Tikkat… Tikkat!
Şöyle hemen eskilere gidelim.
Siz hiç belediyelerin bu kadar konuşulup gündemde kaldığını hatırlıyor musunuz?
Sonuçta ister büyük olsun ister Anadolu’da küçük bir belediye olsun üç aşağı beş yukarı aynı usullerle çalışırdı. Arada bir başkanın değiştiği bu belediyelerde hizmet kalitesi de öyle pek değişmezdi. Mütevazı personeliyle çoğunlukla seçimden seçime hatırlanan ve tüm icraatları hoparlör sisteminden anons edilen, işlerin biraz ağır aksak yürüdüğü oldukça gariban görünümlü binalarda hizmet veren kamusal işletmelerdi belediyeler…
Tikkat…tikkat… Belediyemizin toplu sünnet şöleni falanca parkta yapılacaktır! Tüm halkımız davetlidir…
Üstelik öylesine o yöreye ait bir yapıydı ki; neredeyse her siyasi görüşten insanın çalıştığı kurumlardı belediyeler. Sizin de belediyeye işiniz düşerse siyaseten yakın olduğunuz çalışanın yanına gider işinizi çözerdiniz. Ama mutlaka çözerdiniz. Öyle il ya da ilçe başkanının yanına gitmek durumunda kalmazdınız.
Arada bir belediye çalışanlarından birinin rüşvet aldığı duyulsa bile hangi görüşten olduğu fark etmeksizin o kişi kamu vicdanı ile hemen dışlanırdı. Hatta lakabı da hemen takılırdı. (Yüzde on Kazım gibi…)
Hani öyle siyasete rant aktaracak kadar devasa bütçeleri de yoktu belediyelerin. Yani öyle çete filan kuracak kadar bir gelirden söz etmek asla mümkün değildi. Hoş kurulsa bile herhalde çetenin yarısına bile yetmezdi o para.
Sakın öyle; “O zaman Türkiye küçüktü o yüzden belediyecilik de küçüktü” demeyin. Evet Türkiye büyüdü ama çıkarcılık, bencillik hatta açgözlülük konusunda biraz hormonlu büyüdü.
Eğri oturup doğru konuşalım, 1980’den sonra kamusal alandaki özelleştirme eğilimi giderek belediyeleri devasa şirketlere dönüştürdü. Eh, bu da tabii iştah kabarttı.
Önce “büyükşehir” yasası sonra “bütün şehir” yasası derken… “ büsbütün … (!)” yasasına dönüştü iş!
Ve öyle bir hale geldi ki; belediyeciliğin kendisi bizatihi büyük bir holding işletmeciliğine, belediye başkanlığı ise o holdingin CEO’su gibi davranıp arz-ı endam eden bir makama dönüştü.
Böylece belediyecilik yasasının bizatihi kendisi yolsuzluğun daha iyi organize edilmesi için elverişli bir hale getirilmiş oldu. Şimdilerde her belediyenin üç-beş, bazılarının onlarca şirketi var. Neredeyse tüm belediyecilik hizmetleri bu şirketler üzerinden veriliyor.
Sözde(!) başkan herkesin başkanı ama gelirleri ve ihaleleri yalnızca genel merkezlere akan bir organizasyon oldu çıktı belediyeler.
KİMSEYİ SUÇLAMAYALIM
İşe kendimizden örnek verelim.
Diyelim ki bir tiyatro oyununu ya da bir konseri belediye yönetimi seyirci ile buluşturmak istiyor. Sizinle bu etkinliği gerçekleştirmek için kaşe ücretinde de anlaştı. Ama öyle kolay değil; işi usulüne uydurmak için mecburen usulsüzlük yapacaksınız. Nasıl mı? En az 3 teklif daha sunulmuş da içlerinde en ucuzu buymuş gibi göstermeniz gerekiyor (Kamu İhale Kanununa göre). Sakın ha, şaşırıp da memura, “İyi de kardeşim bu bir sanat etkinliği, bu tiyatroyu ya da konseri bizimle aynı şekilde yapan başka bir firma yok ki; ben nerden bulayım teklif mektubunu?” demeyin. Yoksa memur kaşlarını çatıp size “Beni ilgilendirmez burası resmi kurum benim başımı mı yakacaksınız!” deyiverir sonra. Sonuçta siz de tüm kamu görevlileriyle birlikte bu usulsüzlüğün bir parçası olursunuz.
Daha ileri aşamalarda yaşananları anlatıp da ifşa etmeyelim. Bırakalım herkesin bildiği ama bilmezden geldiği bu devran kendi kendini yok etsin.
Hadi bizim bu sanat işleri böyle… Peki, diyelim belediyenin kaldırım taşı ihalesini aldınız. Yandı gülüm keten helva… Sağlıklı ve nizami yollardan giderseniz ne hak edişinizi alabilirsiniz ne de o kaldırım taşlarını döşeme işini bitirebilirsiniz. İnanmıyor musunuz? Türk filmlerindeki bu konuyla ilgili onlarca sahneye bakabilirsiniz.
HIRSIZIN HİÇ Mİ SUÇU YOK
Bir de en yaygın hastalığımız var ki; onu hiç sormayın. Kayırmacılık hastalığı. Kendinden olanın her yaptığı doğru, karşı partinin her yaptığı türlü düzenbazlıktan başka bir şey değil sendromu yani. Hatta algoritma burada daha işlevsel çalışıyor.
Adam çalıyor ama çalışıyor da…
Yapacak ama hükümet para vermiyor ki…
Başkan iyi de yanındakiler kötü…
Bu örnekler çoğaltılabilir elbette. Ama demeye çalıştık ya; liberal ekonominin acımasız dişlerine teslim ederseniz belediyeciliği; yani Getir AŞ, Götür AŞ. olursa tüm hizmetler, yolsuzluk dosyaları eninde sonunda sizi bekler.
Hele bir de trilyonlarca hırsızlığı sırf oy verdiği için savunmak zorunda kalan bir grup vatandaş var ya! İşte Allah hiç kimseyi, “Ne var, onlar daha çok çaldı!” diyecek kadar çaresiz bir konuma düşürmesin.
Çünkü önlerine ne kadar kanıt koyarsanız koyun bu kayırmacılık sendromu yüzünden bu pervasızlığı savunmaya devam edecektir. Hatta öyle pür-i pak sayacaktır ki bu muhteremleri size yalnızca “Hırsızın hiç mi suçu yok?” demek kalacaktır.