Amerikan rüyasını bitiren adam
27 Temmuz 2017’de kaybettiğimiz Amerikalı oyun yazarı, sinema oyuncusu, senarist Sam Shepard; dünyaca tanınan ve ülkemizde de “Aç Sınıfın Laneti”, “Gömülü Çocuk” ve “Vahşi Batı” gibi oyunlarıyla bilinen önemli bir sanatçıydı. Pek çok Hollywood filminde de izlediğimiz karizmatik oyuncu, Western filmlerinin aranan yüzüydü. 1984 yapımı Paris-Texas filmi Türk seyircisinin hala hatırladığı filmlerindendir. 1979 yılında “Gömülü Çocuk” adlı oyunuyla Politzer Ödülü’nü de alan sanatçının oyunlarının pek çoğu Avrupa tiyatrolarında da oynamış ve oyunları pek çok dile çevrilmiştir.
Ülkemizde ise Devlet Tiyatroları (DT)’nda “Aç Sınıfın Laneti” adlı oyunu 1994-95 sezonunda Trabzon DT’de Tunç Yalman rejisiyle, 2008-2009 sezonunda Ankara DT’de Cem Emüler rejisi ile oynanmıştı. En son Eskişehir Şehir Tiyatrosu’nda iki yıl önce Serdar Biliş sahneye koymuştu. “Vahşi Batı” adlı oyunu ise; 2001-02 sezonunda Işık Toprak rejisiyle, 2014-15 sezonunda ise; Malcolm Keith Kay rejisi ile Antalya DT’de sahnelenmişti.
Öyküsü, karakterleri ve tekniği ile nerdeyse Amerikan tiyatrosunda bir başkaldırı niteliği taşıyan oyunlarında; Amerikan toplumunun köklerindeki derin boşluğu ve sistem eleştirisini işler. “Fırsatlar ülkesi Amerika” deyiminin yarattığı hazin sonları çarpıcı bir şekilde ele alır. Oyunlarındaki karakterlerde derin bir öncesizlik duygusu hâkimdir. Hep daha iyi bir yaşama kavuşmak için büyük çıkışları bekleyen; ama sonları bir hiçlik duygusuyla akamete uğrayan yitik hayatların, sistemin çarklarına nasıl feda edildiğini gözler önüne serer. Karakterler bu derin boşluk duygusu ile hep bir öykünün içinde var olmaya çalışsa da sanki zaman hiç akmıyormuşçasına kendi yalnızlıkları içine gömülmüş gibidirler. Oyunlarında ele aldığı aile kavramının kodları adeta yitik bir toplumun acımasız ve kendine yabancılaşmış halini özetler bir tutumdadır. Zaman ve mekân kavramları sahnede olabildiğince bu yabancılaşmaya hizmet eder.
Ya bir zaman yoktur ya da zamanın bir anlamı yoktur. Oyunlardaki uçsuz bucaksız çöl vurgusu ise oyun kişilerinin iç dünyasını tanımlayacak en belirgin göstergedir. Dekorla yaratılmak istenen ortam olabildiğince dağınık; ama bir o kadar da titizlikle seçilmiş göstergelerle doludur. Yarım kalmış bir sigara, ya da ağzına kadar dolu bir kül tablası veya içi boş bir buzdolabı aslında her şeyi anlatmaktadır.
Ortaçağ’ın dinsel gericiliği kıta Avrupa’sını felakete sürükleyince kıtlık ve salgınlar sonucu iyice fakirleşen topraksız köylü için Amerika’nın keşfi bir umut olmuştu. Gemilerle Amerika kıtasına taşınan bu çaresizlik duygusu tam bir barbarlık yaratmış ve kıtanın esas sahibi Kızılderili’leri “vahşi” göstermeyi başararak tam bir istilaya neden olmuştu. Western filmlerine de taşınan bu sınır ve kural tanımaz işgal ruhu; bugün bile Amerikan Conileri’nin Ortadoğu halklarına yaşattığı vahşetin adeta izlerini taşıyor gibi.
Liberalizmin bireyi kışkırtan dayanılmaz çekiciliği büyük paralar kazanıp vahşi kapitalizmin basamaklarında birer birer yükselmek için en uygun şartları ABD’de yaratmıştı. Ama bu hiç şüphesiz başka insanların ya da başka milletlerin sırtından gerçekleşebilirdi. Bunun sonucu olarak “insan” kendine ait tüm değerleri yok saymak ve bir diğerini çiğnemek zorundaydı. İşte “yabancılaşma” kavramı da burada başlıyordu.
Yarattığı karakterler ve işlediği çarpıcı hikâyelerle sistemin çiğneyip tükürdüğü bu “insan” gerçeğini anlatan Shepard: modern insanın umutsuzluğunu, kendine yabancılaşmış saçmalığını, değerlerini kaybetmiş çaresizliğini ve iflah olmaz hırsını bütün dünyaya anlatan çağdaş bir ozandı. O Amerikan rüyasının tüm kodlarını çözdü ve bu rüya da onunla bitmiş oldu.
Bugünlerde siyasi ve ekonomik kriz ABD vatandaşlarını bu rüyadan çoktan uyandırmış olsa da bizde bu rüyaların peşinden koşma hayallerini hala sıcak tutanlar var. Ya başka hayal kurmayı bilmiyorlar ya da yükselen Asya gerçeğini görmeyecek kadar körler.
Geleceği “ah bir zengin olsam…tarararara…” diye şarkı söyleyenler değil; o şarkının sözlerini “ah bir zengin olsak…tarararar…” diye değiştirenler yazmaya başladı bile. Bugünlerde ise dünya işte bunun sancısını çekiyor.