Batı sanatı batıyor mu?
Aydınlanma tarihimizin en önemli gelişmesi şüphesiz “Cumhuriyet Devrimi”dir. Öncesinde ise; Batılılaşma hareketi olarak bilinen Tanzimat Fermanı ve Meşrutiyet’in ilanı gibi olaylar çöküşü geciktirmek için Osmanlı’nın devlet sistemini Batı ile uyumlu hâle getirme çabalarıydı. Her ne kadar kültür birliğimiz olmasa da ekonomik-siyasi ve silahlı saldırı altındaki Osmanlı; kurtuluş umudu olarak Batı ile uyumlu hâle gelmeyi tek çare olarak görüyordu. Oysa Millî Mücadele bağımsız ve özgür bir ulus yaratarak özgün bir model doğurdu. Millet hiçbir şekilde himaye kabul etmedi ve kendi tarihini yazmaya başladı.
M. Kemal Cumhuriyet Devrimi’nin temeline “muhasır medeniyetler seviyesine ulaşma” hedefini koymuştu. Bizim aydınımız bunu “Batı uygarlığına ulaşma” hedefi olarak kabul etti. Bundan sonra tüm külliyatımız Batı uygarlığının okuması ile şekillendi. Türk aydınlarının önermeleri hep iki ana kol üzerinde gelişti. Türkiye’yi Batı’dan okuyanlar ve Türkiye’den Batı’yı okuyanlar. Bugün Batı artık ilerici değerlerin savunucusu konumunu yitirmiştir. Bu gerçeği kavramadan önümüzdeki yüzyılı çözmek mümkün olmayacaktır.
Batı sanatı ile Doğu sanatı arasında da gerçeği kavrama ve estetik üretme konusunda hep bir yaklaşım farkı olmuştur. Hiç şüphesiz her medeniyet kendi hikâyesini yaratırken kendi kavradığı kodlarla gerçeği estetize etmiştir. Edebiyattan tiyatroya, şiirden resme kadar her sanatsal form sanatçının belleğindeki ritüel köken ve güncel bakıştan üretilmiştir. Dolayısıyla her sanatsal akım da yaşanan somut duruma karşı bir konumlanış ve başkaldırı ifadesi olarak kendini gerçekleştirmiştir. Batı Medeniyeti de her yaşadığı toplumsal dönüşümle birlikte; bir taraftan bu dönüşümün sancısını çekmiş bir taraftan da sanatsal olarak bunu ifade etme biçimini belirlemiştir.
Bugün sanattaki postmodernizm veya post absürt gibi yaklaşımlar Batı’nın kendi yarattığı dünya karşısında “insan”ın düştüğü “saçma” ve “hiç”lik konumuna karşı bir çığlık gibidir. Ancak bu çığlık bir çözüm önermekten çok bir çeşit kendini bu duruma düşüren sisteme karşı bir öfke ifadesi olarak biçimlenmiştir. Bu yüzden tüm bu biçemlerle bizde de üretilen sanat yapıtları toplumun belleğinde derin bir iz bırakmamaktadır. Çünkü ileri medeniyet kavramı diye dayatılsa bile bir sanatsal formun gelişmişliği çıkış yaptığı yere göre değil; kendine uygun karşılık bulabildiği ölçüde var olabilir. Aynı zamanda hiçbir sanatsal ifade bir diğerinden daha üstün ya da gelişmiş olmasına göre değil, gerçeği tanımlayış biçimine göre değerlendirilir. Dolayısıyla günümüzde “insan”ın karşı karşıya kaldığı bu dünyayı kim yarattıysa sonuçlarından da o sorumludur. Bu sonuçlara göre estetiği de elbette o üretecektir. İlerici Batı fikri bugün artık çökmüştür ve karşısında doğu medeniyeti yükselmektedir. Gücün el değiştireceği önümüzdeki yüzyıl elbette kendi estetiğini de üretecektir.
İnsanlığın tüm sanat birikimi kendinden öncekinin kodlarını barındırdığı gibi geçmişe bir karşı çıkışı da içerir. Ama bu karşı çıkışın her zaman kalıcı ve etkin olması beklenmez. Başka bir deyişle her yeni ilerici olmayabilir. Karşı taraftan da her ilerici olan da her zaman yeni olmak zorunda değildir. Bazen köklere dönüş de bir iddiayı ve yeniliği getirebilir. Örneklersek; Avrupa Ortaçağ Sanatı çıkmaza girdiğinde pagan köklerine geri dönmeyi tercih etmiş ve böylece aydınlanma felsefesi estetik kodlarını geçmişten feyz alarak yeniden üretmiştir. Batılı tiyatro kaynağına dayanarak Rus Tiyatrosu kendine özgü bir çizgi oluşturmuştur. Opera, Avrupa merkezli bir sanat olmasına rağmen bugün Avrupalı yönetmenler Pekin Operası’nda eser koymak için sıraya girmektedir. Şimdilerde biraz durgunluk yaşansa da sinemada İran Sineması Avrupa’da büyük bir rüzgâr estirmiştir. Avrupa’da edebiyat eleştirmenleri son elli yılda büyük yazar çıkmadığını itiraf etmekteler.
Batı sanatı bugün elbette batmıyor. Ancak insanlığın ufkunu açacak yeni bir şey de üretmiyor. Geçmişten gelen mirasıyla bugün Avrupa’da hâlâ önemli bir kitle sanatın takipçisi konumundadır. Ancak yeni ve özgün atılımların çoğu Asya’dan gelmektedir. Bu uygarlıklar arasındaki savaşta gücün el değiştirdiğini göstermektedir. Bizim için de durum öncekine göre daha umutludur. Yeter ki; Batı taklitçiliğinden uzak, özgüvenini sağlamış, kendi birikimine güvenen, ayaklarını bu topraklara basıp gözünü dünyadan ayırmayan sanatçılar yetiştirebilelim. Yoksa yaratıcılık dünya üzerinde belli milletlere özel olarak bahşedilmiş bir yetenek değildir.
M. Kemal’in işaret ettiği muhasır medeniyet hedefi de ulus olarak ‘takip eden’ olmaktan çıkıp muhasır medeniyetin kendisi olduğumuz gün tamamlanmış olacaktır.