Husi’lere silah ambargosu getirilirken, saldırgan koalisyon güçlerine karşı silah ambargosu getirildiği açıklaması bulunmuyor!Saldırganın yanında yer alarak suça dahil olan Birleşmiş Milletler’in meşruiyetinin tartışmalı olduğunu, Suriye veya Libya’daki aynı tutumu nedeniyle daha önceki yazılarımda eleştirmiştim.Yaptırımlar elbette silah ambargosuyla sınırlı değil, ülkeye dışarıdan her türlü gıda ve ilaç yardımını yasaklamanın, tank tüfekle saldırıdan daha ölümcül olduğunu Filistin’den, İran’dan, Venezuela’dan biliyoruz.Yasakların ithalata aşırı derecede bağımlı Yemen halkını yok etmek için en tesirli silah olarak kullanıldığı bir gerçek.‘Birleşmiş Milletler kararlarının Yemen halkını abluka altına alma ve sessiz bir imha programıdır’ demek sadece bizim insanlık borcumuz olmamalı.Nitekim tek tük de olsa Batılı bazı vicdan sahibi aydın ve akademisyenlerden son günlerde benzer açıklamalar gelmeye başladı. Ancak ana akım Batı medyası, Batı başkentleri, siyasiler Yemen halkının imhasına sessiz.ALMANYA SUÇ ORTAĞIAlman hükümeti dünyanın gözü önünde Yemen halkının yok edilmesinde aktif rol oynuyor.Federal Ordu’nun Suudi askerleri eğitmesi, silah sevkiyatı, Yemen limanlarını bloke eden fırkateynleri vermesi, Almanya’nın Yemen’in yıkımındaki sorumluluğunun; kanlı ortaklığının yeterli kanıtlarıdır.PONTUSÇU SOYTARILAROnaylamayız ancak bir yumruk atılsa Türkiye’yi yerden yere vurup Batı’ya şikayet edenlerin, oradan medet umanların aklına ‘insan hakları’ adına Yemen gelir mi dersiniz?Veya Batı saldırganlığı sonucu mülteci botlarında her gün Akdeniz’in sularına gömülmeye mahkum edilen Libya halkı?Suriye’nin en verimli topraklarının gasp edilip PKK bekçiliğine verilmesine itiraz edebilirler mi?ABD’nin bölgedeki sözcüsü İsrail’in, Gazze’de dünyanın en büyük açık hava toplama kampında Filistin halkını günden güne yok etmesine tek itirazları var mıdır?Bağlı bulundukları ABD ve ortaklarının Büyük Ortadoğu Projesiyle Müslüman coğrafyada yapılan çağın soykırımlarını görmezden gelip, yüz yıl öncesini çarpıtarak her koldan soykırım yalanlarıyla Türkiye’nin üstüne çullanan Pontusçulara, Ermeni diasporasına ve içimizdeki uzantılarına ne demeli?Amerikan zulmüyle yok edilen halkları, bir kereliğine olsun dert edinebilirler mi?Emperyalist zulme hayır diyebiliyorlar mı?Elbette hayır, çünkü onlar saldırgan ABD ve ortaklarının bölgeyi kuşatma projesinin sivil toplum, vakıflar ve siyasi kuruluşlar içine yerleştirilmiş piyonlarıdır.Topraklarımıza göz dikmiş, 1923 Cumhuriyeti’nin düşmanı terör örgütünün ya azmettiricisi ya da siyasetçi kılığındaki sözcüleridir.Tanı onları Türkiye!Barışlarının savaş anlamına geldiğini ‘özgürlük’, ‘adalet’, ‘demokrasi’ sloganlarının ülkelerin paramparça, halkların yok edilmesinin maskesi olduğunu gör Türkiye!Sahte ‘kardeşlik’, ‘Herşey daha daha güzel olacak’ çağrılarına kanıp peşlerinden gitme, sakın o tuzağa düşme Türkiye!Bağımsızlığın sembolü, yüz yıllık onurlu Cumhuriyet tarihinden senin cesaret alacağın pek çok kararlılık, dürüstlük, fedakarlık ve kahramanlık örneği var.Kendine güven! Tarihte başardık, yine başaracağız.19 Mayıs, Milli Mücadele ve Kurtuluş Savaşı’mızın 100’üncü yılı kutlu olsun!

