Kim bu adam?
Yansın pervane yansın
Kardeşlerim uyansın!
Pervane ışık arar
Arar tutkudan yana
Yanıp tutuşanlardan nice aydınlık doğar…
İşte, tutkuyla yanıp tutuşanlardan biri de oydu. Nereden mi biliyorum? 1993 sonbaharında gelmiştim Ankara’ya. Ve yine aynı yıl girmiştim AST’nin kulisine. Ne zaman derin bir tiyatro sohbeti başlasa hep aynı adamdan bahsediliyordu. Bir efsane adam ki; bizim ustaların hepsi nerdeyse onun büyük oyunculuğu konusunda hemfikirdi. Sahnede yaptıklarını anlatırken nasıl insanüstü bir yetenek diye düşünmeden edemezdiniz. Öyle ki; yüzünün seyirciye dönük kısmı ile dram oynarken diğer tarafıyla rol arkadaşını güldürmeye çalışan bir aktör…Nasıl olabilir diye düşünüyorum genç aklımla. Kim bu adam? Üstelik tiyatro tutkusuyla yanıp tutuşuyorum ben de. Öyle hikayeler anlatılıyor ki onun hakkında, sanki şanslı bir nesil onunla çalışmış da şimdi onun etkisinden çıkamıyorlarmış gibi düşünüyor insan. Kıskanıyorum biraz. Ben neden tanımadım? Keşke onunla bir oyunda oynayabilseydim. Hiç değilse kulisinde bulunabilseydim. Çünkü kulis anıları sahne anılarından hem daha çok hem daha komik.
Sonra giderek daha iyi tanıyorum onu. Hiç de öyle anlatıldığı gibi yalnızca komik anıları yok. Gerçek yaşamı yokluklar içinde ve yoksullukla geçiyor. Hatta yetersiz beslenme yüzünden verem tedavisi görüyor. Oyunculuğunun doruğunda olduğu dönemde binlerce dolarlık reklam teklifi geliyor. Reddediyor.
Geç saatlere kadar provalar sürüyor. Ama o provadan yorgun argın çıkıp eve gitmiyor. Sabaha kadar Ankara sokaklarında afişleme yapıyor, bildiriler dağıtıyor. Ertesi sabah yine provaya gidiyor.
Gençlik parkının içindeki Açıkhava Tiyatrosu’nda oyunlar oynuyorlar. Bir gün paraları çalınıyor. Eve gidecek paraları olmadığından o gece tiyatroda yatıyorlar.
Turnelere çıkıyorlar. Kiminde gözaltına alınıyor. Gittikleri yerde sahne bulamayınca Traktör römorkunu sahne olarak kullanıyorlar. Yıllar sonra Antalya Gazipaşa’ya gidiyoruz onun öğrencisi Mehmet Esen’le birlikte. Gazipaşalılar gözleri parlayarak anlatıyorlar onu…o günleri…
Hapse düşüyor, 12 Mart’ın en acımasız günlerinde. Gardiyanlar anlatıyor onu bu kez. Demir parmaklıklarda maymun taklidi yaptığında ona nasıl davranacaklarını şaşırdıklarını.
Yıllar sonra bir oyun prömiyeri sonrası Rutkay Aziz itiraf ediyor. Kulaklarımla duyuyorum. Biz Erkan’a ayıp ettik diyor. AST’tan ayrılıp Devrimci Ankara Sanat Tiyatrosu’nu kurduğu o yıllardaki anılarını anlatırken. Büyük bir saygı ve özlemle bahsediyor ondan.
Sonra ben o zamanki İşçi Partisi’ne geliyorum. Bakıyorum duvarda onun resimleri. Parti merkezindeki toplantılarda yaptıklarını öğreniyorum. Yahu diyorum tiyatroda sinemada o kadar yoğun çalışırken nasıl vakit bulmuş bu kadar parti çalışmalarına diye düşünüyorum.
Bir gün tiyatromuzun dekorlarını yapan yaşlı bir abimizle konuşuyorum. Abi diyorum nereden bulaştın bu tiyatro işlerine? Ben Erkan Yücel’in yanında başladım. O gün bugün bırakamadım diyor. Ne güzel abimizdi o diyor.
İki sene önce 16 Temmuz’da her yıl olduğu gibi Vecihi Hürkuş’un mezarı başında anma töreni yapıyoruz. Kalabalıktan biraz uzaklaştığım bir anda gözüme bir yazı takılıyor Erkan Yücel yazıyor. Bir süre kendime gelemiyorum aralarında iki mezar mı var yani diye şaşırıyorum.
Daha bir hafta önce yeni bir oyun provasına başlıyoruz. Devlet Tiyatrosu’ndan bir oyuncu ablamız gözleri dolarak anlatıyor Erkan Yücel’i 40 yıl sonra bile…
O kadar çok insandan o kadar çok anısını dinledim, o kadar çok hakkında konuştum ki…
Artık onu tanıyorum…
Ne yapmak istediğini anlıyorum…
Nasıl yapmak istediğini biliyorum.
Bugün Türk Tiyatrosu’nun en çok neye ihtiyacı var diye sorduklarında;
En çok Erkan Yücel’e ve onun devrimci sanatçı çizgisine ihtiyaç var diyorum…