Sistem sanatı
Sistem sanatını anlayabilmek için “sistem” ve “sanat” kavramları adına bazı açıklamaları yapmamız gerekiyor.
Efendim, bu anamalcı sistem dediğimiz şey, feodalizmin teokratik öz yapısına karşı büyük bir özgürlük mücadelesi vermiş ve bunu da bireyi neredeyse ilahlaştırarak gerçekleştirmişti. Ama bunu ne için yapmıştı? Sermaye birikimini güvence altına almak yani kapitalizmin merkezindeki artı değerin gücünü arttırmak ve sonuçta onun özgürlük alanını geliştirmek için yapmıştı. Şimdilerde liberallerin bireysel özgürlük diye yırtındıkları düşüncenin temelinde ise asıl olarak sermayenin özgürlüğü ya da sermaye sahibinin özgürlüğüdür vardır. Kapitalizm sonrası sömürgeciliğin bir sonucu olarak ortaya çıkan küreselcilik iddiasının kastettiği özgürlük ise asıl olarak sermayenin uluslararası dolaşımının özgürlüğüdür. Dolayısıyla sosyal düzen içinde bu düşünce ile uyumlu tüm argümanlar ona göre değerlendirilmiş ve yaşamasına izin verilmiştir.
Bir başka deyişle burjuva demokrasisi, daha sonrasında ise küresel sermaye tüm toplumsal dinamikleri esas olarak kendi varoluşlarıyla uyumlu hale getirmiştir. Yani şimdilerde orta sınıfın “özgürlük” veya “demokrasi” diye kopardığı vaveylanın duvarı aslında sınırsız değildir. O sınır sermayenin bam telinde kopar.
Bugünlerde küresel sermayeye karşı ulusal sermayelerin savaşını izliyoruz. Günümüzdeki çelişkilerin temelinde ulus devletlerin emperyalist saldırganlığa karşı verdiği mücadele vardır.
Sistemi tam olarak anlamadan onun sanatla olan ilişkisini de anlayamayız. “Sanatın özgürlüğü” veya “sanatçının özgürlüğü” gibi kavramları değerlendirirken sanatı tarihsel ve sınıfsal bağlarından koparırsak elimizde düdük gibi saçma bir özgürlük ve sanat anlayışı kalır.
Sanat kavramını ele alırken de sanatın tarifini yalnızca “güzel” olanla sınırlandırırsanız önü arkası olmayan köksüz bir dal ile baş başa kalırsınız. Güzellik kavramı aslında bir kompozisyona yüklenen sıfattır. Bu kavramın içinde olmazsa olmaz öğelerden bir tanesi “anlam”dır. Herhangi bir anlam üretmeyen eser, sanat kabul edilmez. Yani her güzel şey nasıl ki “sanat” değilse, her anlamlı “şey” de tek başına sanat olmak için yetersizdir. Burada anlatmak istediğim bir harmonidir aslında. Bu harmoninin içinde anlamı, gerçeği, yaratıcılığı, yaşama motivasyonunu, ilericiliği barındıran bir “güzellik” anlayışıdır. Çünkü, sanat eseri dediğimiz şey tarihselleştirilmiş bir olgudur.
Sanatçı her zaman tüm bu teorik bilince sahip olmak zorunda değildir. Ama ürettiği sanat eseri değerlendirilirken yani onun için -bu büyük bir sanatçı, hatta -bu eser klasikleşmiş bir eser dediğimizde bu değerlendirmelere tabi tutulur.
Aristo’dan bu yana sanat eğitir, eğlendirir, yaşama motivasyonu verir, özgün bir anlatım sunar ve tüm bunların harmonisi olarak bir estetik (güzellik) yaratır. Bu estetik ise ait olduğu sınıfın değerlerini, dönemin ruhunu, sistemin beklentilerini, hayal ettiği geleceği, sanatçının deneyimini ve tüm bunların üzerine inşa edilen sanatçının yaratıcılığını belirler.
Şimdi tüm bunlar ışığında rahatlıkla söyleyebiliriz ki; bugün bize dayatılan kof, bencil, yoz sanatın artık sistemin çarklarında nasıl üretildiğini biliyoruz. Öyleyse her seferinde sahnede, tualde, müzikte, mimaride, edebiyatta karşımıza konan saçma ve bir o kadar da niyet olarak çirkin eserlerle karşılaştığımızda şaşırmamak gerekiyor. Benim Tahsin Konur hocamın bir sözü bu durumu özetliyor aslında. “Bu tarlada bu hıyar yetişir”.
Duvara yapıştırılmış bir muza bakıp bunu büyük sanat eseri sananlara,
sahnede ne idüğü belirsiz kıyafetlerle iğrenç bir sesle kendini yırtanlara,
sahnede neredeyse açıkça sevişmeyi özgürlük sayanlara,
çirkin taş binaları mimari diye bize kakalayanlara,
edebiyat diye insanın uyuzunu kaşıyanlara,
tablolarda umudumuzu tüketenlere bakıp şaşırıyor muyuz?
Hayır.
Çünkü; tüm bunları “sanatın özgürlüğü” ya da “sanatçının özgürlüğü” gibi kavramların arkasına sığınıp pazarlıyorlar.
Artık bu hıyarı yerseniz!