Yazının Devamı

Venezuela dersleri

Dünyanın en büyük petrol tüketicisi Amerika, dünya petrol rezevlerinin neredeyse yüzde otuz gibi çok önemli bir bölümüne sahip üçüncü tedarikçisine, Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti’ne musallat oldu, on yıllardır yakasından düşmüyor.Konunun demokrasi, insan hakları, özgürlükler olmadığını, insanlık en son Irak, Suriye ve Libya’nın emperyalist ABD ve Avrupalı ortakları tarafından kanlı biçimde darmadağın edilişinden bu yana biliyor.ABD tahakküm projeleriyle egemen ülkeleri kontrol altına alma hırsında hız kesmiyor. Petrolünde, zenginliklerinde, topraklarında, stratejik coğrafi konumunda gözü olduğu ülkelerin açıklarını yakalıyor veya sistemlerini açık verecek biçimde sabote ederek işe koyuluyor.Amacına ulaşmak için etnik veya dinsel kimlik siyaseti güden odakları güçlendiriyor, iktidar ve muhalefetin başına monte ediyor, toplumları yakıcı nifaklarla mahvediyor.Darbe, iç karışıklıklar, terör eylemleri ve işgal girişimleriyle ekonomik fethi başlatıyor. Sadece maddi kaynakları değil, insanını ve siyasi kurumlarını da ele geçirdiği ülkeleri yıkıma mahkum ediliyor.ABD’nin bu hafta CIA tertibi darbe girişimiyle Venezuela’nın kaynaklarına el koyma girişimi her ne kadar halk desteğini alan Maduro ve ordunun satın alınamayan yurtsever komutanları tarafından başarısızlığa uğratılsa da ‘Askeri müdahaleye hazırız’ tehdidi Venezuela halkı için ‘cehennem’ anlamına gelebilecek çok daha zor günlere işaret ediyor.Kanunsuzluğa, işgale zemin hazırlamak için CIA tarafından büyük bir terör olayının gerçekleştirilebileceği tahminleri öne çıkıyor.

ABD MEDYASININ PROPAGANDA GÜCÜNE DİKKATÜstünde durulması gereken gelişmelerden biri de darbe girişiminin hemen başlangıcında ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun, Venezuela halkının direncini kırmak için ‘Maduro uçakla kaçmaya yeltendi’ şeklindeki propagandası. Oysa kaçan darbe öncülüğüne soyunan faşist lider Leopolde Lopez ve eşiydi. Darbeye karışan 25 subay ise Brezilya’ya kaçmıştı. ‘Özgürlük Operasyonu’ dedikleri darbe girişimi Trump’un tek tivitiyle sözde ‘başkan’ ilan edilmiş olan Guaido’nun ve arkasındaki CIA’nın şimdilik ayağına dolansa da, böyle karışık anlarda propaganda aracı olarak medyanın gücü bir kez daha düşündürüyor.Yeryüzünün en kanlı örgütü NATO ve emperyalist ABD’nin saldırgan varlığını, kirli savaşlarını en az silah gücü kadar propagandaya borçlu olduğunu ve bunun için medyayı kullandığını coğrafyamızdaki yakın tarihimizden biliyoruz.Baskı altında olan, aylardır Atlantik medyasının her türlü saldırganlığına maruz kalan sadece Venezuela değil.

Yazının Devamı

NATO ile kanlı 70 yıl

4 Nisan 1949'da kurulan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü NATO 70. yılını kutladı.

Savunma iddiasındaki tarihin en kanlı örgütü NATO geçen haftaki kuruluş kutlamalarında:

Yazının Devamı

Seçim değil savaş

Toprak çoraklaştı, gökten bereket değil ihanet yağıyor, bağlar güllük gülistanlık, insanlar mutlu değil. Beşikteki bebeğin geleceği çalındı.

Ortaklaşa parça pinçik ettikleri ülkeyi, kendi ideolojilerine göre şekillendirmek için kıran kırana iktidar kavgası veriyorlar.

Yazının Devamı

Alman bankalarının acil füzyonu

Büyük küresel finansal krizden bu yana iki yakası yan yana gelmeyen Alman Deutsche Bank ve Commerzbank’ın uluslararası piyasalardaki etki kaybını önlemek için birleşme planlandığı bildiriliyor. İki bankanın birleştirilme (füzyon) önerisinin Federal Maliye Bakanı Olaf Scholz’a (SPD) ait olduğu söyleniyor. Bakan Scholz’un birleşme için baskı yaptığı ve önümüzdeki haftalarda bir karar çıkmasını beklediği belirtiliyor.Atılacak acil adımın Alman büyük bankacılık sektörünü “güçlendirme” amacıyla gerekliliği vurgusu yapılırken, füzyonun başarısız olması durumunda Commerzbank’ın yabancıların eline geçebileceğine dikkat çekiliyor.Gözlemciler krizin muhtemelen yeniden tırmanması halinde bu iki finansal kurumun tehdit altında olacağı “dramatik” biçimde etkileneceği kanaatindeler.Her iki bankanın da küresel büyük finansal krizin şoklarından hiç kurtulamadığı biliniyor.Deutsche Bank ve Commerzbank’ın, önemli reformları gerçekleştirebilmek ve gerekli dijitalleşmeyi başlatabilmek için ihtiyaç duyulan sermayeden yoksun olduğu kaydediliyor.Sıkıntılar bununla da bitmiyor, Polonya ve Portekiz gibi Avrupa piyasalarının bir bölümünden çekilmek zorunda kalan Deutsche Bank’ın başı, şeffaf olmayan (!) faaliyetleri nedeniyle bir de Amerika ile belâda.

Hâlâ hafif kalırDeutsche Bank ve Commerzbank birleşebilirse, iki trilyon Avro’luk bilançosu ve 38 milyon müşterisi olan “en büyük Alman finans kurumu” oluşturulacak.Her iki bankanın halen, 80 bini Almanya içinde olmak üzere yaklaşık 130.000 çalışanı bulunmakta.Gözlemciler, böyle bir birleşme (füzyon) olsa bile, 24 milyar Avro’luk borsa değerine sahip olacak yeni finans kurumunun, diğer uluslararası kuruluşlarla karşılaştırılmasında hâlâ “hafif sıklet” kalacağı gerçeğinin değiştirilemeyeceği görüşündeler.2018’de salt 19.6 milyar Avro’luk piyasa kapitalizasyonu ile en büyük Alman finans kuruluşu olan Deutsche Bank (Alman Bankası) krizden etkilenmesi nedeniyle hisselerini büyük oranda kaybederek büyük Avrupa bankaları sıralamasında19’uncu sırada yer almıştı.2007/08 krizinin şoklarından sonra belini bir daha doğrultamayan bu her iki alman para kurumunun hisseleri son beş yıl içinde 30 Avro’dan 7 Avro’ya kadar gerilemiş bulunuyor.

Yazının Devamı

Amerikan gangsterliği

Trump yönetiminin insani yardım maskesiyle Kolombiya sınırına silah yığarak Venezuela'ya askeri müdahale hamlesi, vicdanı bütün az sayıdaki Batılı siyasi gözlemcileri çileden çıkardı.

"Trump, Pompeo, Bolton ve Elliott Abrams'ın Venezuela halkının refahını umursadığına inanan tek kişi kaldı mı? Bunlar Thomas Jefferson'dan (Amerikan devletinin kurucu teorisyenlerinden) çok, Al Capone'ye daha yakın olan takım elbiseli, gravatlı caniler..."

Yazının Devamı

Süper Güçler Yarışı

Karamsar öngörüler eşliğinde cuma günü 55’inci Münih Güvenlik Konferansı başladı.Batı’nın kırk yıllık liberal dünya düzeni ölümcül krizlere evriliyor. Küresel güvenlik Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından bu yana ilk kez her zamankinden tehlikeli. Küresel barış hayali her geçen gün uzaklaşıyor.İnsanlığı kapkara günler bekliyor...Dünya nükleer çöplüğe dönüşmüş, toprak ana nefes alamazken...ABD hakimiyeti tek başına ele geçirmek için eski anlaşmaları iptal ediyor, Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması’nın bozulması için başta Almanya, Avrupa ülkelerine baskı yapıyor, yeni bir nükleer silahlanma yarışının çılgın işaretini veriyor. İran’a saldırı naraları atıyor...Güvenlik Konferansı öncesinde yapılan açıklamalara bakıldığında, konferansa eşlik eden Büyük Oyun: Kim kârlı çıkacak? şeklinde de anlam yükleyebileceğimiz The Great Puzzle: Who Will Pick Up the Pieces? başlıklı raporun sayfaları çevrildiğinde, barışın esamesinin okunmadığı görülüyor. Tersine; gövde gösterisi, çatışma rotası, süper güçler arası yeni rekabetin ayak sesleri...Aralarında 40 devlet ve hükümet başkanı, 80 dışişleri bakanı olan 600 katılımcıya ev sahipliği yapan Münih Güvenlik Konferansı’nın yöneticisi Wolfgang Ischinger konuşmasında liberal dünya düzeninin gelinen aşamasında oluşan liderlik boşluğuna dikkat çekiyor ve önümüzdeki geçiş sürecinde ABD, Çin, Rusya arasında büyük rekabet yaşanacağına işaret ediyor, uluslararası düzenin merkez çatışma alanı olan ‘teröre karşı mücadele’nin yerini süper güçlerin rekabetine bıraktığının altını çiziyor.

SOĞUK SAVAŞ YENİDENPazartesi günü yayımlanan Münih Güvenlik Raporu 2019’a göre “Süper Güç Rekabeti” kavramı Amerikanın güvenlik ve dış politikası strateji belgelerine de “mevcut uluslararası ilişkilerde belirleyici faktör” olarak kaydedilmiş.Washington, Çin ve Rusya’yı bu belgelerde açıkça rakip olarak sınıflandırmış. Çin, ABD’deki yaygın görüşün Münih Güvenlik Raporu’na da yansıdığı şekliyle “Modern tarihin en dinamik ve zor rakibi...” Washington’daki yönetimin, Trump’ın başkanlığında Pekin ile ABD arasında resmi temasların başladığı 1979 yılından beri ilişkilerin en hızlı kötüleştiği dönemin yaşandığı görüşünü taşıdığı ve Çin ile çatışmaların sonunda en azından yeni bir “soğuk savaşa” dönülebileceği ihtimaline “hazırlıklı olduğu” notu düşülüyor.Trump döneminde ilişkilerin iyileşeceği konusunda karamsarlık hakim.

Yazının Devamı